https://islamansiklopedisi.org.tr/temyiz
Sözlükte “ayırmak” anlamındaki meyz kökünden türeyen temyîz “iki şeyi birbirinden ayırmak, farklı olanları ayırt etmek, idrak etmek” mânasına gelir. Fıkıh terimi olarak insanın söz ve davranışlarının sebep ve sonuçlarını idrak edebilme ve bu idrake uygun biçimde iradesini kullanabilme gücünü ifade eder. Temyiz kudretine sahip kişiye mümeyyiz denir. Kur’ân-ı Kerîm’de dört yerde (Âl-i İmrân 3/179; el-Enfâl 8/37; Yâsîn 36/59; el-Mülk 67/8) ve birçok hadiste (Wensinck, el-Muʿcem, “myz” md.) “meyz” kökünden türeyen kelimeler sözlük anlamlarıyla geçer.
Günümüz hukuk incelemelerinde fiil ehliyetinin şartları arasında ele alınan temyiz kudreti kavramı (ayırt etme gücü, sezginlik, faculté de discernement, Urteilsfaehigkeit) modern hukuk terminolojisine ilk defa İsviçre Medenî Kanunu ile girmiştir. Meselâ Alman Medenî Kanunu’nun 104. paragrafı ile Fransız Medenî Kanunu’nun 1123 vd. maddelerinde ayırt etme gücünden söz edilmeden fiil ehliyetinin şartları düzenlenmiştir (Fransız Medenî Kanunu’nun 1124, 1125 ve 1126. maddelerinde 3 Ocak 1968 tarihinde değişiklik yapılmıştır). Bununla birlikte İsviçre ve Türk medenî kanunlarında temyiz gücüyle ilgili doğrudan bir tanımın verilmeyip, “Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir” denilmiştir (Türk Medenî Kanunu, md. 13). Bu ifadeden zıt kanıt yoluyla çıkan anlam esas alınarak ayırt etme gücünün “akla uygun (mâkul) biçimde davranma yeteneği” şeklinde tanımlanması bazı yönlerden eleştirilmiştir. Meselâ kalabalık bir cadde üzerindeki bir bahçe içinde silâh eğitimi yapmak, gelip geçenlerin kayıp düşmesine yol açarak eğlenmek için kaldırıma muz kabuğu atmak gibi davranışlar mâkul olmamakla birlikte bu hareketleri yapanların akla uygun davranma gücünden yoksun bulundukları söylenemez. Buna karşılık dış görünümü ve mâkul davranışlarıyla mümeyyiz izlenimi vermekle birlikte yaptığı fiilin sebebini ve anlamını idrak edemeyecek durumda olan bir akıl hastasının veya temyiz çağına ulaşmamış çocuğun temyiz gücünden söz edilemez. Temyiz gücünün mahiyeti konusunda Türk hukuk doktrininde genellikle benimsenen görüş şöylece özetlenebilir: Psikoloji biliminin verileri dikkate alındığında akla uygun davranan bir kimsenin temyiz gücüne sahip olabilmesi için bu hareketinin düşünce-muhakeme, istek-irade ve icra şeklinde üç aşamadan geçmesi gerekir. Nitekim İsviçre Medenî Kanunu’nun ilk projesinde (md. 16) yukarıda geçen kanun hükmünün anlamını tayin bakımından önemini koruyan, “Yaş küçüklüğü ... dolayısıyla fiil ve hareketlerinin sâikini ve sonuçlarını doğru olarak idrak edemeyen veya doğru bir idrake uygun hareket edemeyen kimse fiil ehliyetine sahip değildir” ifadesi yer almaktaydı. Temyiz gücü psikolojik ve nisbî bir kavram olup olay kişi ve fiilin özelliklerine göre her somut sorun bakımından incelenip kişide temyiz gücünün bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekir. Hukuk açısından önemli husus bu gücün kişide fiilin yapıldığı anda mevcut olup olmadığıdır. Anlaşmazlık durumunda hâkim psikoloji biliminin verilerinden de yararlanarak bu hususu tesbit eder. Temyiz gücünün nisbî nitelikte olması bunun sürekli bir güç olmadığını da gösterir. Kişi belirli bir fizyolojik veya psikolojik durumun, meselâ idrak ve irade öğelerini yok edecek düzeyde ateşli bir hastalık, akıl hastalığı veya aşırı duygusallığın etkisiyle temyiz gücünü kısa veya uzun süreli ya da sürekli olarak kaybedebilir. Kanun temyiz gücünden yoksunluğa yol açan başlıca durum ve sebepleri yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı ve sarhoşluk biçiminde saymakla birlikte “benzeri diğer sebepler” kaydıyla bunların sınırlı sayıda olmadığını belirtmiştir. Felç, ateşli ağır hastalıklar esnasındaki sayıklama anları ve uyurgezerlik gibi bazı hastalıklar, kokain, eroin, afyon gibi keyif verici zehirlerle bir kimsenin iradesini ortadan kaldırarak onu bir diğerinin egemenliğine sokan manyetizma ve hipnotizma gibi durumlar bu sebeplerin ilk akla gelen örnekleridir. Ancak bunların önceden tek tek sayılması mümkün olmayıp ne gibi sebeplerin temyiz gücünü ortadan kaldıracağını takdir yetkisi hâkime bırakılmıştır (Zevkliler, s. 192-202; Akipek – Akıntürk, s. 286-289).
III ve IV. (IX-X.) yüzyıl fıkıh eserlerinde de özellikle sarhoşlar ve akıl hastasıyla ilgili bazı anlatımlarda temyiz kelimesinin ve “yümeyyizü” fiilinin kullanımlarına rastlandığı gibi (meselâ bk. Müzenî, I, 202, 253, 260; Cessâs, III, 146; V, 206) hak (vücûb) ehliyetiyle fiil (edâ) ehliyetinin birbirinden ayırt edilmesi açısından özel bir öneme sahip olan temyiz kudreti kavramına Mâverâünnehir Hanefî usul âlimlerince kaleme alınan ilk fıkıh usulü eserlerinden itibaren dikkat çekilmiştir. İslâm hukukunda ehliyetle ilgili kavramların gelişim seyrini bazı Hanefî fürû eserlerini esas alarak özel bir araştırmaya konu yapan C. Chehata’nın vücûb ehliyeti-edâ ehliyeti şeklinde usulcüler tarafından daha sonra yapılacak taksimin Serahsî’de yer almadığını ileri sürmesi ve Semerkandî’nin fürû-i fıkıhla ilgili bir meseleyi ele alırken kullandığı bir ifadeden hareketle, “Acaba bu, daha sonra usulcülerin karşılıklı olarak vücûb ehliyeti ve edâ ehliyeti diye adlandıracakları hak ve fiil ehliyetleri arasındaki farkı Semerkandî’nin daha o zaman sezinlemiş olduğu anlamına mı geliyordu?” şeklinde bir soru ortaya atması, ayrıca İslâm hukukunda eksik ehliyet ayırımının bulunmadığını ve Hanefî hukuku doktrininde genel bir ehliyetsizlik teorisinin yapılmadığını söylemesi (Études de droit musulman, s. 105-106, 110-111, 150) incelemesini fürû-i fıkıh literatürüyle sınırlı tutmasından kaynaklansa da özellikle Mâverâünnehir Hanefî fakihlerinin bu hususta kavramların inceltilmesi için ortaya koydukları emek hakkında yanıltıcı bir fikir vermektedir. Nitekim Debûsî’den itibaren Hanefî fıkıh usulü eserlerinde vücûb ehliyeti-edâ ehliyeti şeklinde bir ayırım yapılarak ve ehliyet terimi kullanılarak bu konunun ele alındığı, gerek “temyiz çağına ulaşma” anlamında “yümeyyizü” fiilin ve temyiz çağına ulaşmış ya da ulaşmamış küçükleri nitelerken “mümeyyiz, gayrü’l-mümeyyiz” sıfatlarının gerekse mutlak biçimde temyiz kudreti kavramının kullanıldığı açık şekilde görülmekte, ayrıca ehliyetsizliği belirten “ademü’t-temyîz” ve “‘adîmü’l-akl ve’t-temyîz” ifadeleri Serahsî ve Pezdevî’nin eserlerinde yer almaktadır (Debûsî, s. 417, 428; Pezdevî, IV, 448; Serahsî, el-Uṣûl, II, 333-334, 340, 347, 349).
Esasen temyiz gücü bir yönüyle, insanın doğumundan itibaren kendi fiiliyle haklar ve borçlar meydana getirebilmesi hususunda mutlak olarak yetersiz sayıldığı dönemin bitiş noktasını, diğer yönüyle bu çağa eriştikten sonraki herhangi bir dönemde fiil ehliyeti için vazgeçilmez bir niteliği belirten bir kavramdır. Bir başka anlatımla temyiz gücü, bir yandan küçüğün edâ/fiil ehliyeti bakımından yeni bir statüye (eksik ehliyetliler grubuna) geçmesini belirleyen bir sınır teşkil ederken diğer yandan bu sınıra ulaşmış da olsa her yaştaki kişinin fiil ehliyetine sahip kabul edilmesinde esas alınan temel bir ölçüt görevi ifa etmektedir. Buna göre hukuk alanındaki işlevlerini belirleme açısından temyiz gücü kavramının iki yönünü birbirinden ayırmak gerekir. a) İnsanın doğumundan itibaren ehliyetsiz sayıldığı dönemi bir sonraki dönemden ayırt ederken esas alınan ölçüt anlamı. Bu yönüyle temyizin başlangıcı için İslâm hukukundaki genel eğilim yaş belirleme cihetine gidilmemesidir; ancak bazı fakihlerce Hz. Peygamber’in çocukları namaza alıştırmayla ilgili hadisi dikkate alınarak ve özellikle yetim hukukuyla alâkalı ihtilâfları objektif bir ölçüye bağlayabilme yönünden yedi yaşın tamamlanması ölçütünün esas alınabileceği ifade edilmiştir. Bu konuda Resûl-i Ekrem’in yedi yaşındaki çocukların bazı hukukî işlemlerini onayladığına dair örnekler zikreden müellifler de vardır (Serahsî, el-Mebsûṭ, XXV, 21-22). Temyiz öncesi dönemde bulunan küçüğün edâ ehliyeti yoktur; temyiz dönemindeki küçük hukukî işlemler bakımından eksik edâ ehliyetine sahiptir (bk. ÇOCUK; EHLİYET). Temyiz dönemindeki küçüğün edâ ehliyeti Mâverâünnehir Hanefî usul âlimlerinin eserlerinde gerek dinî yükümlülükler gerekse hukukî eylem ve işlemler bakımından geniş biçimde ele alınmıştır. Edâ ehliyetinin farklı derecelere sahip olduğu yönünde ifadeler ve temyiz dönemindeki küçüğün yapabileceği işlemlerin özelliklerine ilişkin açıklamalar Debûsî’de de yer alır. Edâ ehliyeti konusuna “kāsır” ve “kâmil” şeklinde bir ayırımla başlanması, hukukî işlemlerin üçlü bir taksimle sistematik biçimde ele alınması Pezdevî ve Serahsî’de gayet açıktır (Debûsî, s. 417-430, 433; Pezdevî, IV, 393 vd., özellikle 411-454; Serahsî, el-Uṣûl, II, 332-353). b) Hayatının herhangi bir döneminde kişinin fiil ehliyetini yok sayarken ve eksik de olsa fiil ehliyetinin varlığını kabul ederken esas alınan ölçüt anlamı. Bu yönüyle temyizin yokluğu fiil ehliyetinin tamamen yok sayılması sonucunu doğurmakta, varlığı diğer şartların bulunup bulunmamasına göre kişiyi tam veya eksik ehliyetli kılmaktadır. Fıkıh ve usul eserlerinde temyiz için daha çok “‘akıl”, mümeyyiz için “‘âkıl” kavramının kullanıldığı görülür. Abdülazîz el-Buhârî’nin, akıl hastasının bazan temyiz gücüne sahip olabilmesine karşılık küçüklüğün ilk dönemindeki kişinin bu niteliklerin (temyiz ve akıl) ikisinden de yoksun bulunduğunu belirtmesi dikkat çekicidir. Ancak onun, temyizi “Allah’ın canlıların doğasına yerleştirdiği, varlıklarını koruyabilmeleri için gerekli olan yararlıyı zararlıdan ayırt edebilme niteliği”, aklı ise “insana özgü olup eşyanın hakikatlerini ve işlerin sonuçlarını idrak edebilme yeteneği” şeklinde tanımladığı göz önüne alındığında bu bağlamda hukukî mânasıyla temyizi belirtmek üzere akıl kavramını kullandığı anlaşılmaktadır (Keşfü’l-esrâr, IV, 448). Öte yandan İbn Kemal ve onu izleyen Hanefî âlimlerinin fakihlerle ilgili sınıflandırmasında mezhepteki farklı görüşlerden kuvvetli ve zayıf olanları ayırt edebilecek durumda olanlar “ashâbü’t-temyîz” diye anılır. Yine temyiz yargılama usul hukukunda, ilk derece veya istînaf mahkemesince verilen bir kararın hukuka uygun olup olmadığının bir üst mahkeme tarafından denetlenmesini ifade eder. Adlî yargı alanında günümüzde bu görevi Yargıtay adıyla yapan kurum Osmanlı Devleti’nin son döneminde Mahkeme-i Temyîz ve Cumhuriyet’in başlarında (1924-1945) Temyiz Mahkemesi adıyla anılıyordu (İslâm tarihinde yargı kararlarının üst mahkeme tarafından denetlenmesi hakkında bk. KAZÂ; MAHKEME; NİZÂMİYE MAHKEMELERİ).
BİBLİYOGRAFYA
Müzenî, el-Muḫtaṣar (Şâfiî, el-Üm içinde, nşr. M. Zührî en-Neccâr), Beyrut 1393, I, 202, 253, 260.
Cessâs, Muḫtaṣaru İḫtilâfi’l-ʿulemâʾ (nşr. Abdullah Nezîr Ahmed), Beyrut 1416/1995, III, 146; V, 206.
Debûsî, Taḳvîmü’l-edille (nşr. Halîl Muhyiddin el-Meys), Beyrut 1421/2001, s. 371-387, 417-430, 433.
Pezdevî, Kenzü’l-vüṣûl (Abdülazîz el-Buhârî, Keşfü’l-esrâr içinde, nşr. Muhammed el-Mu‘tasım-Billâh el-Bağdâdî), Beyrut 1417/1997, IV, 379-463, 571-579.
Serahsî, el-Mebsûṭ, XIII, 154; XXV, 21-22.
a.mlf., el-Uṣûl (nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî), Haydarâbâd 1372 → Beyrut 1393/1973, II, 332-353.
Abdülazîz el-Buhârî, Keşfü’l-esrâr (nşr. Muhammed el-Mu‘tasım-Billâh el-Bağdâdî), Beyrut 1417/1997, IV, 379-463, 571-579.
Molla Fenârî, Fuṣûlü’l-bedâyiʿ, İstanbul 1289, I, 283-296.
İbnü’l-Hümâm, et-Taḥrîr (İbn Emîru Hâc, et-Taḳrîr ve’t-taḥbîr içinde), Bulak 1316 → Beyrut 1403/1983, II, 172-194.
İbn Emîru Hâc, et-Taḳrîr ve’t-taḥbîr, Bulak 1316 → Beyrut 1403/1983, II, 172-194.
Bihârî, Müsellemü’s̱-s̱übût, Bulak 1324, I, 153-164.
Derdîr, eş-Şerḥu’ṣ-ṣaġīr (nşr. Mustafa Kemâl Vasfî), [baskı yeri yok] 1410/1989 (el-Matbaatü’l-asriyye ve mektebetühâ), II, 543.
Bahrülulûm el-Leknevî, Fevâtiḥu’r-raḥamût (Gazzâlî, el-Müstaṣfâ içinde), Bulak 1322, I, 153-164.
Chafik Chehata, Études de droit musulman, Paris 1971, s. 105-106, 110-111, 150.
Aydın Zevkliler, Medenî Hukuk, Diyarbakır 1986, s. 181-261.
Özcan Karadeniz Çelebican, Roma Hukuku, Ankara 1986, s. 200-217.
Jale Akipek – Turgut Akıntürk, Türk Medenî Hukuku Başlangıç Hükümleri Kişiler Hukuku, İstanbul 2007, s. 267-338.
Mustafa Dural – Tufan Öğüz, Kişiler Hukuku, İstanbul 2009, s. 44-90.
“Temyîz”, Mv.F, XIV, 32-36.