https://islamansiklopedisi.org.tr/abdullah-efendi-yenisehirli
Doğum tarihi bilinmemektedir. İlk tahsilini memleketi olan Yenişehir’de yaptıktan sonra İstanbul’a geldi, medrese tahsilini burada tamamladı. Ruûs imtihanını kazandıktan sonra çeşitli medreselerde müderrislik yaptı; Süleymaniye Dârülhadis müderrisliğine kadar yükseldi. Daha sonra kadılık mesleğini seçerek fetva emaneti, Halep ve Bursa kadılığı görevlerinde bulundu. İstanbul kadılığı pâyesiyle ordu kadısı olarak Mora seferine katıldı (1715). Sefer dönüşünde Anadolu kazaskerliği pâyesini aldı, daha sonra da fiilen Anadolu kazaskeri oldu. Bu görevden azledildikten bir süre sonra Rumeli kazaskerliği pâyesini aldı. Şeyhülislâm İsmâil Efendi’nin azli üzerine, o sırada sadâret kaymakamı olan Damad İbrâhim Paşa’nın gayreti ve tavsiyesiyle 7 Mayıs 1718’de şeyhülislâmlığa getirildi.
On iki yıl dört ay yirmi üç gün gibi uzun bir süre şeyhülislâmlık makamında kalan, III. Ahmed ve özellikle İbrâhim Paşa ile çok iyi anlaşan Abdullah Efendi, bu devrin bilhassa kültür faaliyetlerinde müessir olmuştur. Ancak saltanatının sonlarına doğru padişaha İbrâhim Paşa’nın tutumundan memnun olmadığını söyledi; hatta zaman zaman da idareye muhalif zümre ile görüşüp İbrâhim Paşa’yı tenkit etti. Patrona İsyanı’nın çıkması üzerine, İbrâhim Paşa’nın en sert muhaliflerinden biri oldu. III. Ahmed’in İbrâhim Paşa’yı tutması ve kendisinin yaptığı ikazlara itibar etmemesi yüzünden padişahı da tenkit etmekten geri kalmadı. Ancak, yaptığı konuşmalardan, şeyhülislâmın bu telâşının asıl sebebinin kendisini töhmetten kurtarmak olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim ihtilâlcilerin padişahtan teslim edilmesini istedikleri otuz yedi kişi arasında sadrazam ile birlikte kendisinin de bulunması, telâşlanmakta haklı olduğunu ortaya koydu. Bu sırada büyük bir ahlâkî zaaf göstererek âsilerin topladığı ihtilâl meclisinde, daha önce beraber olduğu kimseleri kötüleyerek kendisinin yaşlı ve sıkıntıya katlanacak durumda olmadığını ifade etti ve böylece affedilmesini sağladı. Fakat bu davranışı yüzünden III. Ahmed tarafından derhal azledildi (30 Eylül 1730) ve Bozcaada’ya sürgüne gönderildi; sürgündeyken evi yağmalandı.
1732 tarihli bir fermanla, sürgünde bulunduğu sırada hacca gitmesine izin verildi (bk. BA, MD, nr. 138, s. 214). Hac dönüşü uzun bir süre İstanbul dışındaki çiftliğinde ikamet ettirildikten sonra Kanlıca’daki yalısında oturmasına müsaade edildi. 1743’te vefat eden Abdullah Efendi Kanlıca’da İskender Paşa Camii hazîresine defnedildi.
Abdullah Efendi, uzun süren şeyhülislâmlığı döneminde Lâle Devri’nin önemli simalarından biri olmuş, bu dönemin ihtişam ve zevkusafa hayatından istifade etmiştir. İslâm hukukuna olan derin vukufuyla tanınmış ve yeniliklere açık olması dolayısıyla bu dönemdeki icraatın lehine fetvalar vermiştir. Bunlar arasında bilhassa matbaanın kurulması ve dinî olmayan eserlerin basılması hususunda verdiği fetvası meşhurdur.
Abdullah Efendi’nin fetvaları Behcetü’l-fetâvâ adıyla Mehmed Fıkhî el-Aynî tarafından tertip edilmiştir. Osmanlı fetva mecmualarının en değerlilerinden biri olan bu eser, Behcetü’l-fetâvâ maa’n-nukūl adıyla iki defa basılmıştır (İstanbul 1266, 1289).
BİBLİYOGRAFYA
BA, MD, nr. 138, s. 214.
Râşid, Târih, IV, 392-395.
Subhî, Târih, İstanbul 1198, vr. 7a-b.
Devhatü’l-meşâyih, s. 86-87.
Sicill-i Osmânî, III, 377.
İlmiyye Salnâmesi, s. 507-509.
Selim Nüzhet [Gerçek], Türk Matbaacılığı, İstanbul 1938, vesikalar kısmı.
Münir Aktepe, Patrona İsyanı: 1730, İstanbul 1958, s. 125-126.
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV/2, s. 466-467.
Hilmar Krüger, Fetwa und Siyar, Wiesbaden 1978, s. 77-79.