HÂKSÂRİYYE - TDV İslâm Ansiklopedisi

HÂKSÂRİYYE

خاكساريّة
Müellif: ZEHRÂ TÂHERÎ
HÂKSÂRİYYE
Müellif: ZEHRÂ TÂHERÎ
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 1997
Erişim Tarihi: 22.11.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/haksariyye
ZEHRÂ TÂHERÎ, "HÂKSÂRİYYE", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/haksariyye (22.11.2024).
Kopyalama metni

Farsça’da “toprağı andıran, toza bulanmış” anlamına gelen hâk-sâr kelimesini, tevazu ifadesi olmak üzere kendilerini nitelendiren bir isim olarak kullanan Hâksâriyye mensupları melâmet ve fütüvvet ehlinin, ayyâr ve kalenderlerin etkisinde kalmıştır. İnanç, âdâb ve erkânını yazıyla tesbit etme gerektiğine inanmamaları, Hâksâriyye’nin tarihiyle ilgili çeşitli rivayetlerin ortaya çıkmasına ve özelliklerinin gizli kalmasına sebep olmuştur. Bundan dolayı Hâksâriyye’nin tarihini doğru olarak tesbit etmek son derece güçtür. Hâksârîler adlı bir topluluğun varlığından bahseden en eski kaynak, Zeynelâbidîn-i Şirvânî’nin (ö. 1253/1838) Riyâżü’s-seyâḥa adlı eseridir. Bir rivayete göre Hâksâriyye, Feth Ali Şah döneminde (1797-1834) İran’a gelen Kerim Han Zend’in oğlu Gulâm Ali Şah tarafından kurulmuştur. Başka bir rivayete göre ise Sultan Celâleddin Haydar’ın kurduğu Celâliyye tarikatının bir şubesidir. Kaynaklarda Celâleddin Haydar’la ilgili bilgi yoktur. Hâksârîler, adı dışında hakkında hiçbir şey bilmedikleri Sultan Celâleddin Haydar’a Pîr Şîr Mîr adını verirler. Hâksâriyye mensuplarının saygı ile anıp yücelttikleri bu zatın Mahdûm-i Cihâniyân u Cihângeşt diye tanınan Celâleddin Hüseyin el-Buhârî (ö. 785/1384) olması kuvvetle muhtemeldir. Abdülhüseyn-i Zerrînkûb ise Celâleddin Haydar’ın tarihî bir şahsiyet olmaktan çok Celâl-i Sânî diye de anılan Celâleddin Hüseyin el-Buhârî ile Kutbüddin Haydar’ın özelliklerini birleştiren menkıbevî bir şahsiyet olduğu görüşündedir.

Hâksâriyye mensupları Sultan Celâleddin Haydar’ın tayy-i mekân, aynı anda yedi veya kırk kişi olarak görünme gibi kerametleri olduğuna ve bundan dolayı “Çihl-ten” (kırk kişi) ve “Heft-ten” (yedi kişi) diye bilinen mezarlıklarda gömülü bulunduğuna inanırlar.

Âdâb ve erkânlarını öğrenmek için aralarında birkaç yıl yaşayan Nûreddîn-i Müderrisî, bu fırkanın Hâksâr-ı Celâlî (bu kol Ebûtürâbî ve Gulâm Ali Şâhî adıyla da anılır), Dûde-yi Acem, Ma‘sûm Ali Şâhî ve Nur Ali Şâhî adlı dört kola ayrıldığını söyler. Zerrînkûb’a göre Celâliyye ana tarikat olup Hâksâriyye, Ehl-i Hak ve Celâliyân-ı Gulâm Ali Şah onun şubeleridir. Gerek hiyerarşisinde gerek törenlerinde yapılan yenilikler, Hâksâriyye’yi aslı olduğu tahmin edilen Celâliyye’ye göre farklı hale getirmiş ve ona tamamıyla Şiî-Bâtınî bir hüviyet kazandırmıştır. Genellikle Ehl-i Hak grupları içinde mütalaa edilen Hâksâriyye mensupları Tanrı’nın insanın bedenine veya şahsiyetine hulûl ettiğine, farklı dönemlerde yedi bedende kendini gösterdiğine ve ölen kişinin ruhunun yaptıklarının cezasını çekmek için bir başka bedene göç ettiğine (tenâsüh) inanırlar. Bu şekilde 1000 bedeni dolaşan ruh gerçekle birleşerek kurtuluşa erer. Hâksârîler Hz. Ali’yi Tanrı mertebesine çıkarır ve onun çeşitli dönemlerde tenâsüh yoluyla kendini gösterdiğine inanırlar. Hâksârîler’de âdâb ve erkân diğer tarikatlardan çok farklıdır. Dinî görevleri yerine getirme konusunda son derece gevşek davranan Hâksârîler’in faaliyetleri daha çok dışa ve maddî alana dönük olup bunlarda zühd, riyâzet ve tefekkür gibi içe dönük tasavvufî uygulamalar görülmez. Bu bakımdan Hâksâriyye’yi bir tarikat olarak değerlendirmek pek mümkün görünmemektedir.

Hâksâriyye’ye girmeye istekli olan kişi (tâlip) altı safhadan geçerek mürşidlik makamına kadar çıkabilir. Tâlip için düzenlenen ilk âyine “lisan merasimi” adı verilir. “Pîr-i delîl” denilen rehber tâlibi hamama götürerek yıkadıktan sonra beyaz bir elbise giydirir ve “pîr-i tarîkat” adı verilen üstadın huzuruna çıkarır. Pîr-i tarîkat tâlibe meslek ve meşrebine uygun yeni bir isim verir. Sonra saç, sakal, kaş ve bıyığından üç küçük parça keser; bu işleme “mühr-kerden” (mühürleme) denir. Artık tâlibin bu mühürlenmiş saçını kesmesine ömür boyu izin verilmez.

İkinci âyine “piyâle merasimi” denir. Bu da fakr (dervişlik) kadehiyle kevser şarabının sembolik olarak içilmesinden ibarettir. Tören esnasında rehber fincana bir içim su, bir miktar şeker ve gül suyu koyar; on dört kadehle ilgili kurallar okunduktan sonra şerbeti üstada sunar. Mürşid, rehber ve tâlip sırayla birer yudum içtikten sonra fincanı mecliste bulunan dervişler arasında dolaştırırlar. Bu âyin, fütüvvet ehlinin fütüvvet kadehinden içme âdetini andırmaktadır.

Üçüncü safhadaki âyine “kisve merasimi” adı verilir. Bu törende rehber, mürşidin huzurunda tâlibin sağ kolu üzerine madenî bir para koyarak bunun çevresini bir daire meydana getirecek şekilde bir mumla yakar. Burada oluşan yara iyileşinceye kadar tâlibin yıkanmasına ve eşiyle cinsî münasebette bulunmasına izin verilmez. Kol üzerinde kalan yara izine “mühr-i nübüvvet” denir. Artık bu safhadan itibaren tâlip tarikata girmek isteyen adayları kabul etme, onlara lisan ve piyâle merasimleri sırasında rehberlik etme sorumluluğunu yüklenebilir. Dördüncü safhadaki âyine “gül sipürdegî (yanık deriyi mürşide emanet etme) merasimi” adı verilir. Bu törende mürşid yaranın bulunduğu yeri öper ve böylece gülü (yanık deriyi) Hz. Ali’nin hazinesine tevdi etme sorumluluğunu üstlenmiş olur.

Beşinci âyine “cevz şikesten” (ceviz kırma) merasimi denir. Ehl-i Hak bir aileye mensup bir seyyidin huzurunda cereyan eden bu merasimde tâlip, Hâksârîler arasında saygı gören ve yüceltilen Ehl-i Hak’tan birine tâbi olur. Hâksâriyye’nin seçkinleri bu şekilde Ehl-i Hak ailesine bağlanmış olurlar.

Altıncı safhadaki âyine “leng-i ışkullah pûşîden (ilâhî aşk kemerini kuşanma) merasimi” denir. Bu merasimden sonra tâlip mürşid unvanı alır. Dervişlerin işleriyle görevlendirilen bu yeni mürşide bir derviş “çırâğî” sıfatıyla yardımcı olarak verilir. Bu derviş ömür boyu mürşidine bağlı kalır.

Hâksâriyye fırkasındaki ilerleme ve yükselmeyle ilgili bu basamaklardan her birinin sonunda tâlibin yeni sorumluluğunu diğer dervişlere duyurmak için “dîg cûş” (kazan kaynatma) merasimi düzenlenir. Bu merasimde tâlip bir deve veya sığır kurban ederek dervişlere yemek verir. Kur’an’dan belli âyetler okunduktan sonra yerde hazırlanan sofrada yemekler yenir.

Hâksâriyye dervişlerinin mürşidlerinin kızlarıyla evlenmesine izin verilmez. Sarıkları, uzun saçları, yanlarında taşıdıkları teber ve keşkülleriyle tam anlamıyla kalenderî derviş tipini andıran Hâksâriyye mensupları hakkında afyon, esrar ve morfin gibi uyuşturucular kullandıkları ve buna da “sır yaprağı” adını verdikleri yolunda birtakım iddialar vardır. Yakın zamana kadar Tahran, Meşhed ve Kûfe gibi şehirlerde tekke ve merkezleri bulunan Hâksârîler’in faaliyetleri Rızâ Şah Pehlevî (ö. 1944) döneminde yasaklanmıştır.


BİBLİYOGRAFYA

, II, 312, 525, 526; III, 572, 579.

Zeynelâbidîn-i Şirvânî, Riyâżü’s-seyâḥa (nşr. Asgar-ı Hâmidî), Tahran 1339 hş.

a.mlf., Bustânü’s-seyâḥa (nşr. Seyyid Saîd-i Tabâtabâî), İsfahan 1342 hş., s. 152.

R. Gramlich, Die schiitischen derwischorden Persiens, Wiesbaden 1965.

Abdülhüseyin Zerrinkûb, Cüstücû der Taṣavvuf-i Îrân, Tahran 1357 hş./1978, s. 359-379.

Nûreddin Müderrisî Çehârdihî, Ḫâksâr ve Ehl-i Ḥaḳ, Tahran 1358 hş./1979.

Seyyid Muhammed Hâceddin, Keşkûl-i Ḫâksârî, Tebriz 1360 hş./1981, s. 1.

V. Minorsky, “Ehl-i Hak”, , IV, 201-207.

a.mlf., “Ahl-i Ḥaḳḳ”, , I, 260-263.

, XII, 80, 81.

H. Halm “Ahl-e Ḥaqq”, , I, 635-637.

Hamid Algar, “Ehl-i Hak”, , X, 513-515.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1997 yılında İstanbul’da basılan 15. cildinde, 208-209 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER