- 1/3Müellif: HULUSİ KILIÇBölüme GitBelâgat sözlükte “sözün fasih ve açık seçik olması” anlamında masdardır. Bazı kaynaklar bunu “ulaşmak; olgunlaşmak, erginlik çağına varmak” mânasındak...
- 2/3Müellif: TAHSİN YAZICIBölüme GitFARS EDEBİYATI. Arapça’nın belâgat ilmi için gerekli şartları taşımasına karşılık Hint-Avrupa dillerinden olan Farsça bu konuda yeterli alt yapıya sah...
- 3/3Müellif: KAZIM YETİŞBölüme GitTÜRK EDEBİYATI. Güzel yazma yollarının bilinmesi, fikir ve duygunun “yerinde, yeterince ve zamanında” ifade edilmesi tabii bir şekilde her zaman var o...
https://islamansiklopedisi.org.tr/belagat#1
Belâgat sözlükte “sözün fasih ve açık seçik olması” anlamında masdardır. Bazı kaynaklar bunu “ulaşmak; olgunlaşmak, erginlik çağına varmak” mânasındaki bulûğ kelimesiyle ilgili görüyorlarsa da bab ve masdar değişikliğinden dolayı bu anlam isabetli görülmemektedir. Terim olarak ise biri “meleke”, diğeri “ilim” olmak üzere iki mânada kullanılmıştır. Batı dillerinde meleke anlamında belâgata karşılık éloquence, ilim anlamında da rhétorique kelimeleri kullanılmaktadır. Meleke olarak belâgat, sözün, fasih olmakla beraber yer ve zamana da uygun olmasıdır. Diğer bir söyleyişle bir fikrin sözlü veya yazılı olarak yerinde, yeterince ve zamanında ifade edilmesidir. Belâgat insanda doğuştan var olan bir melekedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, “O insanı yarattı ve ona beyânı (düşündüğünü açıklamayı) öğretti” (er-Rahmân 55/3-4) buyurulmaktadır. Dolayısıyla belâgat henüz ilim haline gelmeden önce meleke olarak şair, yazar ve hatiplerde hatta halkın dilinde vardı. Bu sebeple sonraları birer belâgat terimi kabul edilecek olan teşbih, mecaz, istiare, takdim, tehir, cinas, mutabakat vb. edebî sanatlar her dil ve kültürde daima kullanılmıştır. Nitekim belâgatın meleke olarak bir hayli geliştiği Câhiliye devri sözlü edebiyatında, Kur’ân-ı Kerîm ve hadiste bu ilme dair birçok örnek bulmak mümkündür.
İbnü’l-Mukaffa‘dan (ö. 142/759) başlayarak Câhiz (ö. 255/869), Kudâme b. Ca‘fer (ö. 337/948) ve Rummânî’ye (ö. 384/994) gelinceye kadar belâgat, insanın doğuştan sahip olduğu bir kabiliyet ve sanata olan yatkınlığı şeklinde anlaşılmıştır. Nitekim İbnü’l-Mukaffa‘a göre belâgat, sözü herkesin kolay kolay söyleyemeyeceği tarzda söylemektir. Câhiz’e göre lafızla mânanın güzellikte birbiriyle yarışması, yani mânadan önce lafzın kulağa, lafızdan önce de mânanın zihne süratle ulaşmasıdır (el-Beyân ve’t-tebyîn, I, 115). Rummânî’ye göre ise mânayı güzel ve uygun ifadelerle zihinlere ulaştırmaktır (en-Nüket, s. 69).
İlim olarak ise düzgün ve yerinde söz söyleme usul ve kaidelerini inceleyen belâgat, meânî, beyân ve bedî‘ olmak üzere üç fenne ayrılır. Belâgat Arap dili ve edebiyatıyla ilgili ilimler içinde bağımsızlığına en geç kavuşanıdır. Zira Kur’ân-ı Kerîm’in i‘câzını anlayabilmek için müslüman milletlerin ve çeşitli nesillerin uzunca bir süre bu konu üzerinde çalışıp belâgatın ilkelerini, metot ve terminolojisini ortaya koymalarını beklemek gerekiyordu. Ancak bu tarihî süreçten sonra belâgat bağımsız bir ilim olabilmiştir. Bu ilim bağımsız hale gelinceye kadar tarihî gelişimine ve ihtiva ettiği konuların ağırlığına göre değişik isimlerle anılmıştır. Meselâ “Mecâzü’l-Kur’ân” adlı eserlerde mecaz ve fesahat, Câhiz’de beyân, İbnü’l-Mu‘tez’de (ö. 296/908) bedî‘, Kudâme b. Ca‘fer’de nakdü’ş-şi‘r, Ebû Hilâl el-Askerî’de (ö. 400/1009’dan sonra) es-sınâateyn, İbn Sinân el-Hafâcî’de (ö. 466/1073) fesahat, Abdülkāhir el-Cürcânî’de (ö. 471/1078) belâgat ve delâilü’l-i‘câz, Zemahşerî’de (ö. 538/1144) meânî ve beyân, Bedreddin b. Mâlik’te meânî, beyân ve bedî‘, nihayet Hatîb el-Kazvînî’de (ö. 739/1338) ulûmü’l-belâga adlarıyla anılmıştır. Çağdaş müelliflerden Tâhâ Hüseyin belâgat için beyân kelimesini, Emîn el-Hûlî ise fennü’l-kavl terkibini kullanmıştır.
Arap edebiyatında belâgat çalışmaları önce edebî tenkit şeklinde başlamış, İslâmî dönemde ise hem Kur’ân-ı Kerîm’in i‘câzı, hem de edebî tenkit sebebiyle bu faaliyet daha hızlı bir şekilde devam etmiştir. Edebî tenkit ve Kur’ân-ı Kerîm’e hizmet maksadıyla yapılan çeşitli çalışmalardan belâgatla ilgili olanları dört dönem halinde incelemek mümkündür.
Birinci Dönem. Kur’ân-ı Kerîm’in nüzûlünden yaklaşık IV. (X.) yüzyıl sonlarına kadar devam eden bu dönemdeki belâgat çalışmaları dil ve edebiyat, tefsir, edebî tenkit ve kelâm ilimleriyle karışık bir şekilde ele alınmış, fakat esas hedef Kur’ân-ı Kerîm’i lâyıkıyla anlamak olmuştur. Başlangıçta Kur’an’ı her Arap’ın rahatlıkla anladığı söylenemezse de önemli bir kesim onun fesahat ve belâgatını anlayabiliyordu; fakat yeni yetişen nesillerin, özellikle de Arap olmayan müslüman toplumların onu anlayabilmeleri için çeşitli çalışmalar başlatılmıştı. Bu çalışmaların sonuçları ancak V. (XI.) yüzyıldan sonra ortaya konan eserlerde elde edilmeye başlanmış ve böylece belâgat bağımsız bir ilim haline gelmiştir. Bu dönemde yetişen dilci ve edebiyatçıların çoğu aynı zamanda tefsir âlimi idi. Dolayısıyla bu devirde yazılan tefsirler belâgata dair ilk bilgiler için vazgeçilmez birer kaynak durumundadır.
İslâm dünyasının sınırları genişleyip Arap olmayan müslüman toplulukların Kur’ân-ı Kerîm’i yanlış anlama endişesi ortaya çıkınca Arap dili gramerinin kurallar halinde tesbitine ihtiyaç duyuldu. İlk asırlarda bu kurallar tesbit edilirken dil ve edebiyat bir bütün olarak ele alındığından belâgat kaideleri de bu ilimler içinde incelenmekteydi. Nitekim Sîbeveyhi (ö. 180/796) bu maksatla yazdığı el-Kitâb adlı eserinde dil konuları yanında daha sonraki yüzyıllarda belâgat ilminin bir kolu kabul edilen meânînin alanına giren müsned, müsnedün ileyh, takdim-tehir, kıyasa muhalefet, ta‘rif-tenkir, hazif, emir ve nehiy gibi konuları da işlemiştir. Müberred (ö. 285/898) el-Kâmil’inde dil ve edebiyat meseleleri yanında mecaz, temsil, emir, dua, istiare, teşbih vb. konulardan söz etmiş, hatta teşbihi çok ayrıntılı bir şekilde işlemiştir. Câhiz ise el-Beyân ve’t-tebyîn adlı meşhur eserinde meleke olarak belâgat üzerinde dururken teşbih, mecaz, istiare, kinaye, hüsn-i taksîm, i‘câz, muktezâ-yı hâl gibi konulara da geniş yer vermiştir.
Öte yandan bazı âlimler Kur’ân-ı Kerîm’deki kelimelerle bu kelimelerin delâlet ettiği eşya, vasıf ve hareketler üzerinde düşünerek bunların bir kısmının son derece açık (muhkem), bir kısmının ise müphem (müteşâbih) olduğunu gördüler ve daha ilk asırlardan itibaren “Beyânü’l-Kur’ân”, “Meâni’l-Kur’ân”, “İ‘câzü’l-Kur’ân”, “Mecâzü’l-Kur’ân”, “Müşkilü’l-Kur’ân”, “İ‘râbü’l-Kur’ân” vb. adlarla anılan eserler yazdılar. Edebî sanatların tetkikine yönelik çalışmaların gerçek başlangıcı olan bu eserlerde daha ziyade kelime ile mâna arasındaki münasebetler incelenmiştir. Yukarıda zikredilenlerden başka bu dönemde dil, edebiyat ve tefsirle ilgili olarak ortaya konan ve belâgat konularına da yer veren başlıca eserler arasında Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ’nın (ö. 207/822) Meʿâni’l-Ḳurʾân’ı, Ebû Ubeyde Ma‘mer b. Müsennâ’nın (ö. 209/824) Mecâzü’l-Ḳurʾân, İʿrâbü’l-Ḳurʾân ve Meʿâni’l-Ḳurʾân’ı, İbn Kuteybe’nin (ö. 276/889) Teʾvîlü müşkili’l-Ḳurʾân’ı, Ebû İshak ez-Zeccâc’ın (ö. 311/923) İʿrâbü’l-Ḳurʾân’ı ile Meʿâni’l-Ḳurʾân’ı, İbn Fâris’in (ö. 395/1004) eṣ-Ṣâḥibî’si ve Şerîf er-Radî’nin (ö. 406/1015) Telḫîṣü’l-beyân fî mecâzâti’l-Ḳurʾân’ı ile Mecâzâtü’l-âs̱âri’n-nebeviyye’si zikredilebilir.
Yine bu dönemde müslümanların yabancı kültürlerle teması sonucunda ortaya çıkan bazı problemlere kelâmcıların çözüm getirmeleri, özellikle İslâm’a ve Kur’ân-ı Kerîm’e yöneltilen eleştirilere cevap aramaları belâgat ilminin gelişmesi açısından faydalı olmuştur. Kelâmcılar Kur’an’ın i‘câzı üzerinde dururken i‘câzı kavrama yollarından biri olan belâgat ve fesahatle ister istemez meşgul oldular. Bişr b. Mu‘temir’in (ö. 210/825), Câhiz’in el-Beyân ve’t-tebyîn’i içinde (I, 135-139) günümüze kadar gelen meşhur “sahîfe”si, Kur’an’ın i‘câzına dair Câhiz’in Naẓmü’l-Ḳurʾân’ı ile Muhammed b. Zeyd el-Vâsıtî’nin (ö. 306/919) İʿcâzü’l-Ḳurʾân’ı (bu iki eser günümüze kadar gelmemiştir), Rummânî’nin en-Nüket fî iʿcâzi’l-Ḳurʾân’ı, Hattâbî’nin (ö. 388/998) Beyânü iʿcâzi’l-Ḳurʾân’ı, Ebû Bekir el-Bâkıllânî’nin (ö. 403/1013) İʿcâzü’l-Ḳurʾân’ı ve Kādî Abdülcebbâr’ın (ö. 415/1025) el-Muġnî fî ebvâbi’t-tevḥîd ve’l-ʿadl adlı eseri bu konuda önemli kaynaklardır.
İslâmiyet’in ortaya çıkışından kısa bir süre önce şifahî olarak görülen edebî tenkit, Abbâsîler’in ilk asrından itibaren medenî ve fikrî ilerlemeyle birlikte yazılı olarak gelişmeye başladı. Belâgat çalışmalarının bu ilk dönemindeki edebî tenkitle ilgili eserler genelde edebî tenkidin esaslarını tesbite çalıştılar. Bunlardan İbn Sellâm el-Cumahî’nin (ö. 231/846 [?]) Ṭabaḳātü fuḥûli’ş-şuʿarâʾ adlı eseri, Ebû Zeyd el-Kureşî’nin, Cemheretü eşʿâri’l-ʿArab’ı, İbn Kuteybe’nin eş-Şʿir ve’ş-şuʿarâʾ, İbnü’l-Mu‘tezz’in Ṭabaḳātü’ş-şuʿarâʾ adlı eserleri, Ebü’l-Ferec el-İsfahânî’nin (ö. 356/967) el-Eġānî’si sayılabilir. Ayrıca bazı şairleri özel olarak incelemek suretiyle edebî tenkidin esaslarını tesbite çalışan Hasan b. Bişr el-Âmidî’nin (ö. 371/981) el-Muvâzene beyne Ebî Temmâm ve’l-Buḥtürî’si ile Ebü’l-Hasan el-Cürcânî’nin (ö. 392/1002) el-Vesâṭa beyne’l-Mütenebbî ve ḫusûmihî adlı eseri önemlidir. Ebü’l-Abbas Sa‘leb’in (ö. 291/904) Ḳavâʿidü’ş-şiʿr, Nâşî el-Ekber’in (ö. 293/905) Naḳdü’ş-şiʿr, İbnü’l-Mu‘tezz’in el-Bedîʿ, İbn Tabâtabâ el-Alevî’nin (ö. 322/933) ʿİyârü’ş-şiʿr, Kudâme b. Ca‘fer’in Naḳdü’ş-şiʿr ve Naḳdü’n-nes̱r, Ebû Saîd es-Sîrâfî’nin (ö. 368/979) Ṣanʿatü’ş-şiʿr ve’l-belâġa, Merzübânî’nin (ö. 384/994) el-Müveşşaḥ fî meʾâḫiẕi’l-ʿulemâʾ ʿale’ş-şuʿarâʾ ve İbn Münkız’ın (ö. 584/1188) el-Bedîʿ fî naḳdi’ş-şiʿr adlı eserlerinde şiir tenkidi yanında belâgatla ilgili konular da işlendi. Edebî tenkit bakımından son derece verimli olan bu dönemde edebî tenkitle belâgatın iç içe olduğu görülür. Bu ilk dönemde belâgatın ilim olarak teşekkülünde yabancı tesirler zannedildiği kadar fazla olmamıştır. Bu sebeple Tâhâ Hüseyin’in, “Aristo sadece felsefede değil felsefe yanında belâgatta da müslümanların ilk muallimidir” (Naḳdü’n-nes̱r, mukaddime, s. 31) tarzındaki görüşüne katılmak mümkün değildir.
İkinci Dönem. IV. (X.) yüzyıl sonlarından VIII. (XIV.) yüzyıl sonlarına kadar devam eden, belâgatın müstakil bir ilim halinde teşekkül etmeye ve terimlerinin belirmeye başladığı bu dönemde yazılan eserlerde belâgat konuları ön planda gelmektedir. Ebû Hilâl el-Askerî’nin Kitâbü’ṣ-Ṣınâʿateyn’i, İbn Reşîḳ’in (ö. 463/1070-71) el-ʿUmde’si, İbn Sinân el-Hafâcî’nin Sırrü’l-feṣâḥa’sı ve Ebû Tâhir Muhammed b. Haydar el-Bağdâdî’nin (ö. 517/1123) Ḳānûnü’l-belâġa’sı bu eserlerin önemlilerinden birkaçıdır. Belâgat tarihinin en büyük nazariyatçılarından biri olan Abdülkāhir el-Cürcânî’nin Delâʾilü’l-iʿcâz ve Esrârü’l-belâġa adlı kitapları bu dönemin en meşhur eserleridir. Zemahşerî, Cürcânî’nin adı geçen iki eserini esas alarak Kur’ân-ı Kerîm’in belâgatına geniş yer veren el-Keşşâf ʿan ḥaḳāʾiḳi’t-tenzîl adlı tefsirini yazmıştır. Bu dönemin sonlarına doğru yazılan eserler tamamen belâgat ağırlıklı olup giderek bu ilim beyân, meânî ve bedî‘den ibaret olan klasik şeklini almıştır. Dönemin diğer önemli eserleri şunlardır: Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1209), Nihâyetü’l-îcâz fî dirâyeti’l-iʿcâz min Esrâri’l-belâġa ve Delâʾili’l-iʿcâz. Eser Abdülkāhir el-Cürcânî’nin adı geçen iki kitabı esas alınmak ve Reşîdüddin Vatvât’ın (ö. 573/1177) Farsça Ḥadâʾiḳu’s-siḥr’indeki bedîe dair sanatlar ilâve edilmek suretiyle meydana getirilmiştir. Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî (ö. 626/1229), Miftâḥu’l-ʿulûm; Ziyâeddin İbnü’l-Esîr (ö. 637/1239), el-Mes̱elü’s-sâʾir fî edebi’l-kâtib ve’ş-şâʿir, el-Câmiʿu’l-kebîr fî ṣınâʿati’l-manẓûm mine’l-kelâm ve’l-mens̱ûr; İbn Ebü’l-İsba‘ el-Mısrî (ö. 654/1256), Bedîʿu’l-Ḳurʾân, Taḥrîrü’t-Taḥbîr; Yahyâ b. Hamza el-Alevî (ö. 749/1348), eṭ-Ṭırâzü’l-müteżammin li-esrâri’l-belâġa ve ʿulûmi ḥaḳāʾiḳi’l-iʿcâz.
Üçüncü Dönem. VIII. (XIV.) yüzyıl ortalarından XIII. (XIX.) yüzyıl sonlarına kadar devam eden bu uzun dönemde diğer birçok ilim dalında olduğu gibi belâgat ilimlerinde de bir duraklama başlamış, belâgat adına yapılan çalışmalar, Sekkâkî’nin Miftâḥu’l-ʿulûm’unun üçüncü bölümünden faydalanarak Hatîb el-Kazvînî tarafından Telḫîṣü’l-Miftâḥ, adıyla düzenlenen kitap üzerine yazılan şerh, hâşiye ve ta‘lîkāt şeklinde olmuştur. Artık İslâm dünyasında müstakil eserler yerine çeşitli ilimlerde mantıkî birtakım tarif, tasnif ve değerlendirmelerle yetinilmiş, belâgata dair çalışmalarda da bu durum açık bir şekilde kendini göstermiştir. Bu dönemde kaleme alınan şerh ve hâşiyelerde dikkati çeken bir başka özellik de eserin konusu ne olursa olsun müellifin kendi ihtisasıyla ilgili terim veya deyimlere büyük ölçüde yer vermesidir.
Bu dönemde belâgatla ilgili eserlerde beyân, meânî ve bedî‘ şeklindeki üçlü tasnif aynen devam etmiştir. Ancak bedîiyyât adıyla Hz. Peygamber’in methini konu edinen ve her beytinde en az bir bedîî sanat kullanılan yeni bir nazım şekli ortaya çıkmıştır (bk. BEDÎİYYÂT). Dönemin belâgatla ilgili belli başlı eserleri şunlardır: Adudüddin el-Îcî (ö. 756/1355), el-Fevâʾidü’l-Ġıyâs̱iyye. Sekkâkî’nin Miftâḥu’l-ʿulûm’unun belâgatla ilgili üçüncü bölümünün bir muhtasarıdır. Teftâzânî (ö. 792/1390), el-Muṭavvel ʿale’t-Telḫîṣ, Muḫtaṣarü’l-Muṭavvel; Seyyid Şerîf el-Cürcânî (ö. 816/1413), Ḥavâşi’s-Seyyid ʿale’l-Muṭavvel; Hasan Çelebi (ö. 886/1481), Ḥâşiye ʿalâ Şerḥi’l-Muṭavvel; Ebü’l-Kāsım el-Leysî es-Semerkandî (ö. 888/1483’ten sonra), Ḥâşiyetü Ebi’l-Ḳāsım el-Leys̱î es-Semerḳandî ʿale’l-Muṭavvel; Abdülhakîm es-Siyâlkûtî (ö. 1067/1656), Ḥâşiye ʿale’l-Muṭavvel.
Bu dönemde şerh ve hâşiye şeklinde gerçekleştirilen bu çalışmalar İslâm dünyasında edebî ve ilmî anlayışın ince tahlil ve tenkitleriyle doludur. Dolayısıyla bu müelliflerin tamamen orijinaliteden yoksun oldukları söylenemez.
Başlangıcından bu döneme kadar gelen belâgat çalışmaları taşıdıkları özellikler bakımından genel olarak kelâm-felsefe mektebi ve edebiyat mektebi diye iki ana mektebe ayrılmaktadır. Süyûtî bu iki merhaleyi Acem ve felsefecilerin mektebi ile Arap ve bülegā mektebi şeklinde ifade etmektedir.
a) Kelâm ve Felsefe Mektebi. Bu mektepte “efrâdını câmi ağyârını mâni” mantıkî tarifler, tasnifler, felsefî ve mantıkî terimler hâkimdir. Bu mektep mensupları, belâgat ve fesahati ile tanınan kişilerden bol örnekler vermek suretiyle yeni bir üslûp ve anlayış geliştirme yerine mantık kaidelerine uygun bir tarif ve bu tarife uygun bir misalden oluşan anlaşılması zor, yoğun bir metin ortaya koyma yoluna gitmişler; bu metinlerin anlaşılabilmesi için de ayrıca şerh, hâşiye ve ta‘lîkāt yazma ihtiyacını duymuşlardır. Bilhassa Sekkâkî’den sonraki belâgatçılar bütün güçlerini bu zor metinlerin anlaşılmasına sarfederek bu tür eserleri inceden inceye tahlil ve tenkit etmişlerdir. Dolayısıyla müstakil eserlerle ortaya koymadıkları belâgatla ilgili şahsî görüşleri bu şerh ve hâşiye bolluğu içinde kaybolup gitmiştir. Daha çok İslâm dünyasının doğu kesiminde hâkim olan bu mektep esaslarına göre yazılmış başlıca eserler Abdülkāhir el-Cürcânî’nin Delâʾilü’l-iʿcâz’ı, Zemahşerî’nin el-Keşşâf’ı, Fahreddin er-Râzî’nin Nihâyetü’l-îcâz fî dirâyeti’l-iʿcâz’ı, Sekkâkî’nin Miftâḥu’l-ʿulûm’u, Bedreddin b. Mâlik’in el-Miṣbâḥ fî ʿulûmi’l-meʿânî ve’l-beyân ve’l-bedîʿi, Hatîb el-Kazvînî’nin Telḫîṣü’l-Miftâḥ’ı ile el-Îżâḥ’ı, Sa‘deddin et-Teftâzânî’nin el-Muṭavvel ile el-Muḫtaṣar’ı ve daha sonra bunlara yazılan şerh, hâşiye ve ta‘lîkātlardır.
b) Edebiyat Mektebi. Bu mektep mensupları felsefî ve mantıkî terim ve tariflerden çok edebî zevk ve sanat ölçülerini esas almışlar, bol misal ve şâhidlerden hareketle edebî zevkin ve bir belâgat üslûbunun ortaya çıkmasına gayret sarfetmişlerdir. Bu mektebe mensup eserlerin okunup anlaşılmasının kelâm mektebine göre daha kolay olması sebebiyle bunlarla ilgili şerh, hâşiye ve ta‘lîkāta ihtiyaç duyulmamıştır. Daha çok Arapça’nın ana dili olarak kullanıldığı Arabistan yarımadası, Irak, Suriye, Mısır ve Mağrib’de hâkim olan bu mektep esaslarına göre yazılmış başlıca eserler İbn Reşîḳ el-Kayrevânî’nin el-ʿUmde’si, İbn Sinân el-Hafâcî’nin Sırrü’l-feṣâḥa’sı, Üsâme b. Münkız’ın el-Bedîʿ fî naḳdi’ş-şiʿr’i, Ziyâeddin İbnü’l-Esîr’in el-Mes̱elü’s-sâʾir’i ile el-Câmiʿu’l-kebîr’i ve İbn Ebü’l-İsba‘ el-Mısrî’nin Bedîʿu’l-Ḳurʾân’ıdır. Yahyâ b. Hamza el-Alevî bu iki mektebin görüşlerini birleştirmek suretiyle eṭ-Ṭırâzü’l-müteżammin adlı bir eser yazmışsa da kendisinden sonra pek takipçi bulamamıştır. Aynı şartlar içinde doğup gelişen bu mektepleri kesin çizgilerle birbirinden ayırmak mümkün değildir. Şu var ki İslâm dünyasında belâgat denince akla ilk gelen, kelâm ve felsefe mektebi ve bu mektebe mensup müelliflerin eserleri olmuştur.
Dördüncü Dönem. XIII. (XIX.) yüzyıl sonlarından günümüze kadar devam edegelen, İslâm dünyasının Avrupa ile temasa geçmesinden sonra birtakım yenilik arayışlarının başladığı bir dönemdir. Dolayısıyla bu dönemde yetişen belâgatçıları, diğer birçok ilim dalında olduğu gibi, klasik tarz belâgat çalışmalarını devam ettirenlerle ona modern bir veçhe vermek isteyenler olmak üzere iki grupta ele almak mümkündür. XX. yüzyıl belâgatçılarının özelliği, daha önceki dönemlerde yazılıp bu dönemin başlarında neşredilen metin, şerh ve hâşiyelerden faydalanarak konuyu kendi düşüncelerine göre ifade etme yoluna başvurmalarıdır. Bu dönemde ufak tefek ilâvelerle klasik tarzı devam ettiren belâgatçılar ve eserleri şunlardır: Hüseyin b. Ahmed el-Mersafî (ö. 1307/1889), el-Vesîletü’l-edebiyye ile’l-ʿulûmi’l-ʿArabiyye; Ahmed el-Hâşimî (ö. 1362/1943), Cevâhirü’l-belâġa fi’l-meʿânî ve’l-beyân ve’l-bedîʿ; Ahmed Mustafa el-Merâgī (ö. 1952), ʿUlûmü’l-belâġa.
Belâgata modern bir veçhe vermek isteyenler genellikle Batı edebiyatını okumuş, incelemiş ve bu edebiyattaki gelişmelerin etkisinde kalmış kimselerdir. Bunlar belâgatın edebî tenkitle iç içe olması ve Batı’daki gibi estetik çalışmalardan faydalanılması gerektiğini savunmuşlardır. En önemli temsilcileri Tâhâ Hüseyin, Abbas Mahmûd el-Akkād ile İbrâhim el-Mâzinî’dir. Bunların çoğu belâgatla doğrudan ilgili eserler kaleme almamakla beraber yazı ve kitaplarında belâgat konularına sık sık yer vermiş kimselerdir. Modern anlamda belâgat çalışmaları ortaya koyan belâgatçılar ve eserleri ise şunlardır: Emîn el-Hûlî, Fennü’l-ḳavl, el-Belâġa ve ʿilmü’n-nefs; Ahmed Hasan ez-Zeyyât, Difâʿ ʿani’l-belâġa; Ali el-Cârim – Mustafa Emîn, el-Belâġatü’l-vâżıḥa.
BİBLİYOGRAFYA
Ebû Zeyd el-Kureşî, Cemhere (nşr. M. Ali el-Hâşimî), Dımaşk 1406/1986, I-II.
Sîbeveyhi, el-Kitâb (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1977-83, I-IV.
Ma‘mer b. Müsennâ, Mecâzü’l-Ḳurʾân (nşr. Fuat Sezgin), Kahire 1374/1955.
Câhiz, el-Beyân ve’t-tebyîn, I-IV.
İbn Kuteybe, Teʾvîlü müşkili’l-Ḳurʾân (nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Kahire 1393/1973.
a.mlf., eş-Şiʿr ve’ş-şuʿarâʾ, I-II.
Müberred, el-Kâmil (nşr. M. Ahmed ed-Dâlî), Beyrut 1406/1986, I-IV.
Sa‘leb, Ḳavâʾidü’ş-şiʿr (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî), Kahire 1367/1948.
İbnü’l-Mu‘tez, el-Bedîʿ (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî), Beyrut 1401/1980.
a.mlf., Ṭabaḳātü’ş-şuʿarâʾ (nşr. Abdüssettâr Ahmed Ferrâc), Kahire 1981.
İbn Tabâtabâ el-Alevî, ʿİyârü’ş-şiʿr (nşr. Abbas Abdüssettâr), Beyrut 1402/1982.
Kudâme b. Ca‘fer, Naḳdü’ş-şiʿr (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî), Kahire 1400/1980.
a.mlf., Naḳdü’n-nes̱r (nşr. Abdülhamîd el-Abbâdî), Beyrut 1402/1982, Tâhâ Hüseyin’in mukaddimesi, s. 31.
Hasan b. Bişr el-Âmidî, el-Muvâzene (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1363/1944.
S̱elâs̱ü resâʾil fî iʿcâzi’l-Ḳurʾân (nşr. Muhammed Halefullah – M. Zağlûl Sellâm), Kahire 1955.
Rummânî, en-Nüket, Kahire 1955, s. 69.
Askerî, Kitâbü’ṣ-Ṣınâʿateyn (nşr. Muhammed Ebü’l-Fazl – Ali Muhammed el-Bicâvî), Kahire 1371/1952.
Bâkıllânî, İʿcâzü’l-Ḳurʾân.
İbn Reşîḳ el-Kayrevânî, el-ʿUmde (nşr. Muhammed Karkazân), Beyrut 1408/1988, I-II.
Abdülkāhir el-Cürcânî, Esrârü’l-belâġa (nşr. H. Ritter), İstanbul 1954.
a.mlf., Delâʾilü’l-iʿcâz (nşr. Mahmûd Muhammed Şâkir), Kahire 1404/1984.
Muhammed b. Haydar el-Bağdâdî, Ḳānûnü’l-belâġa (nşr. Muhsin Gıyâz Uceyl), Beyrut 1409/1989.
Fahreddin er-Râzî, Nihâyetü’l-îcâz fî dirâyeti’l-iʿcâz (nşr. Bekrî Şeyh Emîn), Beyrut 1985.
İbnü’l-Esîr, el-Mes̱elü’s-sâʾir (nşr. Ahmed el-Havfî – Bedevî Tabâne), Riyad 1403/1983.
Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî, Miftâḥu’l-ʿulûm (nşr. Naîm Zerzûr), Beyrut 1403/1983.
Abdülvâhid b. Abdülkerîm ez-Zemlekânî, et-Tibyân fî ʿilmi’l-beyân (nşr. Ahmed Matlûb – Hadîce el-Hadîsî), Bağdad 1383/1964.
Hatîb el-Kazvînî, et-Telḫîṣ fî ʿulûmi’l-belâġa (nşr. Abdurrahman el-Berkūkī), Kahire 1932.
a.mlf., el-Îżâḥ (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî), Kahire 1400/1980, I-II.
Yahyâ b. Hamza el-Alevî, eṭ-Ṭırâzü’l-müteżammin li-esrâri’l-belâġa, Beyrut 1400/1980, I-III.
İbn Haldûn, Muḳaddime, III, 1273-1277.
Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 232-234, 259-260; II, 1727.
Hafâcî, Sırrü’l-feṣâḥa, Beyrut 1402/1982.
Abdurrahman Fehmi, Medresetü’l-Arab, İstanbul 1304, s. 120-129.
Ahmed Mustafa el-Merâgī, ʿUlûmü’l-belâġa, Beyrut, ts. (Dârü’l-kalem), s. 7-14.
Râdûyânî, Tercümânü’l-belâġa (nşr. Ahmed Ateş), İstanbul 1949, nâşirin mukaddimesi, s. 5-11.
Abbas Azzâvî, Târîḫu’l-edebi’l-ʿArabî fi’l-ʿIrâḳ, Bağdad 1382/1962, I, 198-235; II, 151-164.
Şevkī Dayf, el-Belâġa: Teṭavvür ve târîḫ, Kahire 1965.
Ahmed Emîn, Ẓuhrü’l-İslâm, Beyrut 1388/1969, III, 124-125.
Abdülazîz Atîk, Fî Târîḫi’l-belâġati’l-ʿArabiyye, Beyrut, ts. (Dârü’n-nehdati’l-Arabiyye).
Ömer Rıza Kehhâle, el-Luġatü’l-ʿArabiyye ve ʿulûmühâ, Dımaşk 1391/1971, s. 155-182.
Bedevî Tabâne, el-Beyânü’l-ʿArabî, Kahire 1396/1972.
Mecîd Abdülhamîd Nâci, el-Es̱eru iġrîḳī fi’l-belâġati’l-ʿArabiyye mine’l-Câḥiẓ ilâ İbni’l-Muʿtez, Necef 1396/1976.
Abdürrezzâk Ebû Zeyd Zâyed, ʿİlmü’l-bedîʿ, Kahire 1977.
M. Ali Sultânî, Maʿa’l-Belâġati’l-ʿArabiyye, Dımaşk 1979.
Hammâdî Sammûd, et-Tefkîrü’l-belâġī ʿinde’l-ʿArab, Tunus 1981.
Mâzin el-Mübârek, el-Muʿcez fî târîḫi’l-belâġa, Dımaşk 1401/1981.
Abdülkādir Hüseyn, el-Muḫtaṣar fî târîḫi’l-belâġa, Beyrut 1402/1982.
Mahmut Kaya, İslâm Kaynakları Işığında Aristoteles ve Felsefesi, İstanbul 1983, s. 113-127.
Ahmed Matlûb, Muʿcemü’l-muṣṭalaḥâti’l-belâġiyye ve teṭavvürühâ, Bağdad 1403/1983, I-III.
İhsan Abbas, Târîḫu’n-naḳdi’l-edebî ʿinde’l-ʿArab, Beyrut 1404/1984.
Tâhâ Ahmed İbrâhim, Târîḫu’n-naḳdi’l-edebî ʿinde’l-ʿArab, Beyrut 1405/1985.
Muhammed Câbir Feyyâz, “Mefhûmü’l-belâġa luġaten ve ıṣṭılâhen”, MMİIr., XXXV (1974), s. 257-312.
Abduh Abdülazîz Kalkīle, “en-Naḳdü’l-edebî ve’l-belâġa eyyühüme’l-ʿaṣl ve eyyühüme’l-ferʿ”, Fayṣal, XXXVI, Riyad 1980, s. 28-34.
Nasrullah Hacımüftüoğlu, “Belâgat Ekolleri ve Anadolu Belâgat Çalışmaları”, EAÜİFD, VIII (1988), s. 115-127.
a.mlf., “Belâgat İlminin Gelişmesinde Kelamcılar ve İslâm Filozoflarının Rolü”, a.e., IX (1990), s. 215-237.
A. Schaade, “Belâgat”, İA, II, 464.
a.mlf. – G. E. von Grunebaum, “Balāg̲h̲a”, EI2 (İng.), I, 981-983.
Muhammed Halefullah, “Belâġat”, UDMİ, IV, 735-744.
Emîn el-Hûlî, “el-Belâġa”, DMİ, IV, 65-72.
J. T. P. de Bruijn, “Balāḡat”, EIr., III, 571-572.
ABr., III, 537.
Nihad M. Çetin, “Arap”, DİA, III, 295-296.
https://islamansiklopedisi.org.tr/belagat#2-fars-edebiyati
FARS EDEBİYATI. Arapça’nın belâgat ilmi için gerekli şartları taşımasına karşılık Hint-Avrupa dillerinden olan Farsça bu konuda yeterli alt yapıya sahip değildir. Bu bakımdan İran şairleri özellikle yeni edebiyatın doğduğu sıralarda Arap edebiyatındaki belâgat kaidelerini taklit etmekle yetindiler. İran edebiyatına geçen birçok Arapça kelime de bu taklidi kolaylaştırdı. Bu dönemde hemen hemen bütünüyle Arap edebiyatının etkisi altında bulunan şairler Arap edebî sanatlarından büyük ölçüde faydalandılar. İlk dönem şairlerinden Rûdekî (ö. 329/940-41), Şehîd-i Belhî (ö. 325/937) ve Dakīkī (ö. 366/976 [?]) gibi şairler bir yandan şiirlerinde bu sanatlara yer verirken bir yandan da edebî sanatlarla ilgili eserler yazılmasını istediler.
Sâmânîler’in son, Gazneliler’in ilk dönemlerinde İranlı şairler belâgat ilminin bir dalı olan bedî‘ ilmine karşı özel bir ilgi duymuşlardır. Nitekim Unsurî (ö. 431/1039-40) bir beytinde bahar güzellerini bedî‘ sanatının kullanıldığı şiirlere benzetmektedir. Ayrıca Gazneli Sultan Mahmud dönemi (998-1030) şairlerinden Ebû Saîd Ahmed b. Mahmûd-ı Menşûrî-yi Semerkandî ve Katrân-ı Tebrîzî (ö. 482/1089) şiirlerinde geniş ölçüde bedî‘ sanatlarını kullanmışlardır. Ancak bu yıllarda henüz edebî sanatlarla ilgili Farsça eser yazılmamıştı. Belâgat türünde bilinen ilk Farsça eser, Muhammed b. Ömer er-Râdûyânî’nin uzun zaman Ferruhî-yi Sîstânî’ye ait gösterilen Tercümânü’l-belâġa adlı eseridir. Hicrî V. (XI.) yüzyılın ikinci yarısında yaşayan Muhammed b. Ömer er-Râdûyânî, Ebû Yûsuf ve Ebü’l-Alâ-yi Şüşterî adlı iki kişinin aruzla ilgili Farsça eserleri dışında bu konuda Farsça hiçbir eser yazılmadığını söyler. Râdûyânî Tercümânü’l-belâġa’yı yazarken V. (XI.) yüzyıl âlim ve şairlerinden Ebü’l-Hasan Nasr b. Hasan el-Mergīnânî’nin Kitâbü’l-Meḥâsin fi’n-naẓm ve’n-nes̱r adlı eserinin etkisi altında kalmıştır. Tercümânü’l-belâġa’dan sonra yazılan ilk eser, Reşîdüddin Vatvât’ın (ö. 573/1177) Ḥadâʾiḳu’s-siḥr fî deḳāʾiḳı’ş-şiʿr’idir. Vatvât’ın bu ünlü eseri kendinden sonra başlıca şu eserlerin kaynağı olmuştur: 1. Şems-i Kays, el-Muʿcem fî meʿâyîri eşʿâri’l-ʿAcem (VII./XIII. yüzyılın ilk yarısı, nşr. Müderris-i Razavî, Tahran 1314 hş./1935). 2. Hasan, Baḥrü’ṣ-ṣanâyiʿ. Manzum olarak kaleme alınan eserin (telifi 731/1330-31) çok basit bir ifade tarzı vardır. 3. Muhammed b. Saîd-i Fahr-i İsfahânî (Şems-i Fahrî), Miʿyâr-i Cemâlî. Cemâleddin Şeyh Ebû İshak İncû’ya (ö. 758/1357) ithaf edilmiştir. 4. Şerefeddin Hasan b. Muhammed Râmî-yi Tebrîzî (ö. 795/1393), Ḥadâʾiḳu’l-ḥaḳāʾiḳ. Celâyirli Şeyh Üveys (1356-1374) adına yazılmıştır. 5. Tâcü’l-Halâvî unvanı ile tanınan Ali b. Muhammed (VIII./XIV. yüzyıl), Deḳāʾiḳu’ş-şiʿr (nşr. Seyyid Muhammed Kâzım-ı İmâm, Tahran 1341 hş./1962). 6. Mîr Seyyid Burhâneddin Atâullah b. Mahmûd-ı Meşhedî (ö. 919/1513), Kitâbü Bedâyiʿi’ṣ-ṣanâyiʿ. 894’te (1489) Emîr Ali Şîr Nevâî adına yazılmıştır. 7. Hüseyin Vâiz-i Kâşifî (ö. 910/1504), Bedâyiʿu’l-efkâr fî ṣanâyiʿi’l-eşʿâr. 8. Vâhid-i Tebrîzî (ö. 1080/1669), Miftâḥu’l-bedâyiʿ ve Câmiʿ-i Muḫtaṣar (her ikisi de manzum).
Belâgatla ilgili bu eserler dışında özellikle XIV ve XV. yüzyıllarda yine belâgatla ilgili muamma sanatına dair birçok eser ve risâlenin yazıldığı görülmektedir. 1. Bedîî-yi Tebrîzî, el-İḥyâʾ fî ḥalli’l-muʿammâ. 2. Şerefeddin Ali Yezdî (ö. 858/1454), Ḥulel-i Muṭarraz der Fenn-i Muʿammâ ve Luġaz. 3. Abdurrahman-ı Câmî’nin Bâbür adına 856’da (1452) yazdığı Ḥilyetü’l-ḥulel’inin yanı sıra yine bu konuyla ilgili üç Risâle-i Muʿammâ’sı daha vardır. 4. Mîr Hüseyn-i Muammâyî’nin 904’te (1498) yazdığı Destûr-i Muʿammâ (birkaç defa Farsça ve Türkçe olarak neşredilmiştir). 5. Seyyid Şerîf-i Muammâyî’nin 906’da (1500) kaleme aldığı Efkârü’ş-şerîf. 6. Seyfî-i Buhârî, Risâle der Muʿammâ.
BİBLİYOGRAFYA
Râdûyânî, Tercümânü’l-belâġa (nşr. Ahmed Ateş), İstanbul 1949, nâşirin önsözü, s. 5-11.
Reşîdüddin Vatvât, Ḥadâʾiḳu’s-siḥr fî deḳāʾiḳı’ş-şiʿr (nşr. Abbas İkbâl-i Âştiyânî), Tahran 1342, nâşirin önsözü, s. s-nh.
Safâ, Edebiyyât, II, 917; IV, 116-122.
Rypka, HIL, s. 176, 432.
A. Schaade, “Belâgat”, İA, II, 464.
a.mlf. – G. E. von Grunebaum, “Balāg̲h̲a”, EI2 (İng.), I, 981-983.
M. Cavid Baysun, “Muammâ”, İA, VIII, 435-438.
J. T. P. de Bruijn, “Balāḡat”, EIr., III, 571-572.
https://islamansiklopedisi.org.tr/belagat#3-turk-edebiyati
TÜRK EDEBİYATI. Güzel yazma yollarının bilinmesi, fikir ve duygunun “yerinde, yeterince ve zamanında” ifade edilmesi tabii bir şekilde her zaman var olagelmiştir. Fakat bunun bir fen veya ilim olarak sistemleştirilmesi eski Yunan’da milâttan önceki asırlarda, Araplar’da ise İslâmiyet’ten önceki devirlerde başlamıştır. Sözlü ve yazılı edebiyatı bugüne intikal eden İslâm öncesi Türk dünyasında bu yönde bir çalışmanın varlığından söz etmek mümkün değildir. Ancak müslüman Türkler İslâm medeniyetinin teşekkülünde oynadıkları rolü Arap dili ve edebiyatı ile belâgatı alanında da gerçekleştirmişlerdir. Nitekim Zemahşerî, Teftâzânî gibi Arap belâgatı sahasında eser vermiş büyük yazarlar Türk’tür. Müslüman Türkler Arapça’yı bir ilim dili kabul ettiklerinden belâgatı da Arapça olarak yazıya geçirmişlerdir. Bu sebeple Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları devrinde bu konuda Türkçe yazılmış bir kitaptan söz etmek mümkün olmamaktadır.
Akkoyunlular zamanında yaşayan Şeyh Ahmed el-Berdahî’nin Kitâbü Câmii envâi’l-edebi’l-Fârisî adlı kitabının (yazılış tarihi 907/1502) “fi’s-Sanâyii’l-edebiyye mine’l-arûz ve’t-ta‘miye” başlıklı beşinci bölümü bazı edebî sanatlar ile şiir nevileri, edebiyat terimleri, aruz ve muamma hakkında birtakım bilgiler vermektedir. Bugün konusunda Türkçe yazıldığı bilinebilen bu ilk kitap bir sözlük niteliğindedir ve örnekleri Farsça, Arapça ve Türkçe metinlerden derlenmiştir. XVI. yüzyılın ortalarında telif edilen Muslihuddin Mustafa Sürûrî’nin bir mukaddime, üç bölüm, bir hâtimeden meydana gelen Bahrü’l-maârif’inde (yazılış tarihi 956/1549) nazım, nesir, kafiye, nazım nevileri, edebî sanatlar vb. edebiyat terimleriyle geniş bir şekilde de teşbih ve benzetme yönü üzerinde durulur, ayrıca şiir sanatının faydaları anlatılır. Eserin ağırlık noktasını teşbih bahsi teşkil eder. Aynı şekilde fakat bütünüyle teşbihi konu alan bir diğer kitap da Muîdî’nin Miftâhu’t-teşbîh’idir. Eser, benzetilen unsurlarla benzetme yönü gibi konuların bilinmesi yazıda güzelliğin aranışı olarak değerlendirildiğinden belâgatın konusu içine girer. Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin Efendi’nin Istılâhâtü’ş-şi‘riyye’si ise adından da anlaşılacağı gibi şiirle ilgili bazı terimlerle edebî sanatları ihtiva eder. Bu dört eser daha çok şiir etrafındaki belâgat terimlerini içine almaktadır. Bu çerçeveyi ilk aşan İsmâil Hakkı Ankaravî olmuştur. Ancak ondan daha önce Altıparmak Mehmed Efendi’nin, Hatîb el-Kazvînî’nin Telḫîṣü’l-Miftâḥ’ına yapılmış şerhlerden birinin tercümesi olan eserinin söz konusu edilmesi gerekir. Sa‘deddin et-Teftâzânî’ye ait el-Muṭavvel’in muhtemelen geliştirilmiş ve genişletilmiş tercümesi olan ve Tercüme-i Telhîs ismiyle de anılan bu eser Kâşifü’l-ulûm ve fâtihu’l-fünûn adını taşımaktadır. Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki yazmasında (Fâtih, nr. 4534) görüldüğü üzere önce metnin Arapça aslı verilerek ardından aynı kısmın tercümesi yapılmıştır. Bir Mevlevî şeyhi olan Ankaravî Miftâhu’l-belâga ve misbâhu’l-fesâha’sını, yer yer Hatîb el-Kazvînî’nin Telḫîṣü’l-Miftâḥ’ını tercüme ederek ve Hâce-i Cihân Mahmûd-ı Gâvân’ın Menâẓırü’l-inşâʾ adlı eserinden faydalanarak hazırlamış ve belâgat öğrenmenin Kur’ân-ı Kerîm’i, Hz. Peygamber’in sözlerini ve ayrıca Mevlânâ’nın Mes̱nevî’sini anlamaya yardımcı olacağını belirtmiştir. Bu husus belâgata dinî bir anlam vermenin ötesinde müellifin anlayışını da sergiler. Esasen belâgatın sistemleşmesinde Kur’ân-ı Kerîm’i ve hadisleri anlama ihtiyacının payı büyüktür. Öte yandan bugünkü bilgilerimize göre ilk defa Ankaravî tercüme yoluyla da olsa bu türden bir eserde belâgatı tarif eder. Miftâhu’l-belâga ve misbâhu’l-fesâha’da ayrıca beyân ve bedî‘ de başlığı ve kadrosu ile beraber söz konusu edilmiş, inşâ, hutbe ve mekâtible ilgili bilgiler verilmiştir. Ayrıca Taşköprizâde Ahmed Efendi de Mevzûâtü’l-ulûm’unda bu sayılan eserlerden önce meânî, beyân ve bedî‘ ile ilgili fasıllar açmış bulunuyordu.
Ancak bu tercümelere rağmen Türkler asırlarca belâgat konusundaki kitapları Arapça asıllarından okumuşlardır. Nitekim medreselerde belâgat için ders kitabı olarak Sekkâkî’nin Miftâḥu’l-ʿulûm’u, Hatîb el-Kazvînî’nin Telḫîṣü’l-Miftâḥ’ı, Sa‘deddin et-Teftâzânî’nin el-Muṭavvel ve Muḫtaṣarü’l-Muṭavvel’i ve bunların Molla Fenârî’nin oğlu Hasan Çelebi, Molla Hüsrev vb. kimseler tarafından kaleme alınan şerh ve hâşiyeleri okutulmuştur.
Tanzimat’tan sonra Batılı anlamda yeni mekteplerin açılması ve bunların ders programlarına belâgatın da alınması bu konuda yeni arayışlar doğurmuştur. Artık bu okullardaki öğrenciler belâgatı aslından okuyacak kadar Arapça bilmiyorlardı. Bunun için Türkçe belâgat kitabı telifinde bir artış görülmüştür. Önce Mevlânâ İsâmüddin’in Mîzânü’l-edeb’i Mehmed Tâhir Selâm tarafından Arapça’dan tercüme edilerek yayımlandı (İstanbul 1257). Sonra Ankaravî’nin adı geçen eseri neşredildi (İstanbul 1284). Bu devrenin ilk telif eseri Mehmed Nüzhet’in Muğni’l-küttâb’ıdır (İstanbul 1286). Dârülmuallimîn kitâbet hocası olan Mehmed Nüzhet orada “levâzım-ı tahsîliyyeye, tehzîb-i ahlâk-ı etfâle ve âdâb-ı kalem ve usûl-i inşâ ve kitâbete dair” dikte ettirdiği notlardan Muğni’l-küttâb’ı meydana getirmiştir. Daha sonra Selim Sâbit rüşdiyeler için Mi‘yârü’l-kelâm’ı yayımlar (İstanbul 1287). Mısır Hidivi İsmâil Paşa’nın Sultan Abdülaziz devrinde İstanbul’u ziyareti (1872) dolayısıyla taş basması olarak neşredilen Fenn-i Bedî‘de (İstanbul 1289) Muhammed Mihrî, “fenn-i bedî‘” ile beraber teşbih ve nazım türlerini de verir. Yazara göre ölümden sonra adını yaşatmanın yollarından biri güzel konuşma ve güzel yazmadır; bunun için de belâgatın en mühim şubesi olan bedî‘ öğrenilmelidir. Ahmed Hamdi, Muhammed b. Kays’ın Muʿcem’i ile Behrâm-ı Serahsî’nin Ġāyetü’l-ʿarûżeyn’inden faydalanarak hazırladığı Teshîlü’l-arûz ve’l-kavâfî ve’l-bedâyi‘inde (İstanbul 1289) önce şiir üzerinde durur, şiirin tarihçesini verir; sonra aruz ve kafiyeyi ayrı ayrı ele alır ve nihayet edebî sanatları sıralar, nazım çeşitlerini ve şiirle ilgili bazı terimleri açıklar.
Buraya kadar zikredilen eserler Arapça belâgat kitaplarını numune olarak alan ve Arapça, Farsça, Türkçe örnekler veren kitaplardır. Esas örnek Arapça eserler ve daha çok Telḫîṣü’l-Miftâḥ’tır. Halbuki Tanzimat’tan sonra edebiyat anlayışında değişiklikler olmuş, şair ve yazarlar Batı edebiyatına da yönelmişlerdir. Süleyman Paşa Mebâni’l-inşâ (I-II, İstanbul 1288-1289) adlı eseriyle sanat alanındaki bu yönelişi nazariyeye de uygular. Mebâni’l-inşâ ile dokuz asırlık bir gelenek kırılır ve Arapça, Farsça belâgat kitaplarının yanında Fransızca “rhétorique” kitabı ve daha sonra diğer kitaplar yazarlara örneklik etmeye başlar. Süleyman Paşa Arapça el-Mes̱elü’s-sâʾir, Îżâḥu’l-meʿânî, Farsça Menâẓır-ı İnşâʾ adlı eserin yanında Fransız müellifi Emile Lefranc’ın Traité théorique et pratique de littérature (Paris 1839) adlı kitabından da faydalanır. Terim karşılıkları tam oturmamış da olsa Batı retoriğinin birçok konusu Türk edebiyat nazariyesine kazandırılır. Mebâni’l-inşâ’da nesir de ağırlık kazanır ve kendisinden önce yazılmış kitaplardan çok ileride Türkçe örneklere yer verilir. Artık bundan sonra bu alanda yayımlanan kitaplar ya eski geleneği devam ettirirler ya da Arapça belâgat kitaplarının yanında Batı retorik kitaplarından da faydalanırlar. Nitekim asırlarca aslından okunan ve okutulan Sa‘deddin et-Teftâzânî’nin el-Muṭavvel’i Abdünnâfi İffet Efendi tarafından en-Nef‘u’l-muavvel fî tercemeti’t-Telhîs ve’l-Mutavvel adıyla tercüme edilir ve iki cilt halinde yayımlanır (I, Bosna 1289; II, İstanbul 1290). Fakat bu tercüme ifade zaafları ile doludur ve okunması güç bir eserdir.
Ali Cemâleddin’in Arûz-i Türkî (İlm-i Kavâfî – Sanâyi-i Şi‘riyye ve İlm-i Bedî‘) adlı eseri (İstanbul 1291) Ahmed Hamdi’nin adı geçen kitabının tertibinde bir eserdir ve Türkçe örneklerin bolluğu ile dikkati çeker. Artık bundan sonra Arapça ve Farsça örnekler gittikçe azalacaktır. Bizde klasik belâgatın tam kadrosunu yani fesahat, meânî, beyân ve bedîi içine alan ilk kitap Ahmed Hamdi’nin Belâgat-ı Lisân-ı Osmânî’sidir (İstanbul 1293). Fakat bu eser örnekler bakımından son derece zayıftır. Mihalicî Mustafa Efendi Zübdetü’l-beyân’ında (İstanbul 1297) sadece beyânın kadrosunu ele alır ve yalnız edebî sanatların daha iyi hatırda kalması için atasözlerini örnek olarak kullanır. Hacı İbrâhim Efendi ise sadece iki cüz neşredebildiği Hadîkatü’l-beyân’ında (İstanbul 1298) fesahatten sonra meânînin başta gelen konularını inceler. Ahmed Cevdet Paşa Mekteb-i Hukuk’ta okuttuğu belâgat derslerini Belâgat-ı Osmâniyye (İstanbul 1298-1299) adıyla cüz cüz yayımlar. Kitap büyük bir yankı uyandırır, hakkında çeşitli tenkitler yazılır ve bunlara cevaplar verilir (geniş bilgi için bk. BELÂGAT-ı OSMÂNİYYE). Cevdet Paşa eserinin mukaddimesinde belâgatın adlandırılışı ve kadrosu konusunda Araplar arasındaki tartışmalara temas ederek kendisinin meânî, beyân ve bedîi bir ilim kabul ederek ilm-i belâgat diye adlandırdığını söyler. Belâgat tarihimizde bu kitabın bir önemi de o devirde sekiz defa basılıp belâgat meselelerinin Türk aydını tarafından bir tartışma konusu haline gelmesine yol açmasıdır. Bu tartışmaların önemli bir tarafı ise asırlardır okunan ve takip edilen Arap belâgatı yerine artık Türkçe’ye mahsus bir belâgatın kurulması yoluna girilmesidir. Süleyman Paşa’nın kitabına karşılık Cevdet Paşa eski belâgatı devam ettirir. Halbuki yine aynı okulun belâgat hocası Münif Paşa’nın dersleri çok daha farklıdır. Bütünüyle Batı retoriğini anlatan Münif Paşa’nın İlm-i Belâgat - La Rhétorique’i eksiktir ve basılmamıştır.
Arap belâgatı ile Batı retoriğinden faydalanarak Tanzimat’tan sonra giderek kendini hissettiren Batılı anlamdaki yeni edebiyatın, yenileşme devri Türk edebiyatının esaslarını tesbit gayesini güden ve belâgat tarihimizde bir dönüm noktası teşkil eden (1882), tesiri Cumhuriyet’e hatta günümüze kadar devam eden Ta‘lîm-i Edebiyyât da (İstanbul 1299) Mekteb-i Mülkiyye’de okutulan ders notlarından meydana gelmiştir. Recâizâde Mahmud Ekrem, daha önce Süleyman Paşa’nın faydalandığı Emile Lefranc’ın Traité théorique et pratique de littérature’ünün style et composition cildindeki “Style” bölümünü geniş ölçüde Türk edebiyatında uygular. Yazar kitabının ağırlık noktasını teşkil eden üslûp konusunu bir araştırma zemini olarak Türk edebiyatı nazariyesi literatürüne kazandırmakla kalmaz, klasik bir konu olan fesahat ve edebî sanatların izahlarında bile yenilikler yapar. Belâgat-ı Osmâniyye, tariflerinin yetersizliği, örneklerinin anlatılanı vermekten uzak oluşu ve ifade zaafları bakımlarından tenkit edilmişti. Ta‘lîm-i Edebiyyât üzerinde uzun süre devam eden tenkitlerde ortak ve benzer noktalar bulunmasının yanında hem eser hem de yazarı eski ve yeni edebiyat taraftarları arasında tartışılmış, böylelikle Ta‘lîm-i Edebiyyât yeni edebiyatın belâgatını yapan bir kitap olarak değerlendirilmiştir. Belâgat-ı Osmâniyye ile başlayan belâgat tartışması Ta‘lîm-i Edebiyyât’la çok daha genişlemiş, derinleşmiş, dolayısıyla belâgat Türk edebiyat hayatının önemli bir konusu oluvermiştir. Bu tartışmaların bir uzantısı olarak da sayılmış olan Şerh-i Belâgat ise (İstanbul 1301) Mekteb-i Hukuk’ta Cevdet Paşa’nın yerine o dersi ve paşanın eserini okutan Hacı İbrâhim Efendi’nin notlarıdır ve eksiktir. Aslında bu devirde yazılmış belâgatla ilgili eserlerin çoğu ders kitabı olmaları yanında tamamlanamamışlardır. Ta‘lîm-i Edebiyyât’ın bile birinci kısmı çıkmış olup ikinci kısmı basılmamıştır. Aynı şekilde sadece birinci kısımda kalan ve Ta‘lîm-i Edebiyyât’ın en yakın takipçisi durumundaki Tedrîsât-ı Edebiyye de (İstanbul 1302) Mekteb-i Hukuk’un ders kitabıdır. Bunda da üslûp bahsine ağırlık verilmiş ve yazarı Abdurrahman Fehmi, daha önce adı geçen Lefranc’ın eserinin yanında yine Fransız müellifi olan Pellisier’in Principes de Rhétorique Française’inden de faydalanmıştır. Bu iki kitap bu konuda II. Meşrutiyet’e kadar yazılmış eserler üzerinde etkili olmuştur. Bu devrede Menemenlizâde Mehmed Tâhir’in Osmanlı Edebiyatı (İstanbul 1310), Mehmed Celâl’in Osmanlı Edebiyatı Numûneleri (İstanbul 1312) Recâizâde’yi devam ettirirler. Ayrıca Menemenlizâde’nin Mekteb-i Mülkiyye’den hocası Recâizâde’yi aşan tarafları da bulunmaktadır.
Öte yandan Abdurrahman Süreyyâ Mîzânü’l-belâga (İstanbul 1303) ile Sefîne-i Belâgat’ında (İstanbul 1305), Diyarbekirli Said Paşa Mîzânü’l-edeb’inde (İstanbul 1305) eski belâgatı aynen devam ettirirler. Eski belâgatın bir savunucusu olan ve Ta‘lîm-i Edebiyyât’a şiddetle karşı çıkan Hacı İbrâhim Efendi, Recâizâde’nin yerine hoca olduğu Mekteb-i Mülkiyye’de okuttuğu dersleri Edebiyyât-ı Osmâniyye (İstanbul 1305) adı altında ve beş cüz olarak yayımlar. Bu eksik kalmış kitap, yazarın düşüncesinde geleneğin nasıl kırıldığının çarpıcı bir örneğidir. O da artık bu eseriyle belâgata geleneğe göre değil devrine uygun olarak yaklaşmaktadır. Yine bu dönemin mahsulü olan Ali Nazif’in Zînetü’l-kelâm’ı (İstanbul 1306), Muallim Nâci’nin Istılâhât-ı Edebiyye’si (İstanbul 1307), birtakım edebiyat kavramlarını belirli bir esasa bağlı kalmaksızın açıklayan birer kitaptır ve ikincisi gerek eserin kuvvetli yapısı gerekse yazarı dolayısıyla günümüze kadar aranan ve faydalanılan bir eser olmuştur. Ali Nazîmâ’nın Muhtıra-i Belâgat’ı (İstanbul 1308), Rusçuklu M. Hayri’nin Belâgat’ı (İstanbul 1308), İbnü’l-Kâmil Mehmed Abdurrahman’ın Tertîb-i Cedîd Belâgat-ı Osmâniyye’si (İstanbul 1309), İbradalı Mehmed Şükrü’nün İlm-i Belâgat’ı (İstanbul 1318) anılması gerekli diğer eserlerdir. Manastırlı Mehmed Rifat’ın Mecâmiu’l-edeb’i ise (İstanbul 1308) bu alanda daha önce yazılmış eserlerin en hacimlisi ve âdeta bütün “ulûm-ı edebiyye”yi kuşatmaya çalışan fesahat, meânî, beyân ve bedîin müstakil kitaplarda ayrı ayrı ele alındığı bir teliftir. Bu son kitapların kısmî de olsa yeni anlayışa açık bulunduklarını da belirtmek gerekir. İsmâil Hakkı’nın Esrâr-ı Belâgat’ı (İstanbul 1318) bu devrin son terkip arayışını yansıtan en önemli eserdir. Süleyman Paşa’dan ve özellikle Recâizâde’den sonra görülen ikilik, yani eski belâgatla Batı retoriğini birleştirecek yeni teşekkül eden edebiyatın belâgatının yapılmak istenmesi gibi anlayışlar belâgatta yeni arayışlar doğurdu. Bir kısım yazarlar eskiyi aynen devam ettirirken bir kısmı da eski ile yeniyi terkip etmek yolunu tuttu; bazılarında ise bu iş terkipten çok alıntı mahiyetinde kaldı. İsmâil Hakkı tamamlanamayan bu eserinde gerçekten eski ile yeniyi, eskinin asıl kaynaklarına giderek birleştirmek ve birleşen noktalarını ortaya koymak ister. Bu terkip denemesinin son temsilcisinden hemen sonra M. İzzet b. Ahmed [Babanzâde] Def‘u’l-mesâlib fî edebi’ş-şâir ve’l-kâtib (İstanbul 1325) adlı eseriyle eski belâgatın son örneğini vermiştir. Bu bakımdan bu devirdeki eski ile yeninin aynı zamanda Doğu ile Batı’nın diğer alanlarda görülen ikiliği, terkip arayışları, bütünüyle yeni, bütünüyle eskinin hücre hücre yaşaması belâgat alanında da kendini gösterir. Ayrıca Türk edebiyatı tarihinin bütünü içinde belâgatın en fazla önemi bu dönemde (1870-1907) kazandığını söylemek de yanlış olmaz.
Süleyman Fehmi Edebiyat (İstanbul 1325) adlı kitabıyla Recâizâde’nin getirdiği yenilikleri daha da ileri götürür ve bu alanda yeni bir devrin başlangıcı olur. Artık belâgat güzel yazmak, fikir ve duyguları yerinde, yeterince ve zamanında ifade etmek, edebî sanatları kullanmak için birtakım kaideler koyan bir ilim olmanın ötesinde bir anlam kazanır. Sanat, güzel sanatların bir şubesi olarak edebiyat, sanatın gayesi, sanatta ve edebiyatta ahlâk gibi konularla sanatın ve edebiyatın psikolojisi ve felsefesi yapılmaya çalışılır; bu çerçevede Recâizâde ile gelen his, fikir ve hayal görüşü asıl yerini bulur. Yazı yazma bir sanat olarak mütalaa edilir, üslûp ve üslûbun özellikleri üzerinde durulur; vahdet, icat, tertip gibi kompozisyon meseleleri ele alınır. Aslında bunlar Arap belâgatı ile Batı retoriğinde de bulunan konulardır, fakat Süleyman Fehmi ve sonrakiler bunları Batı’daki gelişmelere paralel olarak felsefî ve psikolojik bir şekilde incelemiş, kaidecilikten uzaklaştırmaya çalışmıştır. Eski belâgata en uygun olan ve aslında değişmesi pek mümkün olmayan edebî sanatlarda bile bu yeni anlayış kendini hissettirir. Mekteb-i İ‘dâdî’de Süleyman Fehmi’nin Edebiyat’ını okutan Mithat Cemal orada eksik gördüğü bazı konuları Edebiyat Dersleri (İstanbul 1326) adıyla yayımlar. Reşid Nazariyyât-ı Edebiyye’sinde (I-II, İstanbul 1328) eski belâgattan gelen kavramları devrine göre yeni açıklamalara kavuşturur. Şehâbeddin Süleyman San‘at-ı Tahrîr ve Edebiyyât (İstanbul 1329) ile eski belâgattan tamamen ayrılır ve artık yeni anlamları içinde de olsa eski kavramlar görülmez. Sanat, şahsiyet, muhit, mektepler, tarih, ırk gibi sanat eserini çevreleyen hususların felsefî ve psikolojik izahları yapılır. Muhyiddin’in Yeni Edebiyat’ı (İstanbul 1330) ile Köprülüzâde Mehmed Fuad ve Şehâbeddin Süleyman’ın beraber hazırladıkları iki ciltlik Ma‘lûmât-ı Edebiyye ise (İstanbul 1330) bu anlayışın gelişerek ve zenginleşerek devamıdır. Artık yazarlar bütünüyle Batı’ya yönelmişlerdir. Bu kitapların kaynakları arasında Taine’in Philosophie de l’art’ı, Veron’un Esthétique ve Lanson’un Conseils sur l’art d’écrire’i gibi Batılı yazarlar ile eserlerini saymak bu konuda bir fikir verir. Bunların içinde Recâizâde ve devrinin örnek aldığı Emile Lefranc ve Pellissier artık yoktur. Öte yandan bu devredeki eserler de yine ders kitaplarıdır ve yer yer vezin, kafiye ve nazım şekilleri gibi konular yanında bilhassa edebiyat tarihine de yer verirler. Bu arada bazı kitaplarda halk şiirinin nazım şekilleri de görülmeye başlanır. Yine bu dönemde Tâhirülmevlevî’nin vezin, kafiye ve nazım şekillerine hasredilmiş eseri Tedrîsât-ı Edebiyyeden Nazım ve Eşkâl-i Nazım’ı da (İstanbul 1329) anılmaya değer bir kitaptır.
Buraya kadar söz konusu edilen eserlerin hemen tamamına yakını Tanzimat’tan sonra açılan rüşdiye, idâdî gibi okullarda okutulan ders kitaplarıdır. Dârülfünun Edebiyat Fakültesi’nde yıllarca hocalık yapan Ali Ekrem’in buradaki çeşitli sınıflarda okuttuğu ders notları taş basması halinde çoğaltılmıştır. Bunlar Lisân-ı Edebiyyât (İstanbul 1330), Dârülfünûn’da Edebiyat Dersleri (1330-1331 öğretim yılı), Nazariyyât-ı Edebiyye Dersleri (1331-1332 öğretim yılı), Nazariyyât-ı Edebiyye Dersleri: Nesir Kısmı (1332-1333 öğretim yılı), Nazariyyât-ı Edebiyye Dersleri: Mesâlik-i Edebiyye (1333-1334 öğretim yılı) adlarını taşır. Nazım, nesir, hece vezni, aruz vezni, edebî eser tenkidi, nazım şekilleri, nesir dilindeki gelişmeler, edebî ekoller gibi konuları ihtiva eden bu eserlerin matbaa harfleriyle baskıları yapılmamış ve dolayısıyla yaygınlaşmamıştır. Ferit Kam’ın aynı fakültedeki ders notları olan Âsâr-ı Edebiyye Tedkīkātı Dersleri de (1331-1332 öğretim yılı) daha çok eski şiirin incelenmesi ve tahlilinde kendine mahsus birtakım ölçüler geliştirmiş ve sahasında önemli bir boşluğu doldurmuş olmakla beraber taş basması halinde kalmıştır. Mehmed Âkif’in Dârülfünun’da verdiği derslerin notları olan Kavâid-i Edebiyye’si de (1329) bu devreye aittir.
Cumhuriyet’e geçiş döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında Süleyman Şevket’in liseler için yazılmış dört ciltlik ve antolojik niteliği ağır basan Güzel Yazılar’ı (1336-1339) yanında Ali Canip’in Edebiyat’ını (İstanbul 1926), Epopée ve Edebî Nevîlerle Mesleklere Dâir Mâlumât’ını (İstanbul 1927) ve Çankırılı Ahmet Talat’ın Halk Şiirlerinin Şekil ve Nevi (İstanbul 1928) adlı kitapları da ayrıca kaydedilmelidir. Bu son devreye eski belâgatın hemen son bir denemesi mahiyetinde olan Said Nursi’nin Muhâkemât’ını da (1327) eklemek gerekir. Araplar’ın Aristoteles’in Retorika’sını orta zamanda el-Ḫiṭâbe adı altında tercüme ettikleri bilinmektedir. Mithat Cemal’in Hitâbet Dersleri de (İstanbul 1330) bu devredeki eserler arasında konusunda zikre değer bir kitaptır.
Cumhuriyet devrinde liselerdeki edebiyat öğretimi giderek mahiyet değiştirmiş ve artık eski yolda eser yazılmaz olmuştur. Hatta edebî bilgilere ve belâgata ilgi gittikçe azalmıştır. Bununla beraber sayıları az da olsa eski metinleri anlamak için çeşitli kitaplar yazılmıştır. Bunların önemli birkaç tanesinden söz etmek yerinde olacaktır. Tâhirülmevlevî’nin Edebiyat Lügatı (İstanbul 1936), bizde alfabetik olarak tertip edilmiş ilk edebiyat terimleri sözlüğüdür. Eski ve yeni belâgatın pek çok konusu burada klasik tasnif yerine alfabetik sırada söz konusu edilir. İsmail Habip Sevük’ün Edebiyat Bilgileri (İstanbul 1942) ile Nihad Sâmi Banarlı’nın Edebî Bilgileri de (İstanbul 1942) de özellikle kaydedilmelidir. Kaya Bilgegil’in Edebiyat Bilgi ve Teorileri: Belâgat (Ankara 1980) adlı eseri ise Cumhuriyet devrinde eski belâgatın yeni harflerle Türk okuyucusuna kazandırılması yolunda bir çalışma olup bütün eski belâgat kitaplarındaki bilgileri tekrarlar. Cem Dilçin’in Örneklerle Türk Şiir Bilgisi de (Ankara 1983) şiirle ilgili bilgileri, vezin, kafiye, nazım şekillerini ve edebî sanatları ihtiva eder.
BİBLİYOGRAFYA
Belâgat sahasında Türk-Osmanlı eserleri madde içinde kronolojik olarak verilmiş ve bunlardan en önemlileri bazı özellikleri sebebiyle aşağıda tekrar gösterilmiştir. Konu ile ilgili diğer eserlere de ayrıca işaret edilmiştir:
Taşköprizâde, Mevzûâtü’l-ulûm, I, 228-248.
Muslihuddin Mustafa Sürûrî, Bahrü’l-maârif, İÜ Ktp., TY, nr. 1857, vr. 106.
M. Émile Lefranc, Traité théorique et pratique de littérature: Style et composition, Paris 1839, s. 1-22.
Rusçuklu M. Hayri, Belâgat, İzmir 1308.
Manastırlı Mehmed Rifat, Mecâmiu’l-edeb, İstanbul 1308.
Mehmed Abdurrahman, Tertîb-i Cedîd Belâgat-ı Osmâniyye, İstanbul 1309.
İbradalı Mehmed Şükrü, İlm-i Belâgat, İstanbul 1318.
Tâhirülmevlevî, Tedrîsât-ı Edebiyyeden Nazım ve Eşkâl-i Nazım, Kısm-ı evvel, İstanbul 1329; Kısm-ı sânî, İstanbul 1329.
Münif Paşa, İlm-i Belâgat - La Rhétorique, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet, nr. K. 219, 64 varak.
Ali Ekrem [Bolayır], Nazariyyât-ı Edebiyye Dersleri, 1331-1332 Sene-i Tedrîsiyyesinde Dârülfünûn’da Takrîr Olunan Derslerden Müteşekkildir, 496 s. [İstanbul].
a.mlf., Nazariyyât-ı Edebiyye Dersleri: Nesir Kısmı, 1332-1333 Sene-i Tedrîsiyyesinde Takrîr Olunan Derslerden Müteşekkildir, 421 s. [İstanbul].
a.mlf., Nazariyyât-ı Edebiyye Dersleri: Mesâlik-i Edebiyye, 1333-1334 Sene-i Tedrîsiyyesinde Dârülfünûn’da Takrîr Olunan Derslerden Müteşekkildir, 208 sayfa [İstanbul].
Ferid Kam, Âsâr-ı Edebiyye Tedkīkātı Dersleri, 1331-1332 Sene-i Tedrîsiyyesinde Dârülfünûn’da Takrîr Olunan Derslerden Müteşekkildir, 226 s. [İstanbul].
Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 21.
Kemal Eraslan, “Eski Bir Belâğat Kitabı”, Birinci Millî Türkoloji Kongresi (İstanbul 6-9 Şubat 1978), İstanbul 1980, s. 3.
Kâzım Yetiş, Ta‘lîm-i Edebiyyât’ın Rhétorique ve Edebiyat Nazariyâtı Sâhasında Getirdiği Yenilikler (doktora tezi, 1981), İÜ Türkiyat Enstitüsü, Tez, nr. 2259, III, XIII+893 s.
a.mlf., “Edebiyat Nazariyesi Sahasında Batı’ya Açılan İlk Kitap: Mebâni’l-İnşa”, Mehmet Kaplan’a Armağan, İstanbul 1984, s. 306-316.
a.mlf., “Tanzimat Sonrasında Kullanılan Bazı Yeni Edebî Istılahlar”, TDA, sy. 52 (1988), s. 197-202.
a.mlf., “Tanzimat Sonrası Belâgat ve Rhétorique Kitaplarımıza Fransız Rhétorique Kitaplarının Tesirleri”, a.e., sy. 56 (1988), s. 93-99.
a.mlf., “Yenileşme Devri Türk Edebiyatında Millî Rhétorique Meselesi”, TDAY Belleten, 1985 (1989), s. 199-210.
C. Ferrard, “The Development of an Ottoman Rhetoric up to 1882 Part I. The Medrese Tradition”, Osm.Ar., sy. 3 (1982), s. 165-188.
a.mlf., “Part II, Contributions from Outside the Medrese”, a.e., sy. 4 (1984), s. 19-34.
Harun Tolasa, “18. yy’da Yazılmış Bir Divan Edebiyatı Terimleri Sözlüğü-Müstakimzâde’nin Istılāhātü’ş-şi’riyye’si”, TDED, XXIV-XXV (1986), s. 363-379.
İsmail E. Erünsal, “Mu’idî’nin Miftâhu’t-Teşbih’i”, Osm.Ar., sy. 7-8 (1988), s. 215-272.