https://islamansiklopedisi.org.tr/za
Ebced sisteminin yirmi yedinci harfi olarak sayı değeri 900’dür. Nabat alfabesinin yirmi iki harfine eklenen ve “revâdif” adı verilen Arap diline has altı fonemden (s̱ ḫ ẕ ż ẓ ġ) biridir. Yazılışı bir nokta ile ”ط“dan ayrıldığı için “ṭâ-i mu‘ceme / ẓâ-i mu‘ceme” adlarıyla da anılır. Konuşma dilinde “zı” olarak söylenir. Halîl b. Ahmed ẓâ’ kelimesinin “pörsümüş kadın memesi” anlamına geldiğini kaydeder (el-Ḥurûf, s. 30). Islıklılardan yumuşak-kalın ẓ fonemi, Leys b. Muzaffer’in Halîl b. Ahmed’den naklettiğine göre yalnız Arap diline has bir harftir (Lisânü’l-ʿArab, “ẓâʾ” md.). Bununla birlikte Arapça’da da çok az kelime birleşiminde yer alır. C. Brockelmann, ana Sâmî dilde dişler arası kalın s̱â foneminin klasik Arapça’da diş gerisi fonemi halini alması sonucunda ẓ sesinin oluştuğunu belirtir (Précis de linguistique, s. 71-72). Sâmî dillerde bulunan yumuşak dâd (ż) ve zâ (ẓ) fonemleri dil gerisinin üst diş etlerine doğru yükseltilerek hemzeli bir telaffuzla çıkarılır ve ilki boğuk (hems), ikincisi açık (cehr) bir ses kalitesine sahiptir. Ana Sâmî dilde ve kadim Arapça’da dişler arasından hava sızmasıyla meydana gelen ıslıklı diş fonemlerinden olan dâd ve zâ kalın seslerden olarak bazı bedevî lehçelerinde aslî telaffuzlarını korumuştur. Bu iki ses, kadim Arapça’da arka diş seslerine dönüşerek biri zâ yumuşak-açık, diğeri sert-boğuk ses değerlerine sahip olmuştur (a.mlf., Fıḳhü’l-luġāti’s-Sâmiyye, s. 39, 49-50). H. Zimmern, Arap dilindeki zâ foneminin Ârâmîce’de tâ (ṭ), eski Ârâmîce yazıtlarda ayrıca sâd (ṣ), İbrânîce, Akkadca ve Habeşçe’de de sâd şeklinde görüldüğünü belirtir (Vergleichende Grammatik, s. 50). Günümüzdeki Arap lehçelerinin çoğunda zâ telaffuzu dâd telaffuzuyla aynîleşmiştir ve birçok lehçede zâ fonemi ”ض - ظ“ veya ”ث - ظ“ arası bir sese dönüşmüştür. Zâ fonemi Irak lehçeleriyle Suriye Deyrizor lehçelerinde ”ض“ fonemi ”ظ“ şeklinde telaffuz edilmektedir. Zâ foneminin son derece hoş, asil ve zarif bir ses olmasına rağmen Arapça kelimelerde az yer alması Araplar’ca geç keşfedilmesi, diğer seslerle fonetik uyuşmazlığı ve ince-peltek “zâl”in (ẕ) onun yerine ikame edilmesi gibi sebeplere dayandırılmaktadır (Hasan Abbas, s. 125-126).
Halîl b. Ahmed ve Sîbeveyhi ile kadim kıraat ve tecvid âlimlerine göre sâ (ث) ve zâl (ذ) ile birlikte “zâ”nın mahreci dil ucu ile ön diş uçları arasıdır (el-Ḥurûf ve’l-edevât, s. 79; el-Kitâb, IV, 433). İbn Cinnî de bu konuda onlara uymuştur (Sırru ṣınâʿati’l-iʿrâb, I, 47). İbn Sînâ “zâ”nın mahrecinin sâ ile “zâl”dan önce geldiğini, “zâ”nın, mahreç sahasını paylaştığı bu iki harfe göre üst ön dişlerin ve dilin tam ucundan değil az gerisinden çıktığını ifade etmiş, ayrıca “zâ”nın telaffuzunda hava hapsinin tam olmadığını, işmama (sükûndan sonra dudakları yumma) benzer bir hapsin söz konusu edilebileceğini belirtmiştir (Meḫâricü’l-ḥurûf, s. 18, 40). Halîl, Sîbeveyhi ve İbn Cinnî’ye göre zâ gibi cehr sıfatına sahip harflerin telaffuzunda dilin mahrece dayanması tam olduğundan soluk akışı kesilir, dayanma bitince de ses akışı gerçekleşir. Bu dilciler “zâ”nın rihve sıfatı gereği istendiğinde ses akışının olabileceğini ifade etmişlerdir. Kalın harfler (خ، ص، ض، ط، ظ، غ، ق) isti‘lâ sıfatından dolayı dilin üst damağa doğru yükselme hareketiyle meydana gelir. Bunlardan ”ص، ض، ط، ظ“ harflerinde ise yükselmenin yanında ıtbâk (kalınlık) sıfatı gereği dilin üst damağa doğru kapaklanmasıyla daha kalın bir ses oluşumuna imkân verildiğinden bu dört harf en kalın nitelikli fonemlerdir. İbrâhim Enîs ve Mahmûd es-Sa‘rân gibi çağdaş dilciler bu dört harfin, dil ucu ve üst ön diş etleriyle dil kökü ve hizasındaki üst damak olarak iki mahreç sahasının bulunduğunu, dil ucu üst ön diş etlerine dayanırken aynı anda dil kökünün de hizasındaki üst damağa doğru kalktığını ve dil ortasının derin-çukur (muka‘‘ar) bir hal aldığını belirtir. Çağdaş dilcilerin bu görüşünü, Radıyyüddin el-Esterâbâdî’nin damağın dil üzerinde tabak gibi bir konumda bulunduğu, tecvid âlimi ve Beyânü cühdi’l-muḳıl sahibi Saçaklızâde Mehmed Efendi’nin ise dilin kavisli bir hal aldığı şeklindeki açıklamaları teyit etmektedir (Gānim Kaddûrî el-Hamed, ed-Dirâsât, s. 288-289). “Zâ”yı “zâl”dan ayıran şey “zâ”daki ıtbâk sıfatıdır. Çünkü her iki harf çıkma yerlerinin yumuşak-sızıcı-peltek ses kalitesi bakımından benzeşir. Ayrıca ”ض“ ile ”ظ“ isti‘lâ ve ıtbâk sıfatlarına sahip kalın harfler olarak eskiden beri birbiriyle en çok karıştırılan fonemlerdendir. “Dâd”ın telaffuzunun biraz uzatılması onu “zâ”dan ayıran bir nitelik (istitâle) diye belirtilirse de iki ses yine de kadim zamanlardan itibaren birbiriyle karıştırılmıştır. Nitekim bir kişi Hz. Ömer’e “ẓaby”ı (ceylan) kastederek “Ḍaby’dan kurban olur mu?” diye sormuş, O da, “Şunu ẓaby desen ne olur?” deyince o kişi de “Bu bizim lehçemiz” diye cevap vermiştir. Bunun üzerine Hz. Ömer, “Hiçbir yaban hayvanı kurban olmaz” demiştir (Gānim Kaddûrî el-Hamed, ed-Dirâsât, s. 266). V. (XI.) yüzyıl kıraat âlimlerinden Abdülvehhâb el-Kurtubî kendi zamanındaki kurrânın çoğunun “dâd”ı zâ mahrecinden çıkardığını ifade eder (el-Muvażżaḥ, s. 114).
Birçok lehçede dâd daha zarif bir ses olan zâ sesiyle telaffuz edildiğinden bu iki harfin fonetik farklarının belirlenmesi veya gerek Arap dilinde gerekse Kur’an’da bunları içeren kelimelerin ayırt edilmesi amacıyla kıraat ve dil âlimleri tarafından birer lugat risâlesi olarak seksenden fazla kitapçık kaleme alınmıştır. Sadece İbn Mâlik et-Tâî Urcûze fi’ḍ-ḍâd ve’ẓ-ẓâʾ, el-Farḳ beyne’ḍ-ḍâd maʿa’ẓ-ẓâʾ, el-İʿtiżâd fi’l-farḳ beyne’ẓ-ẓâʾ ve’ḍ-ḍâd, el-iʿtimâd fî neẓâʾiri’ẓ-ẓâʾ ve’ḍ-ḍâd, el-İrşâd fi’l-farḳ beyne’ẓ-ẓâʾ ve’ḍ-ḍâd gibi çok sayıda risâle yazmıştır. İbn Kuteybe’ye (ö. 276/889) nisbet edilen Kitâbü’ḍ-Ḍâd ve’ẓ-ẓâʾ, Kitâbü’l-Farḳ beyne’ḍ-ḍâd ve’ẓ-ẓâʾ gibi risâlelerle başlayan bu literatür faaliyeti modern zamanlara kadar devam etmiş, Muhammed b. Ahmed el-Ensârî, Ebû Bekir Ahmed b. İbrâhim el-Kayrevânî, İbn Müzâhim, Batalyevsî, Kemâleddin el-Enbârî, Alemüddin es-Sehâvî, Ahmed İzzet Efendi, Muhammed Rızâ b. Hindî gibi âlimler bu konuda eser yazmıştır. Birçoğu manzum olan bu eserlerin en hacimlisi Mühezzebüddin Muhammed b. Hasan el-Cerbâzekānî’nin (ö. IV./X. yüzyılın ikinci yarısı) Kitâbü’r-Revḥa (fî ḥarfeyi’ḍ-ḍâd ve’ẓ-ẓâʾ) adlı eseridir. 600 sayfa tutarındaki kitabın iki cilt halinde tıpkıbasımı Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki (Fâtih, nr. 5195) müellif nüshası esas alınarak Fuat Sezgin tarafından gerçekleştirilmiştir (Frankfurt 1405/1985). “Zâ”nın “sâ” şeklinde telaffuzu gerek Kur’an kıraatinde gerek şiir inşadında hoş karşılanmamıştır (Gānim Kaddûrî el-Hamed, el-Medḫal, s. 73). Diş sesleri olan ”ث، ذ، ظ“ çeşitli Arap lehçelerinde fasih dildeki asıl seslerinden uzaklaşmıştır (a.g.e., s. 284). Zâ sesindeki kalınlık vasfı imale yapılmasına engel teşkil etmektedir. Ârâmî-Arabî arasında bir alfabe olan Nabat alfabesinde ”ظ“ fonemi ”ط“ya dönüşmüştür: ”ناظُور ⟵ ناطُور“ (bekçi, reis), ”المستنظر ⟵ المستنطر“ (mühlet isteyen) gibi. Sa‘leb, örneklerdeki ”ط“ foneminin dönüşme değil sahih harf olduğunu ifade eder (İbn Cinnî, I, 227-228). Arap dilinde çıkış yerleri farklı ”ذ، ز، ض، ظ“ fonemleri Türkçe’deki alıntı sözcüklerde hep aynı z sesiyle söylenir ve yazılır. İnce ünlülerle kullanılan z ilk iki foneme, kalın ünlülerle geçen z ise son iki foneme tekabül edebilir. Ancak ż sesi bazan “d”, bazan da “z” ile karşılanır: Kāḍî, rıḍvân, ḍarb, każâ, rıżâ, râżî gibi.
Özellikle Kur’an kıraatinde uygulanan idgam türü ses dönüşümünde zâ fonemi kendini izleyen ”ث، د، ذ، ز، س، ش، ض، ط، ن“ harflerine dönüşür, zâ ortadan kalkınca onun yerine bu harfler ikileştiğinden şeddeli olarak okunur: ”حَفِظْنَاهَا (el-Hicr 15/17), احفظ ثابتا، احفظ ذلك، احفظ زردة، احفظ سلمة، احفظ شَنْبَاءَ، احفظ ضرمة“ örneklerinde “zâ”nın kendini izleyen harflere dönüşmesi gibi (Halîl b. Ahmed, el-Ḥurûf ve’l-edevât, s. 190-200). Ayrıca ”ت، ث، د، ذ، ط“ harfleri idgam neticesi kendilerini izleyen zâ harfine dönüşür ve bu harflerin yerine ”حَمَلَتْ ظُهُورُهُمَا“ (el-En‘âm 6/146), ”الْمَلَائِكَةُ ظَالِمِي“ (en-Nahl 16/28), ”لَقَدْ ظَلَمَكَ“ (Sâd 38/24), ”مِنْ بَعْدِ ظُلْمِهِ“ (el-Mâide 5/39), ”يُرِيدُ ظُلْمًا“ (el-Mü’min 40/31), ”إِذْ ظَلَمُوا“ (en-Nisâ 4/64) örneklerinde görüldüğü gibi zâ şeddeli telaffuz edilir (a.g.e., s. 190-200; Abdüssabûr Şâhin, s. 135, 139, 146, 226). Morfolojik ses dönüşümü olarak ilk harfi ”ظ“ olan bir fiil “iftiâl” kalıbına intikal edince kalın ses uyumu gereği, ”ت“nin ”ط“ veya ”ظ“ya dönüşmesi gerekir, ”ظلم ⟵ اظتلم ⟵ اظطلم / اظّلم“ gibi. Yine ilk harfi ”ظ“ olan bir fiil “tefâ‘ale, tefa‘‘ale, tefa‘lele” kalıplarına aktarılınca baştaki ”ت“nin ”ظ“ya dönüşerek çiftlenmesi ve şeddelenmesi, sakin harfle başlanamayacağı için de baş tarafa hemze-i vasıl eklenmesi câiz olur ve fiilin muzâri kipinde de bu dönüşüm geçerli sayılır: ”ظلم ⟵ تظلّم ⟵ ظّلّم ⟵ اظّلّم“ gibi. Zâ fonemi, başta dâd olmak üzere ”ج، د، ذ، ز، س، ص، ط“ fonemleriyle lugavî değişim ve dönüşüme girerek aynı ya da yakın anlamda birçok kelimenin oluşmasına imkân vermiştir: ẓ/d: feyẓ/feyd (ölmek); ẓ/ż: ʿaẓẓ/ʿażż (ısırmak), ḳarẓ/ḳarż (övmek); ẓ/ẕ: vaḳẓ/vaḳẕ (öldürmek); ẓ/ṭ: meşaẓ/meşaṭ (el sertleşmek) gibi. Zâ fonemi sesindeki hoşluk ve zariflikle kalınlığın bir yansıması olarak dahil olduğu fiillerin anlamına azamet, parlaklık, şıklık, sertlik gibi mânalar yükler (Hasan Abbas, s. 123-126).
BİBLİYOGRAFYA
Halîl b. Ahmed, el-Ḥurûf (nşr. Ramazan Abdüttevvâb), Kahire 1389/1969, s. 30.
a.mlf., el-Ḥurûf ve’l-edevât (nşr. Hâdî Hasan Hammûdî), Maskat 1428/2007, s. 79-83, 190-201.
Sîbeveyhi, el-Kitâb (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1403/1983, IV, 239, 433-436.
Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, Kitâbü’l-İbdâl (nşr. İzzeddin et-Tenûhî), Dımaşk 1379-80/1960-61, I, 235, 378; II, 21-22, 140, 198, 256, 267-272, 283.
İbn Cinnî, Sırru ṣınâʿati’l-iʿrâb (nşr. Hasan Hindâvî), Dımaşk 1405/1985, I, 46, 47, 60, 61, 62, 227-228.
İbn Sînâ, Meḫâricü’l-ḥurûf (nşr. ve trc. Pervîz Nâtil Hânlerî), Tahran 1333, s. 18, 40, 44.
Abdülvehhâb b. Muhammed el-Kurtubî, el-Muvażżaḥ fi’t-tecvîd (nşr. Gānim Kaddûrî el-Hamed), Amman 1421/2000, s. 114.
H. Zimmern, Vergleichende Grammatik der Semitischen Sprachen, Berlin 1898, s. 50, 71.
C. Brockelmann, Précis de linguistique sémitique (trc. W. Marçais – M. Cohen), Paris 1910, s. 71-72.
a.mlf., Fıḳhü’l-luġāti’s-Sâmiyye (trc. Ramazan Abdüttevvâb), Riyad 1397/1977, s. 39, 49, 50.
Naim Hazım Onat, Arapçanın Türk Diliyle Kuruluşu, İstanbul 1944, I, 129, 184, 192-193, 213, 220, 258, 265-266.
Mahmûd es-Sa‘rân, ʿİlmü’l-luġa, Kahire 1962, s. 168.
Gānim Kaddûrî el-Hamed, ed-Dirâsâtü’ṣ-ṣavtiyye ʿinde ʿulemâʾi’t-tecvîd, Bağdad 1406/1986, s. 266-274, 287-295, 320, 477.
a.mlf., el-Medḫal ilâ ʿilmi eṣvâti’l-ʿArabiyye, Amman 1425/2004, s. 73, 87, 272-275, 284, ayrıca bk. tür.yer.
Abdüssabûr Şâhin, Es̱erü’l-ḳırâʾât fi’l-eṣvât ve’n-naḥvi’l-ʿArabî: Ebû ʿAmr b. el-ʿAlâʾ, Kahire 1408/1987, s. 135, 139, 146, 226.
Emîl Bedî‘ Ya‘kūb, Mevsûʿatü’l-ḥurûf fi’l-luġati’l-ʿArabiyye, Beyrut 1408/1988, s. 283.
Hasan Abbas, Ḫaṣâʾiṣü’l-ḥurûfi’l-ʿArabiyye ve meʿânîhâ, Dımaşk 1998, s. 123-126.
İbrâhim Enîs, el-Eṣvâtü’l-luġaviyye, Kahire, ts. (Mektebetü nehdati Mısr), s. 50, 120-121, 126-127.
İsmail Durmuş, “Harf”, DİA, XVI, 161.