- 1/2Müellif: İSMAİL DURMUŞBölüme GitMeânî kelimesi ma‘nânın çoğuludur. Meânî, beyân, muhassinât (bedî‘) şeklinde üç disipline ayrılan belâgatın sözün yerinde olma (muktezâ-i hâle uygunlu...
- 2/2Müellif: MUSTAFA İSMET UZUNBölüme GitTÜRK EDEBİYATI. Meânî, Osmanlı dünyasında XIX. yüzyılın ikinci yarısında belâgat konularında ilk Türkçe kitaplar yazılıncaya kadar genellikle Miftâḥu’...
https://islamansiklopedisi.org.tr/meani#1
Meânî kelimesi ma‘nânın çoğuludur. Meânî, beyân, muhassinât (bedî‘) şeklinde üç disipline ayrılan belâgatın sözün yerinde olma (muktezâ-i hâle uygunluk) şartlarını, sözü duruma ve yere göre uyarlama ilkelerini inceleyen dalına meânî ilmi, bu nitelikteki sözü, açıklık ve kapalılık bakımından birbirinden farklı olan anlatım biçimleriyle ifade etmenin ele alındığı disipline beyân ilmi, meânî ve beyan şartlarını taşıyan sözü güzelleştiren sanatlardan bahseden dalına da muhassinât adı verilmiştir. Muhassinâta bedî‘ ilmi adını ilk veren dil âlimi İbn Mâlik et-Tâî’nin oğlu İbnü’n-Nâzım’dır.
Meânînin gelişim tarihi nahiv ilmi ve nazım teorisiyle yakından ilgilidir. Kelime terim olarak ilk defa geçtiği meâni’ş-şi‘r türü eserlerde “şiir temaları”, meâni’l-Kur’ân türü kitaplarda “sözlük anlamı, etimoloji ve gramer ağırlıklı tefsir ve te’vil” yerine kullanılmıştır. Belâgat içeriğine yakın diğer bir terim ise “meâni’n-nahv”dir. Bu terkibi ilk olarak, Mettâ b. Yûnus’un Aristo mantığını ileri sürmesine karşılık Arap dil mantığını (meâni’n-nahv) savunan Ebû Saîd es-Sîrâfî tarafından aralarında cereyan eden tartışmada yer verilmiştir (Ebû Hayyân et-Tevhîdî, el-İmtâʿ, I, 121). İbn Fâris’in “meâni’l-kelâm” tâbiri de belâgat özelliği taşır. Onun bu başlık altında saydığı “haber-istihbâr, emir-nehiy, dua-talep, arz-tahzîz, temennî-taaccüb” şeklindeki on kategori daha sonra teşekkül eden meânî ilminin temel konusu olarak haber-inşâ bölümüne aynen geçmiştir.
Arap gramerinin günümüze ulaşan ilk eseri Sîbeveyhi’nin el-Kitâb’ında meânî ilmini ilgilendiren cümle tahlilleriyle cümlelerdeki takdim-tehir, tarif-tenkir, hazif ve bazı edatların anlamları gibi konular yer aldığından Sîbeveyhi’yi meânî ilminin ilk kurucusu sayan araştırmacılar vardır. Ferrâ’nın Meʿâni’l-Ḳurʾân’ı, Ebû Ubeyde’nin Mecâzü’l-Ḳurʾân’ı, İbn Kuteybe’nin Teʾvîlü müşkili’l-Ḳurʾân’ı, Müberred’in el-Kâmil’i ve Sa‘leb’in Ḳavâʿidü’ş-şiʿr’inde de benzer konular dağınık olarak bulunur. Bişr b. Mu‘temir’in Ṣaḥîfetü’l-Belâġa’sında mevcut lafız-anlam uygunluğunun gerekliliği, mânaların değerinin durum ve konuma uygun düşmesinden ileri gelmesi, mânaların dinleyicilerin kültür seviyesine göre ayarlanma zarureti gibi düşünceler meânî ilminin nüvesini oluşturmuştur. İslâmî belâgatın ilk kurucusu olup bu ilme beyân adını veren Câhiz, el-Beyân ve’t-tebyîn’inde çeşitli belâgat konularına dağınık bir vaziyette temas ettiği gibi îcâz-ıtnâb, lafızların yerine göre yumuşak, hafif, akıcı veya tumturaklı olarak seçilmesi ve telif güzelliği gibi meânî konularına da yer vermiştir. Arap belâgatına dair ilk müstakil eseri telif eden İbnü’l-Mu‘tez el-Bedîʿinde iltifât, i‘tirâz gibi meânî konularını incelemiş, Ebü’l-Hasan İbn Vehb (İshak b. İbrâhim el-Kâtib), ilm-i meânî konularının ağırlıklı olarak yer aldığı el-Burhân fî vücûhi’l-beyân’ında haber, talep, hazif, iltifât (sarf), takdim-tehir, kat‘-atıf (fasıl-vasıl), kelâmın muktezâ-i hâle mutabakatı, sözün dinleyicilerin durumuna uygunluğu ile îcâz-ıtnâbdan söz etmiştir. III. (IX.) yüzyılın sonlarından itibaren Arap belâgatını etkilemiş olan Aristo’nun Rhetorica’sında da muktezâ-i hâle uygun sözlerin meziyetleri, fasıl-vasıl, îcâz-ıtnâb-müsâvât gibi meânîye ait temel konular yer alır.
İ‘câzü’l-Kur’ân türü eserler arasında Rummânî’nin en-Nüket fî iʿcâzi’l-Ḳurʾân’ı beyân ilmi ağırlıklı olmakla birlikte kitapta îcâz ve türleriyle ıtnâb konusu Kur’an’dan örneklerle açıklanmıştır. Hattâbî’nin Beyânü iʿcâzi’l-Ḳurʾân’ı meânî ağırlıklı olup Abdülkāhir el-Cürcânî’nin Delâʾilü’l-iʿcâz’ına ilham kaynağı olmuştur. Bâkıllânî İʿcâzü’l-Ḳurʾân’ında, sözü anlaşılır şekilde kısaltmayla anlaşılmaz şekilde kısaltmayı (îcâz ve ihlâl), yine sözü uygun şekilde uzatmayla gereksiz şekilde uzatmayı (ıtnâb ve tatvîl) titizlikle ayırdığı, hüsn-i nazm, hüsn-i te’lîf vb. meânî konularına yer verdiği gibi sonraki dönemlerde meânî ilmi adını alacak olan nazım nazariyesi ve nazm-ı Kur’ân üzerine görüş beyan eden ilk yazarlardandır. Aslında meânî ilminin esası olan nazım teorisi hakkında ilk fikir üreten âlim İbnü’l-Mukaffa‘dır. Müellif nazım teorisini kuyumcu ve arı temsiliyle açıklamıştır. Kuyumcu bir yüzük kaşına değerli taşları, bir gerdanlığa mücevherleri yerli yerine koyarak mükemmel bir dizim ortaya çıkardığı gibi beliğ kişi de sözlerini o şekilde dizmelidir. Bu sebeple İbnü’l-Mukaffa‘ nazım için “sözün kuyumcu hassasiyetiyle dizimi” ifadesini kullanmıştır. Ayrıca beliğ kişinin, çeşitli çiçeklerden uygun özleri toplayarak şifalı bir yiyecek ortaya çıkaran arı gibi olması gerektiğini söyler (el-Edebü’ṣ-ṣaġīr, s. 319). Onun bu düşüncelerini başta Câhiz olmak üzere birçok âlim isim zikretmeden tekrarlamıştır. Daha sonra Kādî Abdülcebbâr, i‘câzü’l-Kur’ân’a ayırdığı el-Muġnî’sinin XVI. cüzünde nazım teorisini dağınık ve dolayısıyla anlaşılması zor bir şekilde açıklamıştır. Kādî Abdülcebbâr’ın nazım teorisi hakkında fikirlerini hem eleştiren hem düzenleyip açıklayan ve yorumlayan Abdülkāhir el-Cürcânî ile nazım teorisi gelişmiştir. Bu teoriye göre Kur’an’ın taklit edilmezliği (i‘câz), kelimelerinin teker teker fasih olmasında değil duruma ve konuma göre mükemmel bir uyum içinde meydana getirdikleri ilginç terkiplerinde ve söz dizimindedir (nazm). Uyum üslûbu temelinde söz dizimi (nahiv) kurallarını, söz diziminin değişik kompozisyon ve konumlarında meydana gelen anlam nüanslarını titizlikle inceleyen Cürcânî meânî ilminin konularını Delâʾilü’l-iʿcâz’ında “nazm, meâni’n-nahv, meâni’l-kelâm” adları altında ele almıştır. Nahiv ilmiyle formel mantığın ağırlığının hissedildiği bu eseriyle Abdülkāhir meânî ilminin kurucusu kabul edilmiştir.
Abdülkāhir el-Cürcânî’nin gerek beyân ilmine dair olan Esrârü’l-belâġa’sında gerekse meânî ilmi alanında telif ettiği Delâʾilü’l-iʿcâz’ındaki derin analizleri ve engin yorumları hayranlıkla karşılayan belâgat âlimleri, onun görüşlerini tekrar etmenin ötesinde konuların tertibi ve derli toplu ifadesiyle ihtisar çalışmalarından başka bir şey yapamamışlardır. Bu sebeple Cürcânî’den sonra Arap belâgatında duraklama devri başlamıştır. Fahreddin er-Râzî onun adı geçen iki eserinin ihtisarı, düzenli bir şekilde ifadesi ve Reşîdüddin Vatvât’ın edebî sanatlara dair Ḥadâʾiḳu’s-siḥr’inden yaptığı ilâvelerle Nihâyetü’l-îcâz fî dirâyeti’l-iʿcâz’ını yazmıştır. Bu eserden etkilenen Sekkâkî, Miftâḥu’l-ʿulûm’unun belâgata ayırdığı üçüncü bölümünde belâgat ilimlerini ilk defa meânî, beyân ve muhassinât olarak üçe ayırmıştır. Sekkâkî, meânî terimini ortaya koymada Sîrâfî’nin meâni’n-nahv tabirinden esinlenmiş olmalıdır. Nitekim Miftâḥu’l-ʿulûm’unun nahiv bölümünden sonra bu ilmin belâgata olan uzantısı şeklinde meânî ilmine yer vermesi bu kanaati teyit etmektedir. Sekkâkî’den önce Zemahşerî, Râzî ve Mutarrizî de meânî ve beyân ilimleri tabirini kullanmış olmakla birlikte tanım ve açıklamaya yer vermemişlerdir. Hatta Ebû Mansûr es-Seâlibî’nin el-Ferâʾid ve’l-ḳalâʾid adlı risâlesinde ayrı bir ilim olarak ilk defa ele alınmış, meânî ve beyân ilimleriyle bu ikisini kapsayacak şekilde belâgatı tanımlamış olduğundan da söz edilmiştir (Hacımüftüoğlu, sy. 11 [1993], s. 268-298).
Hatîb el-Kazvînî, gerek Telḫîṣü’l-Miftâḥ’ında gerekse onun şerhi mahiyetindeki el-Îżâḥ fî ʿulûmi’l-belâġa’sında meânî ilmi konusunda bazı yenilikler yapmış, kendisinden sonra gelen belâgat âlimleri de bunlara tâbi olmuştur. Sekkâkî’nin karmaşık olan meânî tanımını beğenmeyen Kazvînî onu “lafızların muktezâ-i hâle uygunluğunu sağlayan durumlarını inceleyen ilim” şeklinde tarif etmiştir. Meânî ilmi Kazvînî ile birlikte sekiz temel konuda odaklanmıştır. Bunlar müsnedün ileyhin halleri, isnadın halleri, müsnedin halleri (fiil veya fiilimsi şeklinde), müsnedle ilgili öğelerin (müteallikāt) halleri, inşâ, kasr, fasıl ve vasıl, îcâz-ıtnâb-müsâvâttır. Sekkâkî aklî hakikat ile aklî mecazı, kelâmın vasfı saymak ve istiâre-i mekniyyeye dahil etmek suretiyle beyân ilminde ele alırken Kazvînî onları isnâdın bir özelliği kabul ederek meânîde yer vermiştir. Sekkâkî kelâmı haber ve talep kısımlarına, Kazvînî ise daha kapsamlı bir şekilde haber ve inşâya, inşâyı da talebî ve gayr-i talebî kısımlarına ayırarak incelemiştir. Kasr bahsinde hakiki ve izâfî kasr nevileriyle ifrad ve kalb kasırlarına ta‘yîn kasrı nevini eklemek de Kazvînî’ye aittir. Yine emir kipinin teshîr, ihanet, tesviye ve temenni şeklindeki mecazi anlamlarını Kazvînî ortaya koymuştur.
Modern çağda gelişimini tamamlamış olan sosyoloji ve psikoloji disiplinlerinin verileri ışığında meânî ilmine psikososyal yaklaşımlarla bazı filolojik ve stilistik yorumlar getiren günümüz eserlerinden bazıları şunlardır: Tâmir Sellûm, ʿİlmü’l-meʿânî: Ḳırâʾe s̱âniye li’t-teşkîli’n-naḥvî (Humus 1996); Mecîd Abdülhamîd Nâcî, el-Üsüsü’n-nefsiyye li-esâlîbi’l-belâġati’l-ʿArabiyye: ʿİlmü’l-meʿânî (Beyrut 1404/1984); Tâlib Muhammed İsmâil ez-Zevbeî, ʿİlmü’l-meʿânî beyne belâġati’l-ḳudemâʾ ve üslûbiyyeti’l-muḥdes̱în (Bingazi 1997); Abdülazîz Atîk, ʿİlmü’l-meʿânî (Beyrut 1985); Fazl Hasan Abbas, el-Belâġa fünûnühâ ve efnânühâ: ʿİlmü’l-meʿânî (Amman 1405/1985); Abdülfettâh Besyûnî, ʿİlmü’l-meʿânî (I-II, Kahire 1408/1987); Abdülfettâh Osman, Fî ʿilmi’l-meʿânî (Kahire 1990-1991); Hasan el-Bündârî, Fi’l-belâġati’l-ʿArabiyye: ʿİlmü’l-meʿânî (Kahire 1990); Hamza Dervîş Zağlûl, Fî ʿilmi’l-meʿânî (Kahire 1981).
BİBLİYOGRAFYA
İbnü’l-Mukaffa‘, el-Edebü’ṣ-ṣaġīr (Âs̱âru İbni’l-Muḳaffaʿ içinde), Beyrut 1966, s. 319.
İbn Fâris, eṣ-Ṣâḥibî (nşr. Mustafa eş-Şüveymî), Beyrut 1382/1963, s. 179.
Ebû Hayyân et-Tevhîdî, el-Muḳābesât (nşr. Hasan es-Sendûbî), Kahire 1347/1929, s. 80.
a.mlf., el-İmtâʿ ve’l-muʾânese (nşr. Ahmed Emîn – Ahmed ez-Zeyn), Beyrut, ts. (Dâru mektebeti’l-hayât), I, 121.
Abdülkāhir el-Cürcânî, Delâʾilü’l-iʿcâz (nşr. Mahmûd M. Şâkir), Kahire 1404/1984, s. 81-83, 370, 525-527, 543.
Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî, Miftâḥu’l-ʿulûm (nşr. Naîm Zerzûr), Beyrut 1403/1983, s. 161-165.
Hatîb el-Kazvînî, el-Îżâḥ fî ʿulûmi’l-belâġa (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî), Kahire 1400/1980, s. 84-85.
Teftâzânî, el-Muṭavvel, İstanbul 1286, s. 8, 22-31.
Abdünnâfi İffet, en-Nef‘u’l-muavvel, Bosna 1290, I, 56-64.
Ahmed Tâhir el-Hımsî, Mebâḥis̱ fî ʿilmi’l-meʿânî, Humus 1995-96, s. 7-22.
Ahmed Matlûb, Muʿcemü’l-muṣṭalaḥâti’l-belâġıyye ve teṭavvürühâ, Beyrut 1996, s. 631-633.
Mehmet Yalar, el-Hatîb el-Kazvînî ve Belâgat İlmindeki Yeri, Bursa 1998, s. 188-209.
Nasrullah Hacımüftüoğlu, “Belâğat İlminin Gelişmesine Müessir Olan Kaynaklar”, EAÜİFD, sy. 11 (1993), s. 268-298.
S. A. Bonebakker, “al-Maʿānī wa’l-bayān”, EI2 (Fr.), V, 904-908.
https://islamansiklopedisi.org.tr/meani#2-turk-edebiyati
TÜRK EDEBİYATI. Meânî, Osmanlı dünyasında XIX. yüzyılın ikinci yarısında belâgat konularında ilk Türkçe kitaplar yazılıncaya kadar genellikle Miftâḥu’l-ʿulûm, Telḫîṣü’l-Miftâḥ, el-Muṭavvel, Muḫtaṣarü’l-meʿânî gibi Arapça kitaplardan ve Arapça örnekler üzerinden Türkçe’ye uygulanırdı. XVI. yüzyıldan itibaren bunların tercümesiyle belâgat konusunda Türkçe eserlerin ortaya çıkması yolu açıldı. Muslihuddin Sürûrî’nin Bahrü’l-maârif’i ile Altıparmak Mehmed Efendi’nin Terceme-i Telhîsü’l-Miftâh’ı (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 4534) bunların en tanınmışlarıdır. Meânî bahsine yer vermemekle birlikte belâgat konusunda ilk Türkçe telif sayılabilecek kapsamlı eser, Hatîb el-Kazvînî’nin Telḫîṣü’l-Miftâḥ’ı ile Mahmûd-ı Gâvân’ın Menâẓırü’l-inşâʾ adlı eserlerini esas alarak bedî‘, beyân, aksâm-ı şi‘r ve inşâ bölümlerini bazı tasarruflarla Türkçe’ye aktaran, yer yer Türkçe örneklerle açıklayan İsmâil Ankaravî’nin Miftâhu’l-belâga ve misbâhu’l-fesâha’sıdır (İstanbul 1284).
Başlangıçta meânî Türk edebiyatına adı, belâgat ilmindeki yeri, tarifi, tasnifi ve muhtevasında yer alan konularla tamamen Arap belâgatından aktarılmıştır. Nitekim bütün belâgat konularına yer veren ilk Türkçe kitaplar olan Ahmed Hamdi’nin Belâgat-ı Lisân-ı Osmânî’siyle (İstanbul 1293) Ahmed Cevdet Paşa’nın Belâgat-ı Osmâniyye’sinde (1298) bu klasik muhteva açıkça görülmektedir. Her iki müellif, ilm-i meânîyi genel özellikleri itibariyle Arap belâgatındaki bilgileri Türkçeleştirip tasnif ederek tekrarlamış ve Türkçe örnekler üzerinde açıklayıp zenginleştirmiştir. Daha sonraki yıllarda da Mecâmiu’l-edeb (1308) yazarı Manastırlı Mehmed Rifat gibi bazı âlimler meânî dahil belâgat bahislerinin tamamını Türkçe, Arapça ve Farsça örnekler vererek açıklamaya devam etmişlerdir. Tanzimat’tan sonra belâgat konusunda kaleme alınan eserler iki farklı muhtevada gelişmiştir. Bunlardan birinci grup eski belâgat anlayışını takip eder, ikinci grup eski anlayışı göz ardı etmeden Batı retoriğine dayalı olarak konuları işler. Ahmed Cevdet Paşa birinci grubun en müessir temsilcisi, Recâizâde Mahmud Ekrem de ikinci grubun en önemli yazarı olmuştur. Bu sebeple meânîyi bu iki anlayış doğrultusunda ele almak gerekir.
Ahmed Cevdet Paşa ilm-i meânîyi “kelâmın muktezâ-yı hâle tatbikinin bilindiği” ilim olarak tarif etmiş ve bu tanım, daha sonra yazılan Türkçe belâgat kitaplarında hemen aynen tekrarlanmıştır. Tarifteki “kelâm” terimi, M. Kaya Bilgegil ve M. Yekta Saraç’ın kaleme aldığı kitaplarda “söz” kelimesiyle karşılanmıştır. Tanzimat’ın ardından Batı retoriğinden alınan bazı yeni unsurlarla biraz daha gelişen Türkçe belâgatın vardığı noktayı dikkate alarak Türk edebiyatında meânî, “bir maksadı hüküm bildiren kelimeler kümesi anlamında en uygun cümle veya ibare ile (kelâm) dinleyen için bir hüküm ve anlam ifade eden, onun zihninde söyleneni anlama konusunda bir soruya yer bırakmadan belirleyen, ayrıca sözlerin, söyleyen ve dinleyenin durumuna en uygun biçimde ve yerli yerinde kullanılmasının kurallarını anlatan ilim” olarak tarif edilebilir. Kısaca sözü yerinde ve muhatabına göre söylemenin esaslarını belirleyen meânî, meselâ bir kişinin düğün ve cenaze gibi birbirine zıt vesilelerle belâgata uygun bir şekilde konuşmasına dair bilgileri içine almaktadır. Bu durumda söz/kelâm tam bir hüküm/mâna ifade eden cümlenin özel adı olmakta, meânî de bu cümlede ifade edilmek istenen mânanın en iyi şekilde aktarılması için gerekli olan kelimelerin seçilmesine, ifadenin/cümlenin en uygun biçimde şekillendirilmesine ve söz dizimine ait özellikleri belirlemektedir. Mâna ile yakın ilişkisi sebebiyle XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren meânî için “anlam bilimi” ve bunun Batı dillerindeki karşılığı olan “semantik” terimleri kullanılmışsa da bu, konunun sadece mâna yönü itibariyle doğru olup kavramın diğer özelliklerini kapsamadığından yetersiz bir karşılık olarak kalmaktadır.
Meânînin ele aldığı konuları, İslâm ilimlerinin tanıtımında başvurulan tarihî ıstılahları kullanarak çeşitli özellikleriyle sıralayan Said Paşa, bu ilme yönelen bir kişi için gerekli ilk ve esas bilgilerin kelime bilgisiyle (lugat, semantik vb.) cümle ve söz dizimi (nahiv, sentaks) olduğunu, meânînin konusunu bildirme ve dilek belirten terkiplerin (cümle ve ibare) teşkil ettiğini, ele aldığı belli başlı meselenin kelâmın muktezâ-yı hâle uygunluğunu gösteren kaideler olduğunu, delillerini ise belâgat kurallarına uygun söz söyleyen kişilerin ifadelerinin oluşturduğunu belirtmiş ve hedefini “kelâmı muktezâ-yı hâle tatbik eden usullere uymak” şeklinde tanımlamıştır (Mîzânü’l-edeb, s. 145). Bu tarif ve tasnifte yer alan konular meânî kitaplarında bazı farklılıklarla birlikte şu sekiz başlık altında ele alınmıştır: Ahvâl-i müsnedün ileyh (fâil ve nâib-i fâille ilgili konular); ahvâl-i müsned (yükleme ait özellikler); mütemmimât-ı cümle (tümleçler); isnâd-ı haberî (bir fiil, hal ve sıfatın diğer bir şeye yüklenmesi); inşâ (kelimelerin cümle içinde söz dizimi kurallarına göre sıralanması); elfâz-ı atf ve rabt (bağlaçlar ve zarf-fiiller) / vasl ve fasl (kelime ve cümlelerin bağlanması veya bağlaç ve zarf-fiil olmadan bir araya getirilmesi, ayırma); îcâz ve ıtnâb (sözü kısa ve özlü söyleme veya lafı uzatma); kasr (daraltma, tahsis). Yalnız Cevdet Paşa kasr bahsine yer vermemiştir. Daha sonra da bazı müelliflerin Cevdet Paşa’yı takip ettiği görülmektedir.
Recâizâde Mahmud Ekrem’in Türk belâgatında bir merhale sayılan Ta‘lîm-i Edebiyyât’ı (İstanbul 1296) klasik belâgat kitabı olmadığından meânî için müstakil bir bahis açmamışsa da bazı unsurlarına dağınık olarak yer vermiş ve ilgili meselelere başka vesilelerle temas etmiştir. Ta‘lîm-i Edebiyyât’ın tesiri altında kaleme alınan eserlerde de bu özellik görülmektedir. Ancak Recâizâde’nin talebelerinden olan Ahmed Reşid Bey, Mekteb-i Sultânî için ders kitabı olarak hazırladığı Nazariyyât-ı Edebiyye’sini (İstanbul 1328), muhtevasına getirdiği birçok yenilikle klasik belâgat konularını içine alacak şekilde hazırlayarak I. cildi beyân ve meânî konularına ayırmış, II. ciltte de devam eden meânî konuları bedî‘ ile tamamlanmıştır. Kitabını klasik taksime göre düzenlemekle beraber Reşid Bey’in tariflerindeki farklılık dikkat çeker. Meânîyi “üslûbun mânaya ait olarak belâgat dediğimiz, ahval ve meziyyâtından bâhis olan kısım” diye tarif ederek, “Burada meânî kelimesine Arap’ın ilm-i meânîsiyle ilm-i beyânını, hatta bedîini cemeden bir vüs‘at-i ma‘nâ verilmiştir” kaydını düşmüş, ayrıca “keyfiyyât-ı belâgat” diye zikretmek suretiyle olabildiğince genişletmiştir. Nitekim kitabın meânî bölümüne alt başlık olarak “usûl-i belâgat” adını koymuş, Cevdet Paşa’nın meânî tarifini de belâgatın tarifi olarak zikretmiş, belâgat hakkında bilgi verdikten sonra klasik meânî konularıyla ilgisi olmayan mübalağa, mecâzat, teşhis, istiare, teşbih, telmih, kinaye, hüsn-i ta‘lîl gibi edebî sanatlar hakkında çeşitli metinlerden örneklerle bilgi vermiş, üslûp bahisleriyle bölümü tamamlamıştır.
Meânî ile ilgili konuları Türk yazarlarından seçilmiş örneklerle ele alan bir müellif de M. Kaya Bilgegil’dir. Klasik meânî bahislerine Edebiyat Bilgi ve Teorileri: Belâgat adlı kitabında (1980) yer veren araştırmacı meânî terimlerinin pek çoğu için Türkçe karşılıklar ortaya koymuş, bunların eskileriyle birlikte yer yer Batı dillerindeki karşılıklarına da işaret etmiştir (s. 42-123). Konuyla ilgili son çalışmalardan biri M. Yekta Saraç’ın Klâsik Edebiyat Bilgisi Belâgat adlı kitabıdır (İstanbul 2000). Yazar, dil ve dil bilimiyle desteklenmesi gereken bir saha olarak konuya dil bilimcilerinin ilgisini çekmek ve önemine işaret etmek üzere meânî bahsine özellikle yer verdiğini belirttiği çalışmasında konuları klasik kaynaklarla modern Arapça çalışmalara dayanarak ele almıştır. Ayrıca Cevdet Paşa, Recâizâde Mahmud Ekrem, Abdurrahman Süreyyâ, Mehmed Rifat, Said Paşa gibi müelliflere de atıfta bulunmuş, her konunun sonunda Türkçe örneklere ve açıklamalarına yer vermiştir.
BİBLİYOGRAFYA
Ahmed Cevdet Paşa, Belâgat-ı Osmâniyye, İstanbul 1299, s. 41-121.
Said Paşa, Mîzânü’l-edeb, İstanbul 1305, s. 145-273.
Manastırlı Mehmed Rifat, Mecâmiu’l-edeb, İstanbul 1308, s. 67-239.
Ahmed Reşid [Rey], Nazariyyât-ı Edebiyye, İstanbul 1328, I, 133-291; II, 3-57.
M. Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilgi ve Teorileri: Belâgat, Ankara 1980, s. 42-123.
Ahmet Topaloğlu, Dil Bilgisi Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1989, s. 25.
Yakup Şafak, Sürûrî’nin Bahrü’l-Maârif’i ve Enîsü’l-Uşşâk ile Mukayesesi (doktora tezi, 1991), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 433-435.
Zeynep Korkmaz, Gramer Terimleri Sözlüğü, Ankara 1992, s. 9.
Erhan Yetik, İsmâil-i Ankaravî: Hayatı Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri, İstanbul 1992, s. 81-84.
a.mlf., “Ankaravî, İsmâil Rusûhî”, DİA, III, 213.
Kâzım Yetiş, Talîm-i Edebiyat’ın Retorik ve Edebiyat Nazariyâtı Sâhasında Getirdiği Yenilikler, Ankara 1996, s. 3-7.
M. A. Yekta Saraç, Klâsik Edebiyat Bilgisi Belâgat, İstanbul 2000, s. 17, 43-78.
Tunca Kortantamer, “Die Rhetorischen Elemente in der Klassischen Türkischen Literatur”, Die Islamische Welt Zwischen Mittelalter und Neuzeit: Festschrift für Hans Robert Roemer zum 65. Geburtstag (ed. U. Haarmann – P. Bachmann), Beirut 1979, s. 365-386.