https://islamansiklopedisi.org.tr/hancer
Arapça asıllı bir kelime olan hancer (hıncer, hıncir, çoğulu hanâcir), ortalama 30-35 cm. uzunluğunda eğri, sivri uçlu, çift veya tek ağızlı bir bıçak türü olup eğriliğinden dolayı düz ve çift ağızlı kamadan ayrılır; namlu uzunluğu 45 santimetreyi geçenler kısa kılıç sayılır. Namlusu kın denilen bir mahfaza içinde ve kabzası kolaylıkla ele gelebilecek şekilde bel kuşağına sokularak veya kemere yahut boyuna asılarak taşınır. Savaş alanından çok teke tek çarpışmalarda kullanılır ve fırlatıldığında bir uzak dövüş silâhı görevi yapar. Eğri olmasının sebebi, ilk vuruş anında eğri kılıcın daha iyi kesmesi gibi bunun da daha iyi ve daha kolay saplanmasıdır. Kavsi içe gelecek şekilde tutularak hasmın göğüs kısmı hedef alınıp genellikle yukarıdan aşağı doğru vurulur.
Hançerin tarihçesi kama kadar eskiye gitmez; çünkü ondan geliştirilmiş bir silâh çeşididir. En eski örnekleri sayılabilecek tunçtan yapılmış eğri namlulu kesici silâhlara, milâttan önce II. binyıldan itibaren Mezopotamya’nın Sâmî uygarlıklarında rastlanır. Bu durumdan Sâmî kökenli olduğu anlaşılan hançer özellikle Araplar tarafından geliştirilmiş ve daha çok soylularca gösterişli kıyafetlerinin vazgeçilmez bir aksesuarı olarak benimsenmiştir. Yanda taşınmasından dolayı Araplar’ın cenbiyye de dedikleri hançer zamanla İslâmiyet’in girdiği bütün ülkelere yayılmış ve sarıkla birlikte âdeta müslümanların alâmet-i fârikası haline gelmiştir.
Bölgelere göre bazı değişiklikler gösteren Arap hançerinin en tipik örneği Arabistan’da, özellikle Yemen’de görülür. Bu namlusu kısa, enli, fazla kavisli ve derin kan oluklu bir modeldir; bazılarının kavsi ortada belli bir açı yapar. Kısa namluya göre iki misline varacak kadar uzun tutulan kının kavsi ise çok daha fazladır ve birçok örnekte kının ucu kabza başına yaklaşarak hançere orak gibi bir görünüm verir. Bugün geleneklerine en sadık Arap ülkesi olarak tanınan Yemen’de hançer taşımak yasak değildir ve özellikle kabzaları gergedan boynuzundan yapılıp ortalama 15.000 Amerikan dolarına satılan hançerler zengin gençlerin en büyük tutkusunu oluşturur. Gergedan boynuzu kabzaların sade bırakılmasına karşılık fildişi, akik ve abanoz gibi diğer kıymetli maddelerden yapılmış olanlar genellikle altın ve gümüş telkâri bezemelerle süslenir. Arap hançerleri arasında yaygın bir üne sahip bulunan Fas hançerinin namlusu kabzadan itibaren ortaya kadar düz ve tek ağızlı, ortadan ucuna kadar ise eğri ve çift ağızlıdır; kan oluğu nâdiren görülür. Arap hançerlerinin en meşhuru ise özellikle Osmanlılar döneminde bütün dünyanın tanıdığı Şam hançeridir (hançer-i Dımaşkī). Ünlü Şam çeliğinden yapılan ve kabzası fildişi, boynuz, sert ağaç vb. üzerine şamkâri metal işçiliğiyle süslenen bu hançer tipi 30-35 cm. boyunda, fazla enli olmayan hafif kavisli bir namluya sahiptir ve bu haliyle küçük bir süvari kılıcına benzer; çift veya tek ağızlı, kan oluklu veya oluksuz olabilir. Şam hançeri yeniçeriler tarafından çok tutulmuş ve İstanbul’da da benzerleri yapılmıştır. Ayrıca Şam hançeri Batı resim sanatına ve edebiyatına girmiş, tablolardaki müslümanlar bellerinde bu hançerle resmedilirken meselâ Tolstoy’un ünlü romanı Kreutzer Sonat’ta kadın kahraman kocası tarafından bu hançerle öldürülmüştür. Arap hançerlerinin bütün tiplerinde, kın üzerine geçirilen bileziklere takılmış taşıma halkaları bulunur; çünkü sıcak ülkelerde yaşayan Araplar bellerine genellikle kuşak sarmamaktadırlar.
İran hançerlerinde namlu Fas hançerinde olduğu gibi ortaya kadar düz gelip sonra derin bir kavisle kıvrılır; en karakteristik özelliği kavsinin dik açıya yaklaşacak derecede abartılı olmasıdır. Namlunun düz kısmı tek, kavisli kısmı çift ağızlıdır ve üzerinde geniş bir kan oluğu bulunur. Bazılarının ucu ve kan oluğu parlak çelikten, kesici yan tarafları ise mat çelikten yapılmıştır. Kabzalar genellikle fildişi veya kemikten olup oyma tekniğiyle süslenmiştir; altın veya gümüşle kaplanıp taş kakmalarla zenginleştirilmiş yahut minelenmiş örnekler de bulunmaktadır. Ahşap kınlar genellikle desenli deri ya da ipek ve kadife türü kumaşlarla kaplanmış, kabzanın yapıldığı maddeye uygun olarak yer yer altın veya gümüş levhalarla takviye edilmiştir.
İslâmiyet’in Orta Asya’ya girişinden sonra burada görülen hançerlerin en ünlüsü tek ağızlı, hafif kavisli ve kan oluklu Türkmen hançeridir. Genellikle namlular üzerinde bitkisel motifli altın kakmalar (zernişan) bulunur. Kabzalar kemik veya fildişi, kınlar ise ahşap üzerine deri, kadife yahut gümüş kaplamadır; gümüş levhalar telkâri süslemelerle veya değerli taşlarla zenginleştirilmiştir. Buhara bölgesi hançerlerinin kabzaları daha çok abanoz ya da gül ağacından yapılmış ve akik, mercan, lapislazuli, yeşim gibi değerli taşlarla murassa‘ hale getirilmiştir. Kabza ve kın üzerinde bulunan gümüş levhalar ise Kafkasya etkisinde kalarak bazan sevâd, bazan da mine teknikleriyle süslenmiştir.
Anadolu ve Balkanlar’daki Türk devri hançerlerinde namlular uzunca ve az kavislidir. Genellikle kemer bağlantıları bulunmayan bu hançerler bele sarılı kuşaklar arasında sol tarafa sokularak taşınmıştır. Ancak bir kısmının kınları üzerinde Arap hançerlerinde olduğu gibi bir bilezik ve buna bağlı bir taşıma halkasının bulunduğu görülür. Osmanlı dönemine ait hançerlerin kabzaları genellikle kemik veya abanoz, gül ağacı ve pelesenk gibi kıymetli ahşaptan yapılmış olup üzerleri oymalarla yahut telkâri ve levha halinde gümüş bezemelerle, değerli taş kakmalarla süslenmiştir. Bir veya birden fazla kan oluğu olan namluların birçoğu menevişli çeliktendir ve bunların üzerinde çok defa sahibinin veya yapan ustanın adı (silâhların bu kısmına “namlu” [namlı, isimli] denilmesinin sebebi de üzerindeki bu adlardır), çeşitli imalâthane mühürleri, Kur’ân-ı Kerîm’den âyetler, bazan da Ashâb-ı Kehf’in isimleri, mühr-i Süleyman, çark-ı felek, çeşitli saadet düğümleri gibi sembolik yazılarla desenler ve stilize edilmiş bitki motifleri bulunur. Kınlar daima ahşap üzerine kadife veya deri kaplanmış, kenarları ile ağız ve uçları gümüş, bafon veya pirinç levhalarla takviye edilmiş ve bu kısımlar çeşitli tekniklerle süslenmiştir.
Ateşli silâhların yaygınlaşmasından sonra hançerin kullanımı tören silâhı şeklinde devam etmiştir. Evliya Çelebi, askerî merasimleri anlatırken gümüş kemerlere takılı murassa‘ hançerlerden bahsetmektedir. XVIII. yüzyılda yaşayan Kont Marsigli ise hançerin, yeniçeriler ve onlara özenen delikanlılar tarafından kuşaklarının sol tarafında aksesuar gibi taşındığını belirtir. Osmanlı hançerlerinin en güzel örneklerini Topkapı Sarayı’nda ve Askerî Müze’de bulmak mümkündür. Bunlar arasında, özellikle dünyada “Topkapı hançeri” diye tanınan ve III. Ahmed devrine (1703-1730) ait olan kabzası iri zümrütlü ve kabza başı gömme saatli hançer, titiz kuyumculuk işçiliği ve kaliteli malzemesiyle bir sanat şaheseridir.
Gelişimini tamamlamış, oymalarla süslü kemik ve fildişi kabzalı, namlusu çakmak taşından yapılmış ilk örneklerine Anadolu ve Mısır Neolitik kültürlerinde rastlanan kama, düz ve çift ağızlı simetrik namlu şekliyle hançerden ayrılır. Türkçe’nin yalnız batı lehçelerinde bulunan kama ismi Ermenice “iri çivi, mıh; oduncu kaması” anlamındaki kam kelimesinden gelir. Namlu uzunluğu 15-45 cm. arasında değişen kama, bütün dünya kültürlerinin en eski silâh türleri arasında yer alır. Ateşli silâhların icadından sonra kullanımı hançer gibi azalmamış, bir tipi kabzasında yapılan düzenlemeyle “süngü” veya “kasatura” adı altında tüfek ucuna da takılabilen bir asker silâhı olarak yaşamasını sürdürmüştür (süngülerin tek ağızlı olanları da vardır).
Türk-İslâm dünyasındaki en tanınmış kama türü “Kafkas (Çerkez) kaması” adıyla bilinen ve Çerkez, Çeçen, İnguş, Ermeni, Gürcü gibi Kafkas milletleri tarafından kullanılan ve en eski örneklerine Kuzey Kafkasya’daki milâttan önce III-II. binyıla ait Kuban-Maikop kurganlarında rastlanan kamadır. Namlusu ortalama 30 cm. boyunda ve 4-5 santimetreden başlayıp gittikçe sivrilen bir ikizkenar üçgen görünümünde olup geniş ve derin kan olukludur. Üzerinde genellikle Osmanlı hançerlerinde görüldüğü gibi yapan ustanın veya sahibinin adına, bazı âyetlere ve bitkisel motiflere rastlanır. Fildişi, kemik veya boynuzdan yapılan kabzalar yuvarlak başlıdır ve tepede vuruş sırasında başparmağın oturması için bir oyukluk, yanlarda da elin kaymaması için çakılmış kabaralar bulunur. Kın ve kabzalarda sevâdlı gümüş süslemeler hâkimdir. Kın üzerindeki bileziklere takılan halkalar vasıtasıyla kemere asılır.
BİBLİYOGRAFYA
B. Kerestedjian, Dictionnaire étymologique de la langue turque, Londres 1912, s. 264.
Evliya Çelebi, Seyahatnâme, IV, 155.
Marsigli, Osmanlı İmparatorluğunun Askeri Vaziyeti, s. 161.
Claude F. A. Schaeffer, Stratigraphie Comparée et Chronologie de l’Asie Occidentale (IIIe et IIe millénaires), London 1948, s. 526-527, lv. 300-301.
J. W. Wevers, “Weapons (Dagger)”, IDB, IV, 821-823.
J. W. Charley, “Armour and Weapons”, NBD, s. 83-84.
C. G. Stone, A Glossary of the Construction, Decoration and Use of Arms and Armour, New York, ts., s. 198, 209, 310-314, 336.
L. Bresneva, The Decorative and Applied Arts of Turkmenia, Leningrad 1976, tür.yer.
R. Elgood, Islamic Arms and Armour, London 1979, s. 23-24.
D. Nicolle, The Armies of the Islam 7th-11th Centuries, London 1982, tür.yer.
J. Kalter, The Arts and Crafts of Turkestan, Stuttgart 1983, s. 88, 89.
H. L. Peterson, “Dagger”, EBr., VI, 984.