https://islamansiklopedisi.org.tr/aynulkudat-el-hemedani
492’de (1098) Hemedan’da doğdu. Eserlerinde kendisinden “kadı”, “Hemedan kadısı” ve “Aynülkudât” diye bahseder; baba tarafından Azerbaycan’ın Miyânec kasabasından olduğu için Miyânecî nisbesini de kullanır.
Aynülkudât doğduğu şehirde çocukluğundan itibaren çok iyi bir tahsil gördü. Olağan üstü kabiliyeti sayesinde devrinde okutulan bütün ilimleri kısa sürede öğrendi. Ömer Hayyâm ve Şeyh Hameveyh’in kelâm, matematik, astronomi, felsefe ve edebiyat derslerini takip ederek bu sahalarda da geniş bilgi sahibi oldu. Yirmi bir yaşında iken kelâma dair Ġāyetü’l-baḥs̱ ʿan meʿâni’l-baʿs̱ adlı eserini yazdı. Genç yaşta fetva verecek seviyeye ulaştı. Bu sebeple Hemedan kadılığına ve oradaki medresenin müderrisliğine tayin edildi. Çocukluğundan itibaren bazı şüphelerini gidermek için bilhassa kelâm ilmine merak sarmıştı. Bu konuda pek çok kitap okuyor, okudukça da şüpheleri artıyordu. İçine düştüğü fikrî ve itikadî buhrandan kurtulmak için kelâm ilmine dört elle sarıldı, ancak bu ilim onu daha büyük bunalımlara sürükledi. Bunun üzerine fikrî ve ruhî huzura kavuşmak için dört yıl boyunca İmam Gazzâlî’nin eserlerini okudu. Bu eserlerden geniş ölçüde faydalandı. Hatta bir ara maksadının hasıl olduğunu bile sanmıştı. Fakat bu sırada yine büyük problemlerle karşılaşmış ve öğrendiği bu ilimlerin ötesindeki gerçeklere giden yolun kendisine kapandığını zannetmişti. Bir yıl kadar süren bu ikinci fikrî bunalımı sırasında İmam Gazzâlî’nin kardeşi Ahmed el-Gazzâlî’nin Hemedan’a gelişi Aynülkudât’ın hayatında bir dönüm noktası oldu. “Efendim, rehberim ve sultanım” dediği Ahmed el-Gazzâlî ile görüşmesi fikrî ve ruhî problemlerinin çözümünü sağladı ve artık gerçeğe giden yolu bulduğuna kanaat getirdi. Ahmed el-Gazzâlî ile yirmi gün sohbet etti, daha sonra beş yıl onunla mektuplaştı. Arapça eserlerinde İmam Gazzâlî’yi, Farsça eserlerinde ise Ahmed el-Gazzâlî’yi kendisine örnek aldı. Muhammed b. Hameveyh ile ümmî bir zat olan Hemedanlı Şeyh Bereke de onun üstatlarındandır. Aynülkudât mektuplarında bu iki şahsa duyduğu hayranlığı dile getirmiştir. Hatta Şeyh Bereke 520’de (1126) vefat edince iki ay süreyle okumayı ve yazmayı terkederek sessiz ve hareketsiz kalmayı tercih etmişti.
Tasavvuf yoluna girerek Ahmed el-Gazzâlî’ye intisap ettikten sonra bilhassa kelâmî ve itikadî konulardaki fikir ve kanaatlerini pervasızca ortaya koyması, devrin mutaassıp fıkıh ve kelâm âlimlerinin ondan şüphelenmelerine ve neticede bazı delil ve iddialar ileri sürerek onu zındıklıkla suçlamalarına ve tekfir etmelerine sebep oldu. Aleyhindeki iddia ve ithamlara pek aldırış etmeyen Aynülkudât, bütün bunları devrindeki cahil fakih ve kelâmcıların saçmalığı olarak kabul eder ve onların yaptıkları kötülükleri görmezlikten gelemeyeceğini söyler. Çok sevdiği Hallâc-ı Mansûr’un katline sebep olan şathiyelerini çeşitli şekillerde te’vil ve tefsir etmesi, aleyhinde faaliyet gösteren geniş bir zümrenin meydana gelmesine imkân hazırlamıştır. Bununla beraber olağan üstü tesirli hitabeti sayesinde, aralarında Azîzüddîn-i Müstevfî gibi devlet adamlarının da bulunduğu çok sayıda mürid edinmişti.
Aynülkudât’ın çok genç denecek yaşta kazandığı şöhret ve mânevî nüfuz, müridi Azîzüddîn-i Müstevfî’nin siyasî rakibi olan Selçuklu Sultanı Sencer’in veziri Kıvâmüddin Dergezînî’yi korkuttu. Aynülkudât’ı ortadan kaldırarak hem böyle nüfuzlu bir kimseden kurtulmayı, hem de rakibi Azîzüddîn-i Müstevfî’ye kudretini göstermeyi düşünen Dergezînî, Aynülkudât’ı tekfir eden fakihlerden, onun eserleri içinde dinsiz ve zındık olduğunu ispat eden ibare ve ifadeleri ortaya koymalarını istedi ve katline fetva vermelerini temin etti. Aynülkudât önce Bağdat’a götürüldü, orada bir süre hapsedildikten sonra tekrar Hemedan’a getirilip 7 Cemâziyelâhir 525 (7 Mayıs 1131) Cuma günü derisi yüzülerek öldürüldü. Cesedi ders verdiği medresenin kapısına asıldı ve bir gün sonra da üzerine gazyağı dökülerek yakıldı.
Öldürüldüğünde otuz üç yaşında olan Aynülkudât, devrinin birçok devlet adamı, idareci, şair, edip, fakih ve mutasavvıflarıyla yakın dostluk kurmuştu. Bunlar arasında Tâceddin Alâüddevle, Şehzâde Cemâleddin Şerefüddevle ve Azîzüddîn-i Müstevfî gibi devlet adamları ile meşhur şeyh Ahmed el-Gazzâlî, şair Senâî-yi Gaznevî ve şeyh Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr gibi önemli simalar yer alır.
Aynülkudât Bağdat’ta zindanda iken Hemedan’daki dostlarına yazdığı Şekva’l-ġarîb adlı müdafaanâmesinde eserlerinden alınan ve küfür olduğu iddia edilen cümlelerin esas metinden çıkarılarak ayrı değerlendirildiğini, cümlelerin başında ve sonunda yer alan ifadelerin dikkate alınmadığını ve böylece sözlerinin tamamıyla tahrif edildiğini, kendisini tekfir ve mahkûm etmek için gerekçe olarak gösterilen fikir ve inançların aslında büyük mutasavvıfların ortak kanaatleri olduğunu izah etti ve suçlamaları tek tek ele alarak şiddetle ve ısrarla reddetti. Sübkî’nin ifadesiyle, “şayet risâle taşa okunsa, taşı bile çatlatacak ve eritip su haline getirecek kadar acı bir dille yazılmıştı” (Ṭabaḳāt, V, 129).
Şekva’l-ġarîb’den anlaşıldığına göre Aynülkudât’a yöneltilen suçlamalar şunlardı: Aklın derecesinin üstünde diğer bir derecenin daha bulunduğunu söylemesi; Allah kesirdir, küldür, mâsivâ vâhiddir, cüzdür gibi ifadeler kullanması; peygamberler de dahil olmak üzere yüce Allah’ı hiçbir insan idrak edemez demesi; “Tesbih ve tenzih ederim kendimi ben, ne kadar yüceyim” gibi şathiyelerden bahsetmesi. Aynülkudât, savunmasında bu iddiaları birer birer cevaplandırarak Ehl-i sünnet mutasavvıflarının itikadlarına aykırı hiçbir söz söylemediğini delillerle ispata çalışmıştır.
Aynülkudât’a göre insanı Hakk’a ulaştıran tek yol İslâm’dır. Hz. Muhammed peygamberlerin en üstünüdür. Allah Teâlâ Hz. Mûsâ için, “O Allah katına geldi” demişken Hz. Muhammed’den bahsederken, “Allah onu kendi katına getirdi” demiştir. Getirilen gelenden üstündür. Ayrıca öbür nebîler Allah’a yemin ettikleri halde Allah Hz. Muhammed’in üzerine yemin etmiştir. Ona göre bütün dinlerin gayesi bir olup bu gaye gerçeği bulmaktan ibarettir; dinlerin tuttuğu yolların değişik olması maksatlarının farklı oluşu anlamına gelmez. Belli bir gerçeğe türlü isimler verilebilir. Tam mânasıyla cebre inanan Aynülkudât, yegâne fâilin Allah olduğunu, onun için Hz. Peygamber’e nisbet edilen hidayetin de İblîs’e isnat edilen dalâletin de tamamıyla mecazi ve remzî olduğunu söyler. Ona göre Allah aşkı ikiye bölünmüş olup yarısı bir yiğide, öbür yarısı diğer bir yiğide verilmiştir. Hz. Muhammed bu aşktan tevhid ehline bir zerre verince hepsi mümin, İblîs Mecûsîler’e verince hepsi münkir olmuştur. Allah Hz. Muhammed’i rahmet sıfatından, İblîs’i ise cebbârlık sıfatından vücûda getirdiği için ilkine nisbet edilen taat da ikincisine isnat edilen günah da mecazidir. Ahmed’in (Hz. Muhammed) hidayeti ile İblîs’in dalâleti birbirinin tamamlayıcısıdır; siyah olmasaydı beyaz, yer olmasaydı gök, araz olmasaydı cevher hiçbir şey ifade etmezdi. İblîs’siz Ahmed, isyansız itaat, günahsız sevap ve küfürsüz iman da böyledir. Böylece birinin şekāveti olmadan diğerinin saadeti olamayacağı anlaşılmış olur. İlham kaynağı Hallâc ve Ahmed el-Gazzâlî olan Aynülkudât’ı bu noktaya aşk konusundaki kanaati getirmiştir. Âlem ilâhî bir aşkın eseri olarak yaratıldığından varlıkları buna göre açıklamak gerekir. Ona göre Allah’ı tanımanın yegâne yolu da aşktır; aşk her şeye kendi rengini verme gücüne sahip ilâhî bir cevherdir.
Eserleri. Çok genç yaşta katledilen Aynülkudât, bu sırada devrinin en büyük âlim, fakih, filozof, müderris ve şairlerinden birisi olarak tanınıyordu. Kısa ömründe bir taraftan muarızlarıyla mücadele ederken diğer taraftan da Arapça ve Farsça birçok eser telif etmiştir.
1. Zübdetü’l-ḥaḳāʾiḳ fî keşfi’d-deḳāʾiḳ (nşr. Afîf Useyrân, Muṣannefât-ı ʿAynülḳuḍât içinde, Tahran 1341 hş./1962). Aynülkudât’ın en önemli eserlerinden biridir. Bu eserini müellif, 1122 yılında yirmi dört yaşındayken birkaç gün gibi kısa bir zamanda yazdığını bir mektubunda belirtmektedir. Aynülkudât eseri, tasavvufa sülûk edenleri dalâletten ve felsefe tuzağından kurtarmak için yazmıştır. Zâtullah, sıfâtullah ve nübüvvetin hakikatine dair meselelerle kıyamet günü ruhun bedene hulûlünden önceki ve sonraki ahvali gibi hususları ihtiva eden eserin özelliği, mutasavvıfların ve filozofların sözleri karşılaştırılarak telif edilmiş olmasıdır. Bu eserdeki fikirler daha sonra müellifin zındıklıkla itham ve tekfir edilmesine sebep olmuştur (yazma nüshaları için bk. Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1209, 2801; Cârullah Efendi, nr. 2078; Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2023).
2. Temhîdât. Aynülkudât’ın en önemli eseri olup ondan bahseden kaynaklar bu Farsça eserle Arapça yazdığı Zübdetü’l-ḥaḳāʾiḳ’ın aynı eser veya bunun Zübde’nin Farsça tercümesi olduğunu zannetmişlerdir. Halbuki bu iki eser muhteva itibariyle birbirinden tamamen farklıdır. Temhîdât’ı yazmadan önce özellikle İmam Gazzâlî’nin görüşlerini benimseyen Aynülkudât bu eserini yazarken İbn Sînâ’nın felsefe ve kelâmla ilgili eserlerini okumuş ve onların tesirinde kalmıştı. Gazzâlî’nin görüşleri doğrultusunda yazdığı Zübdetü’l-ḥaḳāʾiḳ ile İbn Sînâ’nın tesirinin açıkça görüldüğü Temhîdât’ı arasındaki en büyük fark ise âhiret âlemine dair görüşlerinde kendini gösterir. İlim, ilham, sülûk, insan fıtratı, mârifet, İslâm’ın beş şartı, aşk, ruh ve kalp, iman, küfür, semâ-arz, Ahmed-İblîs ile ilgili meselelerin ele alındığı eserin ilham kaynağı, Ahmed el-Gazzâlî’nin Sevâniḥu’l-uşşâḳ’ıdır. Ancak Temhîdât, Sevâniḥ’ten daha sade ve kolay anlaşılır olduğundan daha çok okunmuştur. Aynülkudât bu eserde güç kavranabilen düşüncelerini bile büyük bir ustalıkla ve şairane bir şekilde anlatmak kudretini göstermiştir. Çiştî şeyhlerinden Hintli Muhammed Gîsûdırâz tarafından 1400’de tercüme ve şerhedilen eseri (Şerḥ-i Temhîdât, nşr. Hâfız Seyyid Atâ Hüseyin, Haydarâbâd 1324/1906) Bîcâpûrlu Mîrân Hüseyin Şah (ö. 1669) Urduca’ya tercüme etmiştir. Temhîdât birkaç defa basılmıştır (Tahran 1341 hş., nşr. Afîf Useyrân; Şîraz 1342; Tahran 1382/1962; Gîsûdırâz şerhiyle Türkçe tercümeleri için bk. Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1214; Esad Efendi, nr. 1361).
3. Mektûbât (Nâmehâ, Mekâtîb) (I-II, nşr. Ali Nakī Münzevî – Afîf Useyrân, Beyrut-Tahran 1390). Hayatının son on yılında dostlarına ve müridlerine Farsça olarak yazdığı felsefe, kelâm ve tasavvufla ilgili 127 mektuptan meydana gelir. Bu mektuplar Aynülkudât’ın fikrî yapısını aksettirmeleri bakımından son derece önemlidir. Eserin İstanbul kütüphanelerinde yazma nüshaları vardır (Murad Molla Ktp., nr. 51-53; Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 1100, Şehid Ali Paşa, nr. 1417).
4. Şekva’l-ġarîb. Aynülkudât’ın ölümünden birkaç ay önce Bağdat’ta hapisteyken yazdığı bu Arapça eser, kendisini zındıklıkla itham edenlerin iddialarına karşı bir çeşit müdafaanâmedir. M. Abdülcelil (Fransızca tercümesiyle birlikte, JA, 1930, s. 1-76, 193-297) ve A. Useyrân (Muṣannefât-ı ʿAynülḳuḍât içinde, Tahran 1341 hş./1962) tarafından neşredilen eseri Kasım Ensârî Farsça’ya (Difâʿiyyât-ı ʿAynülḳuḍât, Tahran 1340 hş./1961) ve A. J. Arberry İngilizce’ye (A Sufi martyr: the apologia of ʿAin al-Quḍāt al-Hamadhānī, London 1969) tercüme etmişlerdir.
Yirmi dört yaşından önce yazdığı, kaynaklarda zikredilen ve günümüze ulaşmayan Arapça eserleri şunlardır: 1. Ḳıra’l-ʿâṣî ilâ maʿrifeti’l-mûrân ve’l-eʿâşî. 2. er-Risâletü’l-ʿAlâʾiyye. Felsefe ve kelâma dair konuları avamın anlaması için sade bir dille ele aldığı bir risâledir. 3. el-Müftelez mine’t-tefsîr. Arapça sarf ilmine dairdir. 4. Emâli’l-iştiyâḳ fî leyâli’l-fırâḳ. Edebî mahiyette bir eserdir. 5. Münyetü’l-heysûb. Hint riyâziyesine dair bir risâle olduğu rivayet edilmektedir. 6. Nüzhetü’l-ʿuşşâḳ ve nehzetü’l-müştâḳ. On günde yazdığını söylediği Arapça 1000 beyitlik bir aşk şiiridir. Aynülkudât bu şiirlerini bir mecmua halinde topladığını söylüyorsa da bugün bunlar bir bütün halinde mevcut değildir. 7. Ṣavletü’l-bâzi’l-emûn ʿalâ İbni’l-Lebûn. 8. Ġāyetü’l-baḥs̱ ʿan meʿâni’l-baʿs̱. Bu eseri yirmi bir yaşındayken yazmıştır. Kelâmla ilgili konuları münevver arkadaşlarının anlaması için telif ettiği bu kitabında daha çok nübüvvete dair meseleler üzerinde durmuştur. 9. el-Medḫal ile’l-ʿArabiyye ve riyâżatü ʿulûmihe’l-edebiyye. Edebî ilimler ve Arapça’ya dair olup on cilt halinde tasarlanmış, ancak müellifin meşguliyetinin çokluğu sebebiyle bitirilememiştir. 10. Tefsîru ḥaḳāʾiḳı’l-Ḳurʾân. On cilt olarak yazmayı düşündüğü tasavvufî mahiyette bir tefsir olup tamamlanamamıştır. 11. Risâle-i Cemâlî. Şehzâde Cemâleddin Şerefüddevle adına yazılmış küçük bir risâle olup peygamberliğin lüzumuna ve ruhî hastalıklardan kurtulma çarelerine dairdir.
Aynülkudât’a Nisbet Edilen Eserler: 1. Yezdân-şinâḫt (nşr. Behmen Kerîmî, Tahran 1327 hş.). Baba Efdal-i Kâşî ve Sühreverdî-yi Maktûl’e de izâfe edilen bu eserin Aynülkudât’a ait olmadığı kesin olarak ortaya konulmuştur (bk. Ateş, s. 332-333; Afîf Useyrân [Mukaddime], s. 36). 2. Levâʾiḥ (nşr. Rahîm Fermeniş, Tahran 1337 hş.). Ahmed el-Gazzâlî’nin Sevâniḥ’i örnek alınarak yazılmış bir eser olup İblîs’in Allah’a olan aşkı işaret ve kinaye yoluyla anlatılmıştır. Levâʾiḥ’i neşreden Rahîm Fermeniş’in görüşünün aksine Dâniş Pejûh ile Ahmed-i Münzevî eserin Abdülmelik-i Verkānî’ye ait olduğu kanaatindedirler. 3. Ġāyetü’l-imkân fî dirâyeti’l-mekân (nşr. Rahîm Fermeniş, Tahran, ts.). Eser Tâceddin Üşnühî’ye de nisbet edilmektedir. 4. Şerḥ-i Kelimât-ı Ḳıṣâr-ı Bâbâ Ṭâhir (nşr. Cevâd Maksûd, Tahran, ts.). Büyük Selçuklu Devleti’nin ilk hükümdarı Tuğrul Bey zamanında yaşayan sûfî-şair Baba Tâhir-i Uryân’ın veciz sözlerinin şerhi olan bu eser de Aynülkudât’a ait değildir. 5. Câvidnâme. Bu eser Efdalüddîn-i Kâşânî’nin Câvidânnâme’siyle karıştırılmış olmalıdır.
BİBLİYOGRAFYA
Sübkî, Ṭabaḳāt, V, 128-130.
Câmî, Nefeḥât, s. 414-416.
Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 951-952.
Rızâ Kulı Han Hidâyet, Mecmaʿu’l-fuṣaḥâʾ, Tahran 1295 hş., I, 340.
a.mlf., Riyâżü’l-ʿârifîn, Tahran 1316 hş., s. 167-178.
Tebrîzî, Reyḥânetü’l-edeb, IV, 224-226.
Mecdî Dırahşân, Büzürgân ve Süḫan-serâyân-ı Hemedân, Tahran 1341 hş., s. 90-100.
Rahîm Fermeniş, Aḥvâl u Âs̱âr-ı ʿAynülḳuḍât-ı Hemedânî, Tahran 1341 hş.
Afîf Useyrân, Muṣannefât-ı ʿAynülḳuḍât el-Hemedânî, Tahran 1341 hş./1962, Mukaddime, s. 36.
Nefîsî, Târîḫ-i Naẓm u Nes̱r, I, 111.
Safâ, Edebiyyât, II, 936-942.
a.mlf., Gencîne-i Süḫan, s. 138.
Brockelmann, GAL, I, 490; Suppl., I, 674-675.
İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul 1953, s. 184.
H. Landolt, “Mystique Iranienne: Suhrawardī Shaykh al-Ishrāq (549/1155-587/1191) at ʿAyn al-Qużāt-i Hamadhānī (492/1098-525/1131)”, Iranian Civilization and Culture (ed. C. J. Adams), Montreal 1972, s. 23-37.
a.mlf., “Two Types of Mystical Thought in Muslim Iran: An Essay on Suhrawardī Shaykh al-Ishrāq and ʿAynulqużāt-ı Hamadānī”, MW, LXVIII/3 (1978), s. 187-204.
Abdülhüseyin Zerrînkûb, Cüstücû der Taṣavvuf-i Îrân, Tahran 1367 hş., s. 193-204.
F. Meier, “Stambuler Handschriften dreier persischer Mystiker: ʿAin al-quḍāt al-Hamaḏānī, Nağm ad-dīn al-Kubrā, Nağm ad-dīn ad-Dāja”, Isl., XIV/1 (1937), s. 1-9.
Ahmet Ateş, “ʿAyn al-Quḍāt-i Hamadānī: Risāle-i Yazdān-şināxt”, Oriens, III, Leiden 1950, s. 332-333.
H. T. Norris, “A. J. Arberry (tr.): A Sufi Martyr: The Apologia of ʿAin al-Quḍāt al-Hamadhānī”, BSOAS, XXXIII/2 (1970), s. 391-394.
T. Izutsu, “Mysticism and the Linguistic Problem of Equivocation in the Thought of ʿAyn Al-Quḍāt Hamadānī”, St.I, XXXI (1970), s. 153-170.
a.mlf., “Creation and the Timeless Order of Things: a Study in the Mystical Philosophy of ʿAyn al-Quḍāt”, Philosophical Form, IV, London 1972, s. 124-140.
Nasrollah Pourjavady, “Apologie und Martyrium des ʿAyn al-Quḍât Hamadânî”, Spektrum Iran, I/3, Bonn 1988, s. 25-50.
DMF, II, 1794-1795.
J. K. Teubner, “ʿAyn al-Ḳuḍāt al-Hamad̲h̲ānī”, EI2 Suppl. (İng.), s. 104-105.
G. Böwering, ʿAyn al-Qożāt Hamadānī”, EIr., III, 140-143.