- 1/2Müellif: İSMAİL DURMUŞBölüme GitSözlükte very kökünden türeyen tevriye “gizlemek, sözden ilk anlaşılacak mânayı gizleyip başka bir anlam kastetmek” demektir (Lisânü’l-ʿArab, “vry” md...
- 2/2Müellif: MELİHA YILDIRAN SARIKAYABölüme GitTÜRK EDEBİYATI. Tevriye klasik belâgat kitaplarında anlamla ilgili sanatlar arasında zikredilmişse de başka bir dile çevrilmesi halinde sanatı meydana...
https://islamansiklopedisi.org.tr/tevriye#1
Sözlükte very kökünden türeyen tevriye “gizlemek, sözden ilk anlaşılacak mânayı gizleyip başka bir anlam kastetmek” demektir (Lisânü’l-ʿArab, “vry” md.). Kur’ân-ı Kerîm’de “örtmek; örtünmek, gizlenmek” anlamında aynı kökten türeyen fiiller yer almaktadır (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “vry” md.). Belâgatın bedî‘ kısmında mânayı güzelleştiren söz sanatlarının en önemlilerinden olan tevriye biri kelime söylendiğinde herkesçe anlaşılan, diğeri sadece erbabı tarafından bilinen iki anlamlı kelimeyi gizli bir karineye dayanarak uzak anlamında kullanmayı ifade eder. Tevriye düşünülerek gerçeğine ulaşılabildiği için estetik değeri yüksek bir söz sanatıdır. Tevriye’nin yakın mâna (örten unsur: müverrâ bih) ve uzak mâna (örtülen unsur: müverrâ anh) şeklinde iki temel öğesi bulunur. Yakın ve uzak mânaların ikisi de hakikat veya biri hakikat, diğeri mecaz olabilir. Tevriye gelişim tarihi boyunca başka isimlerle de ele alınmıştır. Abdülkāhir el-Cürcânî ile ona uyan Fahreddin er-Râzî, ayrıca Ebû Ya‘kūb Sekkâkî tarafından kullanılan “îhâm/tevhîm” (yanılgıya düşürmek) sanatın muhtevasına en uygun isimlerden biridir. “Tevcîh” de (sözü iki yönlü olarak söylemek) sanata uyan terimlerdendir. Ziyâeddin İbnü’l-Esîr “mugālata ma’neviyye” (anlam yanıltmacası) terkibini kullanmıştır; ayrıca “ibhâm, tahyîl” terimlerine de yer verilmiştir (Safedî, s. 152-161). Tevriye bazı kategorilere ayrılır.
1. Mücerrede. İbnü’n-Nâzım, Hatîb el-Kazvînî ve Telḫîṣ şârihlerine göre sadece yakın anlamla, Safedî’den itibaren İbn Hicce ve diğer belâgat müelliflerine göre hem yakın hem uzak anlamla ilgili hiçbir kayıt içermeyen tevriye türü olup bu da iki çeşittir. Birincisine örnek olarak şu âyetler zikredilebilir: Hz. Yûsuf’un kardeşleri babalarına, “Vallahi sen hâlâ eski dalâlinin içindesin dediler” (Yûsuf 12/95). Tevriye konumunda bulunan dalâlin yakın anlamı “şaşırma, sapıtma” ve uzak anlamı “sevgi” ile ilgili kayıtlar yoktur. Yine, “Sizi vasat bir ümmet kıldık” meâlindeki âyette (el-Bakara 2/143) vasat tevriyesinin yakın anlamı “orta düzeyde”, asıl amaçlanan uzak anlamı ise “hayırlı” ile ilgili kayıt mevcut değildir. Şiirden örnek olarak Muhyiddin b. Zeylâk’ın, “Sen bedr olmasaydın / Hediye etmezdi sana sevr hameli” dizesinde bedr “dolunay” ve Bedreddin adlı memduh, sevr “öküz” ve “boğa burcu”, hamel “kuzu” ve “koç burcu” demektir. Hem yakın hem uzak anlamla ilgili kayıt bulunduğu için hiç kayıt yokmuş (mücerrede) konumunda bulunan ikinci türe örnek olarak şu beyit gösterilebilir: ”رمَى من اللّحظ سهما / به نموت ونَبْلا“ (Bakışlarıyla bir ok fırlattı / Onunla ölür, onunla çürüyüp gideriz; İbn Mükânis). Burada “ok” ve “çürürüz” mânalarına ihtimali olan “neblâ” tevriyesinin yakın anlamıyla ilgili “sehm” (ok), uzak anlamıyla ilgili “nemûtü” (ölürüz) kayıtları mevcuttur.
2. Müreşşaha. Yakın anlamla ilgili kayıt bulunan tevriyedir. Yakın anlam kelimenin açık mânası olduğundan kayıt onu açıklığa kavuşturmak için değil pekiştirmek için getirilir. Bundan dolayı müreşşaha (güçlendirilmiş) sıfatıyla nitelendirilmiştir. İlgili kaydın tevriye kelimesinden önce veya sonra gelmesine bağlı olarak iki şekilde gerçekleşir. a) ”وَالسَّمَاءَ بَنَيْنَاهَا بِأَيْدٍ“ (Göğü kendi ellerimizle kurduk) âyetinde (ez-Zâriyât 51/47) müfessirlerin çoğuna göre “eydî” kelimesi “kuvvet ve kudret” şeklinde yorumlandığından tevriye olup yakın anlamı “eller”, uzak anlam “kudret”tir. İş daha çok ellerle görüldüğü için yakın anlamla ilgili “kurduk” fiili önce getirilmiş bir kayıttır. b) ”قالت قفوا واستمعوا ما جرى / خالي قد هام به عمّي“ (Dedi: Durun da dinleyin olanı / Benim ben’ime herkes tutkundur). Burada yakın anlamı “dayı”, uzak anlamı “ben” olan “hâl” tevriyesinin yakın anlamıyla ilgili “amm” (amca) kaydı sonra gelmiştir, uzak anlamı ise “herkes”tir.
3. Mübeyyene. Bu türde uzak anlamla ilgili kayıt bulunur. Uzak anlam kapalı ve gizli olup sadece erbabı tarafından bilindiğinden kayıt sayesinde açıklığa kavuşmuş olur. Kayıt tevriye kelimesinden önce veya sonra gelebilir. a) ”فَالْيَوْمَ نُنَجِّيكَ بِبَدَنِكَ“ (Bugün seni [Firavun] zırhınla kurtaracağız) âyetinde (Yûnus 10/92) beden kelimesi “vücut” ve “zırh” anlamında tevriye olup kendisinden önce “zırh” anlamıyla ilgili kurtarma kaydı yer almıştır. b) ”ملكت الخافقين فتهت عجبًا / وليس هما سوى قلبي وقرطك“ (Hâfikayn’a mâlik oldun da böbürlendikçe böbürlendin / Halbuki onlar benim kalbimle senin küpenden başka bir şey değildir; İbn Senâülmülk). Burada yakın anlamı “doğu ile batı”, uzak anlamı “bir yer adı” olan Hâfikayn tevriyesinin uzak anlamıyla ilgili kalp ve küpe kayıtları sonra gelmiştir.
4. Müheyyee. Uzak veya yakın anlamla ilgili bir kayıt kelimenin tevriye şeklinde yorumlanmasına hazırlayıcı olur. Kelime bu kayıt bulunmadan tevriye olarak yorumlanamaz. Bunun aksine müreşşah ve mübeyyen tevriyelerdeki pekiştirici ve açıklayıcı kayıtlar olmadan da tevriye teşekkül eder. Ayrıca kayıtlar tevriye kelimesi gibi iki anlama gelebilen lafızlardan meydana gelmez. Bu tür tevriye kelimesinden önce veya sonra bulunması, iki veya daha çok tevriye kelimesinin birbirini desteklemesi biçiminde üç konumda bulunur. a) İbn Senâülmülk asıl adı Ömer olan, Eyyûbîler’in Hama kolunun kurucusu el-Melikü’l-Muzaffer’i övdüğü kasidesinde şöyle demektedir: ”وأظهرتَ فينا من سَمِيّك سنّة / فأظهرتَ ذاك الفرض من ذلك الندْبِ“ (Aramızda adaşının [Hz. Ömer] sünnetini yaşattın da / O gelenekten olarak bu ihsanı farzettin). Beyitte yakın anlamı “farz”, uzak anlamı “ihsan” olan farz tevriyesi, ayrıca yakın anlamı “gelenek” uzak anlamı “işte tezlik” olan nedb tevriyesinden önce bunları tevriye yorumuna hazırlayıcı olarak “sünnet” kaydı gelmiştir. b) Hz. Ali’nin Eş‘as b. Kays hakkındaki, ”إنه كان يحوك الشمالَ بالمين“ (O sağ eliyle örtüler dikerdi) sözünde yakın anlamı “sol el”, uzak anlamı “örtüler” olan “şimal” tevriyesinin hazırlayıcısı konumundaki yemin (sağ el) kaydı sonra gelmiştir. c) Çok tevriyeli. 1. İki tevriyeli. Ömer b. Ebû Rebîa’nın, “Ey Süreyyâ’yı Süheyl’e nikâhlayan / Ömrüne bereket, onlar nasıl birleşebilir ki / Süreyyâ müstakil olunca Şamlı, Süheyl müstakil olunca Yemenlidir” anlamındaki beyitlerinde süreyyâ ve süheyl tevriyelerinin yakın anlamları “yıldız”, uzak anlamları Süreyyâ adlı kadınla Süheyl adlı erkek olup her biri diğerini tevriye anlamını yüklenmeye hazırlamıştır. Süheyl yerine başka bir erkek adı anılsaydı tevriyeli anlam oluşmazdı. Ayrıca burada nikâhlayan ifadesi iki kelimenin uzak mânasını, Şamlı ve Yemenli kayıtları yakın anlamını tevriyeye hazırlamaktadır. Çünkü Süreyyâ Şam tarafında kuzeyde bulunan yıldızın adı, Süheyl de Yemen tarafında güneyde bulunan ay menzilidir. 2. İkiden fazla tevriyeli için Harîrî’nin şu beyti meşhur örnektir: ”وحرفٍ كنون تحت راءٍ ولم يكن / بدالٍ يؤمّ الرسْمَ غيّره النقْطُ“ (Bir deve ki nûn harfi gibi büklüm büklüm olmuş, ciğere ciğere vuran acımasız bir binici altında / Yağmurların değiştirip anıların izlerini sildiği konak kalıntılarına doğru yön tutmuş). Burada “harf, râ, dâl, resm ve nakt” kelimeleri birbirini tevriye yorumuna hazırlayıcı durumdadır. Yakın anlamları “harf, râ, dâl, yazmak, noktalamak”tır. Asıl maksat olan uzak anlamları ise “deve (harf), ciğere vuran (râ’), yumuşak davranan (dâl: delâ’dan), konak yeri kalıntısı (resm) ve yağmur damlaları”dır (nakt).
Tevriye mecazla kinayeden karinesinin gizli olmasıyla, ayrıca yakın ve uzak anlamlar arasında bir alâka bulunmaksızın bağlamdan ve lafzın kendisinden anlaşılmasıyla ayrılır. Mecaz ve kinayede iki anlam arasında bir alâkanın bulunması şarttır ve karine genellikle açık durumda olur. Tevriyenin lugazdan farkı, tevriyede birden çok anlamı olan kelimenin bulunması ve lafzın delâleti şart iken lugazda şart görülmemesidir. Safedî ve İbn Hicce gibi edipler yazdıkları eserlerde tevriyeyi “istihdâm” sanatıyla birlikte ele almışlardır. İstihdâm ve tevriye ortak anlamlı kelimelerden meydana gelmekle birlikte istihdâmda kelimenin kendisiyle bir anlamı, zamir veya zamirleriyle başka anlamı kastedildiği için tevriyeden farklıdır.
Tevriyenin belâgat yönü şu üç özelliğinde saklıdır: 1. Asıl anlatılmak istenen uzak anlamın yakın anlamın arkasından ve perde altından zuhur etmesi, güzel bir kadının cemalinin peçesinin altından görünmesine benzer. 2. Muhatap tevriye sözünü işitince karine gizli olduğu için ilk anda yakın mânayı anlar. Daha sonra düşünerek uzak anlamı bulduğu için ruhunda bir huzur hisseder. 3. Açıkça söylenmesi sakıncalı olan sözlerin yalana başvurmadan örtülü biçimde dile getirilmesine imkân verir. Hicret sırasında Hz. Peygamber için, “Bu kimdir?” diye soranlara ”هادٍ يهديني“ (bana çölde yol gösteren bir rehber) şeklinde tevriyeli cevap veren Ebû Bekir bu suretle hem durumu saklamış hem de yalana başvurmamıştır. Bu sözüyle o yakın anlamıyla “yol gösteren rehber”, uzak anlamıyla “İslâm yolunu gösteren peygamber” demek istemiştir. Sözün bu şekilde anlaşılmasına Resûl-i Ekrem’in konumu bir karine teşkil etmektedir (İbn Hicce, Ḫizânetü’l-edeb, II, 41). Özellikle Kur’an’daki müteşâbih âyetlerin ve hadislerle sahâbe sözlerinin yorumunda en iyi yardımcılardan biri tevriyedir. Sekkâkî, Kur’an’daki müteşâbih âyetlerin çoğunun tevriye üslûbunda olduğunu belirtmiştir (Miftâḥu’l-ʿulûm, s. 427).
Eski Arap şairlerinde tevriye sanatı nâdir görülür. Sekkâkî’nin aktardığı şu dize kadim bir şaire aittir: ”حملناهم طرّأ على الدهم بعدما / خلعنا عليهم بالطعان ملابسا“ (Onların hepsini zincirlere vurduk / Mızrak darbeleriyle giysilerini parçaladıktan sonra). Buradaki “dühm” tevriyesinin yakın anlamı “yağız atlar”, uzak anlamı “bukağılar, zincirler”dir. Tevriye konusunda yeni şairlerle edipler özellikle VII (XIII) ve VIII. (XIV.) yüzyıllarda güzel eserler ortaya koymuş, üstün maharet sergilemiştir. Bunlardan Kādî el-Fâzıl ile İbn Senâülmülk’ten başlayarak İbn Mükânis ve Bedreddin İbnü’d-Demâminî’ye kadar Mısırlı ve Suriyeli birçok şair anılabilir (örnekler için bk. İbn Hicce, Ḫizânetü’l-edeb, II, 46-245).
Tevriye kelimesini terim anlamında ilk kullanan edibin Câhiz (ö. 255/869) olduğu söylenirse de Câhiz tevriyeyi “bir şeyi diğeriyle örtmek, gizlemek” şeklinde sözlük mânasında kullanmıştır (Kitâbü’l-Ḥayevân, V, 277, 280). Tevriyeye terim içeriğiyle belki de ilk defa yer veren İbn Reşîḳ el-Kayrevânî onu işaret kapsamında ve işaret yoluyla bir anlama delâlet eden belâgat çeşitlerinden saymış ve kinayeye benzer bir tür olarak değerlendirmiştir (el-ʿUmde, I, 280). Daha sonra Abdülkāhir el-Cürcânî, Fahreddin er-Râzî ve Sekkâkî onu “ihâm” adıyla incelemiştir. İbn Münkız konuyu tevriye adıyla ele almış, belki de terim anlamına en yakın açıklamayı ilk defa o yapmıştır. İbn Münkız tevriyeyi “iki anlamlı kelimeden kastedilen anlamın diğer anlamla örtülüp gizlenmesi” diye tanımlamıştır (el-Bedîʿ, s. 60). İbn Ebü’l-İsba‘ın, “söz sahibinin kelimenin muhtemel iki anlamından birini kullanıp diğerini ihmal etmesi ve asıl muradının ihmal ettiği mâna olması” şeklindeki açıklaması terim anlamına daha yakındır. Şehâbeddin Mahmûd el-Halebî ile Nüveyrî, Kur’an’da da örnekleri bulunduğu için îhâm kavramını uygun bulmamış, konuyu “tahyîl” başlığı altında ele almıştır. “Uzak ve yakın iki mânası olan kelimenin uzak anlamını kastetmek” şeklindeki yerleşmiş tevriye tanımı Abdülkāhir el-Cürcânî, Fahreddin er-Râzî, Sekkâkî, İbnü’n-Nâzım ve Hatîb el-Kazvînî çizgisinde devam etmiş, Telḫîṣ şârihleri de buna uymuştur. Tevriyenin mücerrede ve müreşşaha türlerini muhtemelen ilk defa İbnü’n-Nâzım ortaya koymuş, Kazvînî de ondan yararlanmıştır. Ancak her iki müellif mücerredeyi sadece yakın anlamla ilgili kayıt taşımamakla sınırlandırmıştır. Bu anlayışı Telḫîṣ şârihleri de sürdürmüştür. Tevriyenin dört türünü ilk ortaya koyan Safedî olmuştur. Safedî, Fażżü’l-ḫitâm ʿani’t-tevriye ve’l-istiḫdâm adıyla bir eser yazmış, İbn Hicce ondan esinlenerek Keşfü’l-lis̱âm ʿan vechi’t-tevriye ve’l-istiḫdâm’ı kaleme almıştır. İbn Hicce, tevriyeye 200 sayfadan fazla yer verdiği Ḫizânetü’l-edeb’inde (II, 40-253) anılan eserinin muhtevasını yansıtmış olmalıdır. Tevriye sanatının yoğun biçimde kullanıldığı Endülüs’te İbn Hâtime’nin divanındaki tevriye içeren şiirleri öğrencisi İbnü’z-Zerkāle müstakil bir eserde toplamıştır.
BİBLİYOGRAFYA
Câhiz, Kitâbü’l-Ḥayevân, V, 277, 280.
İbn Reşîḳ el-Kayrevânî, el-ʿUmde (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1353/1934, I, 280-282.
İbn Münkız, el-Bedîʿ fî naḳdi’ş-şiʿr (nşr. Ahmed Ahmed el-Bedevî – Hâmid Abdülmecîd), Kahire 1380/1960, s. 60 vd.
Fahreddin er-Râzî, Nihâyetü’l-îcâz (nşr. Bekrî Şeyh Emîn), Beyrut 1985, s. 291.
Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî, Miftâḥu’l-ʿulûm (nşr. Naîm Zerzûr), Beyrut 1403/1983, s. 427.
Ziyâeddin İbnü’l-Esîr, el-Mes̱elü’s-sâʾir (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Beyrut 1411/1990, II, 203-210.
İbn Ebü’l-İsba‘, Bedîʿu’l-Ḳurʾân (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1392/1972, s. 102-103.
a.mlf., Taḥrîrü’t-Taḥbîr (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1383/1963, s. 268-274.
İbnü’n-Nâzım, el-Miṣbâḥ fi’l-meʿânî ve’l-beyân ve’l-bedîʿ (nşr. Abdülhamîd Hindâvî), Beyrut 1422/2001, s. 252-254.
Şehâbeddin Mahmûd, Ḥüsnü’t-tevessül ilâ ṣınâʿati’t-teressül (nşr. Ekrem Osman Yûsuf), Bağdad 1400/1980, s. 248-251.
Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, VII, 131-132.
Hatîb el-Kazvînî, el-Îżâḥ (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî), Kahire 1400/1980, s. 499-501.
Şürûḥu’t-Telḫîṣ, Kahire 1937, IV, 322-326.
Yahyâ b. Hamza el-Alevî, eṭ-Ṭırâẓü’l-müteżammin fî esrâri’l-belâġa, Kahire 1332/1914, III, 62-66.
İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Fevâʾid, Kahire 1327, s. 136 vd.
Safedî, Fażżü’l-ḫitâm ʿani’t-tevriye ve’l-istiḫdâm (nşr. M. Abdülazîz el-Hinnâvî), Kahire 1399/1979, tür.yer.
Teftâzânî, el-Muṭavvel, İstanbul 1304, s. 330-331.
Zerkeşî, el-Burhân, III, 445-447.
İbn Hicce, Keşfü’l-lis̱âm ʿan vechi’t-tevriye ve’l-istiḫdâm, Beyrut 1312, tür.yer.
a.mlf., Ḫizânetü’l-edeb (nşr. Selâhaddin el-Hevvârî), Beyrut 1426/2006, II, 40-253.
İbn Ma‘sûm, Envârü’r-rebîʿ fî envâʿi’l-bedîʿ (nşr. Şâkir Hâdî Şükr), Necef 1388/1968, V, 5-15.
Besyûnî Abdülfettâh Besyûnî, ʿİlmü’l-bedîʿ, Kahire 1408/1987, s. 45-56.
Ahmed Matlûb, Muʿcemü’l-muṣṭalaḥâti’l-belâġıyye ve teṭavvürühâ, Beyrut 1996, s. 433-437.
https://islamansiklopedisi.org.tr/tevriye#2-turk-edebiyati
TÜRK EDEBİYATI. Tevriye klasik belâgat kitaplarında anlamla ilgili sanatlar arasında zikredilmişse de başka bir dile çevrilmesi halinde sanatı meydana getiren anlam çokluğu kaybolacağından lafız sanatları arasında da gösterilmiştir (Cevdet Paşa, s. 168; Bilgegil, s. 192). Bazı belâgat kitaplarında tevriye îhâmdan sayılmış, tahyîl, tevcih, mugalata, zülvecheyn, cinâs-ı ma‘nevî, kinaye ve ibham sanatlarıyla birlikte incelenmiştir. Recâizâde Mahmud Ekrem, “diğer bir şeyi hatıra getirmek için bir şey söylemek” biçimindeki tanımı altında tevriye ve telmihi birleştirmiştir (Ta‘lîm-i Edebiyyât, s. 273). Belâgat kitaplarında tevriye ve îhâm konusundaki farklılık şairin maksadıyla alâkalıdır. Buna göre tevriyede kelimenin yakın anlamı ikinci planda tutularak uzak anlam hedeflenir. “Vehme, şüpheye düşürmek” anlamındaki îhâm ise şairin veya edibin birden fazla anlama gelen bir kelimeyi hangi anlamda kullandığının kesin biçimde bilinememesidir. Özellikle Türkçe belâgat kitaplarında bazan her iki kavrama aynı anlama delâlet etmek üzere yer verilmiştir (Coşkun, s. 114-118).
Tevriyeyi oluşturan kelimenin yakın anlamı ve uzak anlamı vardır. Yakın anlamı kelimenin akla ilk gelen temel anlamı olup bu anlam diğer kelimelerle desteklenir. Uzak anlam ise yine ifadedeki bazı kelimelerin yönlendirmesiyle ortaya çıkar. Bu ikinci anlamla söyleyiş zenginleştirilir. Meselâ Hayâlî için söylenen, “Sözü dilde hayâli gözde kaldı” mısraındaki hayâli kelimesiyle ilk kastedilen kelimenin temel anlamıdır. Ancak bu kelimeyle şairin mahlası da kastedilmek suretiyle mısraın anlamı zenginleştirilmiştir. Mısrada yer alan dil kelimesinin anlamı Farsça’da “gönül”, Türkçe’de “lisan”dır. Hayâli kelimesinin yakın anlamı dil kelimesinin her iki anlamıyla uyuşmaktadır. Bâkî, “Minnet Hudâ’ya devlet-i dünyâ fenâ bulur / Bâkî kalır sahîfe-i âlemde adımız” beytinde yakın anlamı “kalıcı olan”, uzak anlamı şairin mahlasını ifade eden bâkî kelimesi tevriyeli kullanılmıştır. Tevriyede bir sebebe/nükteye bağlı olarak maksat gizlenir. Zira maksadı işaret yoluyla veya dolaylı biçimde anlatmak sözü daha etkili hale getirir. Maksadın uzak mâna ile ifadesi anlatıma bir incelik katıyorsa veya anlatımı daha güçlü ve etkili hale getiriyorsa tevriyeye başvurulur. Böylece şair bir tür zekâ oyunuyla söze anlam zenginliği kazandırmış olur.
Tevriye yapılışına ve anlam özelliklerine göre çeşitlilik göstermektedir. Yapılışlarına göre tevriyeler dörde ayrılır. 1. Mücerret tevriye. İfadede tevriyeli kelimenin yakın veya uzak anlamından birine ait bir işaret bulunmayan tevriyedir. Mücerret tevriyelerin bir kısmında kelimenin uzak anlamı niyet, muhatap, zaman ve mekân gibi ifade dışı unsurlarla belirlenir; buna “hal tevriyesi” denilebilir (a.g.e., s. 107). Meselâ Hüsnî’nin, “Sordum nigârı dediler ahbâb / Semt-i Vefâ’da doğru yoldadır” beytinde vefa ve doğru yol kelimelerinde tevriye vardır. Vefa semti tamlaması yakın anlam olarak sevgilinin bulunduğu yeri, İstanbul’daki Vefa semtini, uzak anlamıyla sevgilinin vefakâr ve sadık olduğunu belirtmektedir. Vefanın yakın anlamının semt ismi olması için sevgilinin Vefa’da oturması ve orada oturduğunun bilinmesi gerekir. Yine “doğru yoldadır” sözü yakın anlamıyla sevgilinin evinin Vefa semtinde yol üzerinde olduğunu veya Doğruyol caddesinde bulunduğunu, uzak anlamıyla sevgilinin iffet sahibi olduğunu bildirmektedir. 2. Müreşşah tevriye. Tevriyeli kelimeden önce veya sonra yakın anlamla ilgili kelime ya da söz diziminin zikredilmesiyle meydana gelir. Meselâ, “Verdim gönül o gül-ruhun âline aldanıp / Etmezdi kimse eylediğim rengi ben bana” beytinde al kelimesi (kırmızı / hile, tuzak) tevriyeli kullanılmış olup gül-ruh (gül yanaklı) terkibiyle ikinci mısradaki renk kelimesi (renk / hile, aldatmaca) al kelimesinin yakın anlamının kırmızı olduğunu göstermektedir. 3. Mübeyyen tevriye. Tevriyeyi meydana getiren kelimeden önce veya sonra uzak anlamla ilgili bir kelimenin zikredilmesiyle oluşur. Nâilî’nin, “Kûyunda nâle kim dil-i müştâktan kopar / Bir nağmedir hicâzda uşşâktan kopar” beytinde hicaz (Mekke ve Medine / hicaz makamı) ve uşşak (âşıklar / uşşak makamı) kelimeleri tevriyeli kullanılmış, uzak anlam olarak da nağme kelimesiyle irtibatlandırılmıştır. 4. Müheyyi tevriye. Tevriyeli kelimenin uzak mânasıyla ilgili bir veya birkaç sözün daha önce zikredilerek ikili anlama zemin hazırlanan tevriyedir. Keçecizâde İzzet Molla’nın, “Tecemmu‘ eyleyip meydân-ı lahme / Tuz ekmek hâini bir nice bâğî / Koyup kaldırmadan ikide birde / Kazan devrildi söndürdü ocağı” mısralarında şair ocak kelimesini tevriyeli kullanmış, uzak anlam yerine Yeniçeri Ocağı’nı hedeflemiş, “kazan devrildi” sözüyle zihni bu algıya hazırlamıştır.
Tevriye sanatının en önemli kaynağı cinaslı kelimelerdir. Bu sebeple bazı belâgatçılar tevriyeyi “cinâs-ı ma‘nevî” şeklinde tanımlamaktadır (a.g.e., s. 108). Fuzûlî’nin, “Sakın gönlüm yıkarsın pendden dem urma ey nâsih / Hevâ-yı nefs ile bir mülkü vîrân eylemek olmaz” beytinde Arap harflerinden nûn, fâ, sîn ile (n-f-s) yazılan kelime hem “nefs” hem “nefes” biçiminde okunabilmektedir. Kelimenin birinci anlamı nefistir (benlik). Beytin vezni ve genel anlamı kelimenin nefs şeklinde okunmasını gerekli kılmaktadır. Buna rağmen beyitteki hevâ ile (hava, nefes) dem (soluk, nefes) kelimenin “nefes” anlamını desteklemektedir. Yine Zâtî’nin, “Gül gülse dâim ağlasa bülbül aceb değil / Zîrâ kimine ağla demişler kimine gül” beytinde ikinci gül kelimesinde böyle bir tevriye mevcuttur.
Tevriye sanatını besleyen öğeler arasında kelime ve deyimlerin asıl anlam, yan anlam ve mecaz anlamları önemli yer tutar. Böylece cümle içinde asıl anlamıyla kullanılan bir kelimenin yan anlamı ve mecazi mânası tenâsüple çağrıştırılarak tevriye yapılabilir. Benzer şekilde mecazi mâna ile kullanılan bir kelimenin yan ve asıl anlamı kastedilerek de yapılabilir. Bunun yanında tevriyeli kelimenin uzak ve yakın anlamlarının her ikisi hakiki veya her ikisi mecazi olarak kullanılabilir. Mecazi anlam, yan ve asıl anlama dayalı tevriyeler cinasa dayalı tevriyeler kadar etkili değildir. Ancak kelimenin temel anlamıyla mecazi anlamı arasındaki ilgi zayıfladığında mecazlı tevriyeler de cinaslı tevriyeler kadar bedîî olur. Ziyâ Paşa’nın, “Pek rengine aldanma felek eski felektir / Zîrâ feleğin meşreb-i nâ-sâzı dönektir” beytindeki dönek kelimesinde mecaz anlamıyla asıl anlam birlikte kastedilmiştir. Öte yandan deyimler tevriye sanatının önemli kaynaklarındandır. Mecazi anlamıyla kullanılan bir deyimin gerçek anlamının ifadeye uygun düşmesi tevriye için bir yoldur. Yûnus Emre’nin, “Ben toprak oldum yoluna sen aşurı gözetirsin / Şu karşıma göğüs geren taş bağırlı dağlar mısın” beytinde teşbih yoluyla oluşturulan taş bağırlı (acımasız / dağların içinin taş oluşu) deyimi tevriyeli kullanılmıştır.
BİBLİYOGRAFYA
Muallim Nâci, Edebiyat Terimleri: Istılâhât-ı Edebiyye (haz. M. A. Yekta Saraç), İstanbul 2004, s. 114-115.
Ahmed Cevdet Paşa, Belâgat-ı Osmâniyye, İstanbul 1299, s. 168-169.
Recâizâde Mahmud Ekrem, Ta‘lîm-i Edebiyyât, İstanbul 1299, s. 273-278.
M. Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilgi ve Teorileri: Belâgat, İstanbul 1989, s. 192-197.
Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügatı, İstanbul 1994, s. 159-160.
M. A. Yekta Saraç, Klâsik Edebiyat Bilgisi Belâgat, İstanbul 2000, s. 177-181.
Menderes Coşkun, Sözün Büyüsü Edebî Sanatlar, İstanbul 2007, s. 104-128.
İskender Pala, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, İstanbul 2007, s. 454.
İsa Kocakaplan, Açıklamalı Edebî Sanatlar, İstanbul 2008, s. 184-187.
Hasan Aktaş, Klasik Türk Şiirinde Edebi Sanatlar, Edirne, ts. (Yort Savul Yayınları), s. 104-109.