https://islamansiklopedisi.org.tr/riza--kelam
Sözlükte “hoşnut ve memnun olmak” anlamındaki rızâ (rıdvân, merdât) masdarından isim olup “hoşnutluk, hoşnut ve memnun olma hali” demektir (Lisânü’l-ʿArab, “rży” md.; Kāmus Tercümesi, IV, 981-982). Râgıb el-İsfahânî kelimenin köklerinden rıdvânın çokluk mânası taşıdığını ve bu sebeple Kur’an’daki kullanılışta Allah’a tahsis edildiğini ifade eder (el-Müfredât, “rży” md.). Kur’ân-ı Kerîm’de rızâ kavramı yetmiş üç yerde geçer. Bunların on üçü rıdvân şeklinde olup Allah’ın zâtıyla ilgilidir. Rızânın, “Allah’ın kulundan, kulun da Allah’tan hoşnut ve memnun olması” mânasında kullanılmasının yanı sıra bunların her birine veya insanların kendi aralarındaki rızalaşmalarına nisbet edildiği de görülmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “rży” md.). Âyetlerden anlaşıldığı üzere Allah’ın razı olduğu kullar ashap ve onları izleyenler (et-Tevbe 9/100), Bey‘atürrıdvân’da bulunanlar (el-Feth 48/18), Allah ve resulüne düşman olanları sevmeyenler (el-Mücâdile 58/22), yaratana ve yaratılmışlara karşı özünde ve sözünde doğru olanlar (el-Mâide 5/119), iman edip sâlih amel işleyenlerdir (el-Beyyine 98/8). O’nun razı olmadığı insanlar ise iman ve itaatten uzaklaşanlardır (et-Tevbe 9/96; ez-Zümer 39/7). Kulun Allah’tan razı olması O’nun kazâ ve kaderinden memnuniyetsizlik duymaması, Allah’ın kulundan razı olması da onu emirlerini yerine getiren ve yasaklarından kaçınan bir davranış içinde görmesidir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “rży” md.).
Rızâ kavramı çeşitli hadis rivayetlerinde Kur’an’daki kullanımına benzer şekilde yer almaktadır (Wensinck, el-Muʿcem, “rży” md.). “Allah özünde ve sözünde sâdık olanlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır” (el-Mâide 5/119) meâlindeki ilâhî beyana mukabil Hz. Peygamber, Mü’minûn sûresinin ilk on âyetinin nâzil olmasının ardından yaptığı bir duayı şöyle bitirmiştir: “Allahım! Bizden razı ol ve bizi senden razı olma derecesine yükselt!” (Müsned, I, 34; Tirmizî, “Tefsîr”, 23/1). Resûl-i Ekrem, Zeyd b. Sâbit’e öğrettiği uzunca bir duada da şöyle demiştir: “Allahım! Senden, gerçekleşen kazâ ve kaderinin sonucuna rızâ göstermeyi bana nasip etmeni dilerim” (Müsned, V, 191; Nesâî, “Sehiv”, 62). Rızânın karşıtı sahat/suht (öfke) ve aynı mânadaki gazab olup bazı âyetlerde rızâ ile sahat kavramı karşılıklı olarak zikredilmiştir (Âl-i İmrân 3/162; et-Tevbe 9/58; Muhammed 47/28; bk. GAZAP). Hz. Âişe ve Hz. Ali’den rivayet edilen bir hadiste Resûlullah’ın gece namazlarının sonunda yaptığı dualardan birinin, “Allahım! Senin gazabından rızâna sığınırım” diye başladığı zikredilmiştir (Müsned, I, 96, 118; Müslim, “Ṣalât”, 222; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 148, “Vitir”, 5).
Âlimler rızâ (muhabbet) ile irade (meşîet) arasında anlam farkının bulunduğunu kabul ederler. Rızâ ve muhabbet hoşnutsuzluğun (kerâhet) zıddı olup insan için düşünüldüğünde yaratılışı gereği arzu ettiği şeydir. İrade ise alternatiflerden birinin bir anlamda bilinçli olarak tercih edilmesidir. Meselâ oruçlu iken susayan bir insan tabiatının sevkiyle su içmek ister, ancak iradesini kullanıp içmemeyi tercih eder. Bununla birlikte bazan rızâ ve muhabbet “irade ve meşîet” mânasında da kullanılır (İbnü’l-Vezîr, s. 302).
Kelâm ilminde rızâ Allah’ın irade sıfatı ve dolayısıyla kaderle ilişkisi açısından incelenmiştir. Genellikle Mu‘tezile’ye mensup âlimler, insanlardan sâdır olan fiillerin ilâhî iradeden bağımsız biçimde gerçekleştiğini kabul ettikleri için rızâ ile irade sıfatının aynı mahiyette bulunduğunu söylerler. Buna göre kulların işlediği kötü fiiller Allah’ın irade ve rızâsının dışında kalır. Ehl-i sünnet âlimlerine göre ise irade ile rızâ -temel mânalarına bağlı olarak- birbirinden ayrı sıfatlar olup ilâhî irade insanların iyi ve kötü fiillerine taalluk etmekle birlikte rızâ sadece hayra yöneliktir (bk. İRADE; KADER). Rızâ kula nisbet edildiğinde “Allah’ın kazâ ve kaderini itirazsız benimseme” mânasına alınır. Şu kadar var ki Cenâb-ı Hakk’ın vuku bulmasını irade ettiği bir iş aynı zamanda kulun da iradesiyle meydana gelmişse ve şer vasfı taşımışsa bu işte Allah’ın iradesinin etkisi var diye şerrin kendisine rızâ gösterilmez. Bununla birlikte işin vücut bulmasında (kazâ) Allah’ın iradesinin mevcudiyeti kabul edilir ve kulun fiiline değil ilâhî sıfata yönelik olan bu kabul rızâ mânasına gelir (Tehânevî, I, 865-866; Nûreddin es-Sâbûnî, s. 77-78).
BİBLİYOGRAFYA
et-Taʿrîfât, “rży” md.
Tehânevî, Keşşâf (Dahrûc), I, 865-866.
Kāmus Tercümesi, IV, 981-982.
Müsned, I, 34, 96, 118; V, 191.
Nûreddin es-Sâbûnî, el-Bidâye fî uṣûli’d-dîn (nşr. Bekir Topaloğlu), Ankara 1416/1995, s. 77-78.
Ebû Abdullah İbnü’l-Vezîr, Îs̱ârü’l-ḥaḳ ʿale’l-ḫalḳ, Kahire 1318, s. 302.
Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 76, 478.
Hasan Seyyid Arab, “Rıżâ”, DMT, VIII, 264-267.
Bahâeddin Hürremşâhî, “Rıḍvân”, a.e., VIII, 272-274.