Türk Edebiyatı. Türkler’de hitâbetin esas itibariyle hutbe, vaaz ve tasavvufî sohbetlerden meydana gelen dinî hitâbetle askerî, resmî ve siyasî hitâbet türleri dışında edebî bir tür olarak ancak geç dönemlerde gelişme gösterdiği kabul edilmektedir (Mithat Cemal, s. 360). Bu durumu, Süryânî Mihail’in dile getirdiği Türkler’in uzun nutuklardan hoşlanmadığı şeklindeki eski bir kanaatle (Turan, I, 123) açıklamak bir ölçüde mümkün görünse de aslında bunu, şifahî sözleri yazıya geçirme alışkanlığının gelişmemiş veya buna gerek duyulmamış olmasına bağlamak daha uygundur. Nitekim Bilge Kağan’ın (VIII. yüzyıl) Orhon yazıtlarındaki sözleri Türkler’de hitâbet geleneğinin eski bir geçmişinin bulunduğunu göstermektedir. Ancak bu ilk örneklerden sonra dört beş asırlık dönemle ilgili hemen hemen hiç bilgi yoktur. XI. yüzyıla ait Kutadgu Bilig’de söz ve sözün gücü, özellikleri, fayda ve zararları hakkında bahisler yer almakla birlikte (VII. bab, 162-190, XIX. bab, 955-1028. beyitler) buradan Türk hitâbeti adına bir hükme varmak mümkün değildir. Bir vaaz kitabı olmasına rağmen Atebetü’l-hakāyık da (XII. yüzyıl) bu konuya dair bilgi vermemektedir. Bununla birlikte eserin toplumdaki irşad ihtiyacını karşılamak üzere kaleme alınması, vâizlere malzeme teşkil edecek bilgiler içermesi, o dönemde Türkler arasında bir vâiz topluluğunun mevcudiyetini düşündürmektedir.
Türk cemiyet hayatında diğer milletlerde olduğu gibi çok eskiden beri çeşitli törenlerin bulunması ve bunların özellikle evlenme, ad koyma, and içme vb. için olanlarında konuşmaların yapılması zengin bir tören hitâbetinin varlığını ortaya koymaktadır. Bununla ilgili birçok örnek Dede Korkut hikâyeleriyle günümüze ulaşmıştır. Dede Korkut’un “güzel sözler söylemiş bir hakîm, bilgin, güçlü bir ulus ozanı, sözde ve şiirde üstün bir kişiliğe sahip” gibi vasıflarla tanıtılması (Gökyay, s. XLVI, CXXVII) ve hikâyelerde daima “boy boylayıp soy soylaması”, öğüt amacıyla birtakım hikmetler söylemesi, ad verip törenlerde konuşmalar yapması onun hatip niteliğini açıkça göstermektedir. Câhiliye Arapları’nın kabile hatipleriyle benzer özellikler taşıyan Dede Korkut, Türkler’in efsanevî hatibi kabul edilmeye lâyık bir şahsiyet olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Türk toplumunda şaman, baksı, evliya vb. kişilerin törenlerde konuşmalar yapan birer hatip durumunda bulunduğu bilinmektedir.
Dinî hitâbetin bir kolunu meydana getiren minber hatipliği bütün İslâm devletlerinde olduğu gibi Türk devlet teşkilâtında da çok eskiden beri yer almış bir müessesedir (bk. HUTBE). Osmanlılar’da daha serbest mahiyette bir meslek telakki edilen vâizlik de bir kurum haline gelmiş, Katar şeyhliği denilen ve en üst rütbesi Ayasofya kürsü şeyhliği olan, hitâbeti güzel tekke şeyhlerinin tayin edildiği bir ilmiye mansıbı ortaya çıkmıştır. Vâizler, XX. yüzyılın başlarına kadar Arapça okunan cuma hutbelerini namazdan sonra halka açıklar, ayrıca camilerdeki irşad hizmetlerini yürütürlerdi (bk. VAAZ). Tasavvufta bir eğitim metodu olan sohbet de hitâbete ait özellikler taşımaktadır. Bilhassa sohbet dalındaki ilk hatiplerden sayılması gereken önemli şahsiyetlerin başında XII. yüzyılın ünlü sûfîsi Ahmed Yesevî gelir. Ahmed Yesevî’nin irşadlarında sohbetin önemli bir yerinin bulunduğu Cevâhirü’l-ebrâr’da belirtilmiş ve sohbetle ilgili esaslar ortaya konulmuştur (Kara, s. 265). Diğer birçok tasavvufî kaynakta hem sohbetin âdâbı ve etkisi hakkında bilgiler hem de tanınmış sûfîlerin sohbetlerinden örnekler mevcuttur (bk. SOHBET).
Osmanlılar döneminde hitâbetin sohbet ve vaaz türlerinde isim yapmış pek çok mutasavvıf arasında Aziz Mahmud Hüdâyî’nin ayrı bir yeri vardır. Hüdâyî, Fatih Camii’nde başladığı irşad hizmetine 1599’dan itibaren bir taraftan tekkesinde, bir taraftan da Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’nde devam etmiştir. Aziz Mahmud Hüdâyî’nin vaazları el-Mecâlisü’l-vaʿẓıyye (Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 276) adıyla Arapça, Nesâih ve Mevâiz (Hacı Selim Ağa Ktp., Aziz Mahmud Hüdâyî, nr. 266, 237 varak) adıyla Türkçe olarak derlenmiştir. Mecmûa-i Hutab adlı risâlesi de Hüdâyî Dergâhı’nda okuduğu hutbelerin metinlerinden ibarettir (bk. Hacı Selim Ağa Ktp., Aziz Mahmud Hüdâyî, nr. 270/7).
Türk tarihinde askerî hitâbet alanında Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan başta gelen kumandanlardandır. Alparslan’ın Malazgirt zaferi öncesinde biri henüz Hoy şehrinde iken kumandanlarına, diğeri savaş başlamadan önce bütün orduya hitaben yaptığı iki konuşma Türk askerî hitâbetinin unutulmaz örneklerindendir. Bunların özellikle, bir siyasî vasiyet niteliği taşıyan birincisinden ziyade ikincisi hitâbette aranan samimilik, kısa ve özlü oluş, coşkunluk ve tesir bakımından çok daha başarılıdır. Gerçekten Alparslan’ın ordunun savaş meydanında toplandığı cuma günü yaptığı konuşma onun hitâbet gücünü açıkça ortaya koymaktadır (bu konuşmaların metinleri, ayrıca hitâbet ve muhteva bakımından bir değerlendirmesi için bk. Köymen, I, 55-61).
Osmanlı padişahlarının bir kısmı, özellikle ordunun başında sefere çıkan ilk on padişah gerek Dîvân-ı Hümâyun’da, gerek ordugâhlarda toplanan harp meclislerinde, gerekse savaş başlamadan askerlere karşı yaptıkları konuşmalarda başarılı hitâbet örnekleri ortaya koymuşlardır. Ancak bunların çoğu tam metin halinde günümüze ulaşmamış, sadece vak‘anüvislerin kayıtlarında özet olarak yer almıştır. I. Murad’ın I. Kosova Savaşı öncesinde çadırında toplanan harp divanında yaptığı konuşma ve dua ile (Neşrî, I, 271-293) II. Murad’ın Varna zaferinden önce askere hitaben söylediği sözler bilinen ilk örneklerdir. Fâtih Sultan Mehmed’in hitâbeleri arasında İstanbul’un fethi hazırlıklarına başlarken Edirne Sarayı’nda verdiği nutukla (metni için bk. Kritovulos, s. 25-37; geniş bilgi ve değerlendirme için bk. Turan, II, 50-51; İnalcık, s. 125-126) kuşatma sırasında danışma meclislerinde ve divanlarda yaptığı konuşmalar özellikle kayda değer. Bunlardan, Bizans’a yardım getiren gemilerin Türk donanmasını aşarak Haliç’e girmesi üzerine topladığı divanda söylediği sözler Tâcîzâde Câfer Çelebi tarafından nakledilmiştir (Mahrûsa-i İstanbul Fetihnâmesi, s. 16). Bu arada Fâtih’in hocası Akşemseddin’in de fetih hazırlıkları ve kuşatma sırasında düzenlenen toplantılarda yaptığı konuşmalardan, fetihten sonra ganimetlerin taksimi münasebetiyle yeniçerilere hitaben söylediği sözlerden ve Ayasofya’da okuduğu ilk hutbesinden müessir bir hatip olduğu anlaşılmaktadır (hitâbe metinleri için bk. Evliya Çelebi, I, 97, 105, 113). Yavuz Sultan Selim’in İran seferine çıkmadan önce Edirne’de topladığı büyük divanda devlet erkânı ve ulemâyı Şah İsmâil’e karşı düzenlenecek sefere ikna etmek için yaptığı konuşma ile (S. Tansel, s. 33-34) daha sonra Çaldıran seferinde çadırını kurşunlayan yeniçerilere karşı söylediği sözler (a.g.e., s. 49) Türk hitâbetinin belli başlı örnekleri arasında yer alır.
Kanûnî Sultan Süleyman Osmanlı padişahları arasında hitâbette önde gelen bir simadır. Kaynaklar onun, Rodos kuşatması sırasında çekilen büyük sıkıntılar karşısında geri dönmek isteyen askerin mâneviyatını yükseltmek için yaptığı konuşmayı buna delil gösterirler (Şerafettin Turan, s. 62; bu hitâbenin bir roman kurgusu içinde verilen şekli için bk. Downey, s. 53-55). Bu devirde özellikle Batılı sefâret heyetlerine karşı konuşmaları ile dikkat çeken Vezîriâzam Makbul İbrâhim Paşa ile Kaptanıderyâ Barbaros Hayreddin Paşa da hitâbette anılması gereken isimlerdir. Barbaros’un, Seyyid Murâdî’nin kalemiyle günümüze intikal eden deniz seferlerinde harp meclislerinde ve asker önünde yaptığı pek çok konuşma onun hitâbet yeteneği hakkında yeterli fikir vermektedir (Gazavât-ı Hayreddin Paşa, tür.yer.; Preveze Deniz Savaşı öncesindeki nutku için bk. s. 350-352). Aynı şekilde Sokullu Mehmed Paşa da düzgün konuşması ile tanınmış bir devlet adamıdır. Onun bu özelliğini, İnebahtı Deniz Savaşı’nda donanmanın kaybedilmesinin doğuracağı sonuçları öğrenmek üzere kendisini ziyarete gelen Venedik elçisine söylediği sözlerle (Hammer, VI, 274) Kaptanıderyâ Kılıç Ali Paşa’ya yaptığı meşhur konuşmasından (Peçuylu İbrâhim, I, 498-499) anlamak mümkündür.
Hitâbetiyle dikkat çeken Osmanlı padişahlarından IV. Murad’ın sarayına giren isyancı yeniçerilerle yaptığı ayak divanlarındaki konuşmalarının bu alanda ayrı bir yeri vardır. Özellikle devlet idaresini tam olarak ele aldıktan sonra Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa Köşkü’nde topladığı ayak divanında ileri gelen devlet ricâli önünde yaptığı konuşma bunun en güzel örneğidir (Naîmâ, III, 112 vd.). Daha sonra II. Mahmud’un çıktığı memleket gezilerinde zaman zaman halka karşı konuştuğu veya nutkunun metnini başkâtibine okuttuğu bilinmektedir (Özcan, s. 372, 373, 376). II. Mahmud’un bu konuşmaları, Osmanlı hitâbetinin günümüzdeki anlamıyla halka yönelik ilk siyasî örnekleri sayılabilir. Sultan Abdülaziz de Mısır ve Avrupa seyahatlerinde değişik topluluklar huzurunda bazı konuşmalar yapmıştır (İzmir’de yaptığı bir konuşma için bk. Ali Kemali, s. 47-48).
3 Kasım 1839 günü Gülhane’de Tanzîmât-ı Hayriyye Fermanı’nı okuyan Mustafa Reşid Paşa bu yeni devrenin en iyi hatibi sayılmaktadır (İA, IX, 704). Büyük bir ikna kabiliyetine sahip olan Keçecizâde Fuad Paşa da dönemin çok iyi konuşan devlet adamlarındandır (a.g.e., IV, 679). Türkçe’nin yanı sıra Fransızca konuşmalarıyla da bir hitâbet gücü sergileyen Fuad Paşa fikirlerini açık söyleyen, yabancı devlet adamları yanında bu özellikleriyle takdir edilen ünlü bir diplomattı (Toros, s. 9). Bu dönemde çok renkli şahsiyetiyle dikkat çeken Ali Suâvi, Şehzadebaşı Camii’ndeki vaazlarıyla dinleyicilerini kolayca tesiri altına alabilen kuvvetli bir hatip olarak tanınmıştır (H. Çelik, s. 65-66). Ali Suâvi aynı zamanda siyasî bir hatipti (Toros, s. 9).
Türk hitâbeti, kendisi de iyi bir hatip olan II. Abdülhamid döneminde daha çok yeni açılan meclisin etkisiyle önemli bir gelişme göstermiştir. 19 Mart 1877 tarihinde Mâbeyn-i Hümâyun başkâtibi Said Bey (Küçük Said Paşa) tarafından okunan ve daha sonra Nutk-ı Pâdişâhî adıyla yayımlanan (İstanbul, ts.) I. Meşrutiyet Meclisi’nin açılış nutku, Türk parlamento tarihinin ilk yazılı konuşma metni kabul edilebilir. Sultan Abdülhamid ayrıca Yıldız Sarayı’nda zaman zaman düzenlediği toplantılardaki konuşmalarıyla da hitâbet yeteneğini ortaya koymuştur (DİA, I, 217-218). Aynı dönemin valilerinden Giritli Sırrı Paşa, görevine başlarken ve ayrılırken vilâyet halkına hitaben söylediği sözlerle temel atma, bina açma törenlerinde yaptığı konuşmalarla dikkat çekmiştir. Mekteb-i Harbiyye Nâzırı ve Şipka Kumandanı Süleyman Paşa, 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nin yenilgiyle sonuçlanmasından dolayı çıkarıldığı dîvânıharpteki müdafaalarıyla hukukî hitâbetin güzel örneklerini vermiştir. Meclis reisi Ahmed Vefik Paşa, Dârülfünun hatibi olarak tanınan Hasan Fehmi Paşa, Sadrazam İbrâhim Hakkı Paşa (İbnülemin, II, 1792-1793), Adliye Nâzırı Mehmed Necmeddin Bey ve Meşrutiyet devrinin tanınmış hukuk ve siyaset adamlarından Manyasîzâde Refik Bey de bu dönemin hatipleri arasında zikredilebilir.
II. Meşrutiyet’ten sonra ortaya çıkan serbestlik ortamı içinde meclisin tekrar açılması ve siyasî partilerin kurulması gibi faaliyetler sebebiyle Türk hitâbeti yepyeni bir vadide çeşitlenerek gelişmiştir. Her dalda birçok hatibin yetiştiği bu dönemde yapılan konuşmaların metinleri çoğunlukla elde bulunduğundan ayrıca zengin bir literatür oluşmuştur. Bu hatipler arasında Meclis-i Meb‘ûsan reisi Ahmed Rızâ, Dersim mebusu ve gazeteci Lutfi Fikri, Maliye Nâzırı Cavid Bey, İzmir mebusu Seyyid Bey, Osmanlıca’yı çok güzel konuşmasıyla tanınan Ermenilerden mebus Zührap Efendi, Türkçe olduğu kadar Fransızca konferanslarında da iyi bir hatip olduğunu gösteren Prens Sabahaddin, Halil Menteşe, meclis dışında özellikle açık hava toplantılarının tanınmış isimlerinden Ömer Nâci, hukuk profesörü Ahmed Salâhaddin, Selim Sırrı (Tarcan), Aka Gündüz, Babanzâde İsmail Hakkı, meydan hatibi olduğu kadar konferansçılığıyla da tanınan Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Yusuf Akçura, Ubeydullah Efendi ve Dârülfünun hatibi Cemil Mahmud önde gelen isimlerdir. II. Meşrutiyet’in ilânının üçüncü günü Selânik’te (Kutay, s. 163), Şubat 1909’da ayaklanan medrese talebesini yatıştırmak için Beyazıt Meydanı’nda, İttihâd-ı Muhammedî Cemiyeti’nin kuruluşu dolayısıyla Ayasofya’da, Otuzbir Mart Vak‘ası’nda âsi askerleri teskin için İstanbul’da (Volkan Gazetesi, s. 523, 537-538) ve bu olaya karıştığı gerekçesiyle Dîvân-ı Harb-i Örfî’de, 1911 yılında Şam’da Emeviyye Camii’nde (Mardin, s. 142), 19 Ocak 1923’te mebuslara hitâben Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (Kutay, s. 273 vd.) yaptığı konuşma, savunma ve hutbeleriyle bu alanda Bedîüzzaman Said Nursi’nin ayrı bir yeri vardır. Bu dönemin başarılı hatiplerinden Mithat Cemal ayrıca, bilindiği kadarıyla hitâbet konusundaki ilk Türkçe eser olan Hitâbet ve Münâzara Dersleri ile (İstanbul 1329) Hitâbet Dersleri (İstanbul 1330) adlı kitapları yazmıştır. İlyas Mâcid’in, hitâbeti şiir okuma ile (inşad) birlikte ele alarak aralarındaki münasebeti inceleyen İnşâd ve Hitâbet (İstanbul 1330) adlı çalışması da dikkat çekici bir eserdir.
I. Büyük Millet Meclisi ve Cumhuriyet devri hatipleri arasında başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Hüseyin Avni Ulaş, Mustafa Necati, Ali Şükrü, Mahmut Esat Bozkurt, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Refik Şevket İnce, Hasan Basri Çantay, Şemsettin Günaltay, M. Fuad Köprülü, Şevket Râşid Hatipoğlu, Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, İsmail Habip Sevük, Ruşen Eşref Ünaydın ve Behçet Kemal Çağlar sayılabilir. Ayrıca bunlara, 1950’den sonraki çok partili hayatta siyasî hatip olarak dikkat çeken Osman Bölükbaşı da eklenmelidir. Türk hitâbetinde, özellikle anma toplantıları tertipleyerek yaptığı konuşmalarla meşhur olmuş önemli bir isim “İhtifalci” lakabıyla tanınan Ziyâ Bey’dir. Her yıl Tevfik Fikret’in mezarı başında anma töreni düzenleyen Florinalı Nâzım ile İstanbul’un işgali sırasında yapılan Pierre Loti ihtifalindeki konuşmasıyla dikkatleri çeken Süleyman Nazif de bu alanda güzel örnekler vermişlerdir. Sayıları çok az olan kadın hatipler arasında İstanbul’un işgali sırasında yapılan Sultanahmet mitinginin tanınmış siması Halide Edip Adıvar, Erzurum milletvekili Nakiye Elgün, şair ve yazar Şükûfe Nihal Başar, öğretmen Sâime Münevver Asker’in (Toros, s. 69-75) adları bilinmektedir.
XIX ve XX. yüzyıllarda dinî hitâbet sahasında meşhur olan şahsiyetler içinde Murad Molla Tekkesi şeyhi Mehmed Murad Efendi, Sultan Ahmed Camii’nde ona vekâleten vâizlik yaparak genç yaşta dikkat çeken Ahmed Cevdet Paşa (Fatma Aliye, s. 27-28), Ayasofya vâizliğiyle tanınan ve vaazları Eşref Edip tarafından Mevâiz adıyla neşredilmiş bulunan (İstanbul 1324, 1331) Manastırlı İsmâil Hakkı ile Hocazâde Mustafa Âsım Efendi önde gelmektedir. İstiklâl Harbi sırasında Anadolu’da çeşitli camilerde vaaz veren Mehmed Âkif Ersoy ve onun şiirlerinde Süleymaniye ve Fâtih kürsülerinden konuşturduğu “hatîb-i şehîr” unvanıyla bilinen Abdürreşid İbrahim, Beyazıt Camii’ndeki vaazlarıyla ünlü Urfalı Mahmud Kâmil, daha yakın devirlerde Hacı Cemal Öğüt, Şemseddin Yeşil (İlâveli Mevizelerim ve Hutbelerim, İstanbul 1943), Beyazıt Camii’ndeki vaazları yanında Fâtih Camii’nde okuduğu hutbelerle zamanın üniversite gençliği üzerinde tesir icra eden Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı (Fatih Minberinden Mü’minlere Hutbeler, I-II, İstanbul 1968-1970), ayrıca Muzaffer Ozak ve “halk vâizi” denilen Gönenli Mehmet Efendi zikredilmesi gereken önemli şahsiyetlerdir.
BİBLİYOGRAFYA Orhun Âbideleri (nşr. Muharrem Ergin), İstanbul 1970, s. I, III, 1, 3, 22, 31, 33; Kritovulos, Târîh-i Sultan Mehmed Hân-ı Sânî, İstanbul 1328, s. 25-37; Seyyid Muradî, Gazavât-ı Hayreddin Paşa: Barbaros Hayreddin Paşa’nın Hatıraları (nşr. M. Ertuğrul Düzdağ), İzmir 1995, s. 167-169, 174-175, 184, 350-352; Neşrî, Cihannümâ (Unat), I, 271-293; Tâcîzâde Câfer Çelebi, Mahrûsa-i İstanbul Fetihnâmesi, İstanbul 1331, s. 16; Peçuylu İbrâhim, Târih, I, 498-499; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 97, 105, 113; Naîmâ, Târih, III, 112 vd.; Hammer (Atâ Bey), VI, 274; Mithat Cemal [Kuntay],
Hitâbet Dersleri, İstanbul 1330, s. 360-370; İlyas Mâcid, İnşâd ve Hitâbet, İstanbul 1330; Fatma Aliye, Ahmed Cevdet Paşa ve Zamanı, İstanbul 1332, s. 27-28; Köprülü,
İlk Mutasavvıflar (İstanbul 1919), Ankara 1984, s. 146; Ali Cânip, Edebiyat, İstanbul 1926, s. 417-427; Ali Kemali Aksüt, Sultan Aziz’in Mısır ve Avrupa Seyahati, İstanbul 1944, s. 47-48; Samet Ağaoğlu,
Kuvayı Milliye Ruhu, İstanbul 1944, s. 244-249; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/1, s. 22, 188-189; Taha Toros, Türk Hatipleri, Ankara 1950;
İbnülemin, Son Sadrıazamlar, II, 1792-1793; Necat Muallimoğlu, Bütün Yönleriyle Hitabet, İstanbul 1957; Muzaffer Gökman, Muratmolla Kütüphanesi, İstanbul 1958, s. 16-17; Hilmi Yücebaş, Rıza Tevfik: Hayatı, Hatıraları, Şiirleri, İstanbul 1968, s. 165-170, 185-195; Osman Turan,
Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, İstanbul 1969, I, 123, 137-139; II, 50-51, 102; Selâhattin Tansel, Yavuz Sultan Selim, İstanbul 1969, s. 33-34, 49; Şerafettin Turan, “Rodos’un Zaptından Malta Muhasarasına”, Kanunî Armağanı, Ankara 1970, s. 61-62; Abdullah Develioğlu, Büyük İnsanlar, İstanbul 1973, s. 476; Orhan Şâik Gökyay, Dedem Korkudun Kitabı, İstanbul 1973, s. XLVI, CXXVII, CXXIX; Fairfax Downey, Kanunî Sultan Süleyman (trc. Enis Behiç Koryürek), İstanbul 1975, s. 53-55; Haldun Taner, Ölür İse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil, İstanbul 1979, s. 82-90; Cemal Kutay, Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslümanı Bediüzzaman Said Nursî, İstanbul 1980, s. 163, 273 vd.; Hasan Kâmil Yılmaz, Aziz Mahmûd Hüdâyî ve Celvetiyye Tarikatı, İstanbul 1982, s. 52-54; Mehmet Altay Köymen, Alp Arslan ve Zamanı, Ankara 1983, I, 55-61; II, 213, 548-549; Halil İnalcık, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesîkalar, Ankara 1987, s. 125-126; Fevziye Abdullah Tansel, İstiklâl Harbinde Mücâhid Kadınlarımız, Ankara 1988, s. 21-22, 54; Ahmet Turan Alkan, Sıradışı Bir Jön Türk Ubeydullah Efendi’nin Amerika Hatıraları, İstanbul 1989, s. 66-74, 128-130; Abdülkadir Özcan “II. Mahmud’un Memleket Gezileri”, Prof.Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan, İstanbul 1991, s. 361-378; Şerif Mardin, Türkiye’de Din ve Toplumsal Değişme Bediüzzaman Said Nursi Olayı, İstanbul 1993, s. 142; Hüseyin Çelik,
Ali Suavî ve Dönemi, İstanbul 1994, s. 65-66; Muammer Çelik, Hüseyin Avni Ulaş, İstanbul 1996, s. 193-194, 224-232; Mehmed Şeker, “Divân-ı Hikmet’e Göre İnsan ve Sosyal Hayat”, Ahmed-i Yesevî Hayatı-Eserleri-Fikirleri-Tesirleri (haz. Mehmed Şeker – Necdet Yılmaz), İstanbul 1996, s. 132-135; Mustafa Kara, “Yeseviyye’nin Temel Kitabı Cevâhiru’l-ebrâr min emvâci’l-bihâr”, a.e., s. 265; İrfan Gündüz, “Ahmed-i Yesevî’nin Tarîkat ve İrşad Anlayışı”, a.e., s. 294; Volkan Gazetesi (İstanbul 1908-1909; haz. M. Ertuğrul Düzdağ), İstanbul 1992, s. 523, 537-538; Cenab Şahabeddin, “Parlamentoda Belâgat”, Tanin, sy. 135, İstanbul 15 Kânunuevvel 1908, s. 3-4; Abdullah Uçman, “Mehmet Âkif’in Millî Mücadele Yıllarındaki Mev’izeleri”, MK, sy. 55 (1986), s. 51-56; a.mlf., “Başkım Klübü’nde Bir Konferans”, TT, sy. 139 (1995), s. 5-15; a.mlf., “Ali Suâvî”, DİA, II, 445; Nurullah Yılmaz, “Şiir ve Hitabet Arasındaki İlişki”, Dosya, İstanbul Bahar 1997, s. 111-114; “Hitâbet”, TA, XIX, 301-303; Orhan F. Köprülü, “Fuad Paşa”, İA, IV, 679; Ercümend Kuran, “Reşid Paşa”, a.e., IX, 704; Rekin Ertem, “Hitabet”, TDEA, IV, 247-248; Cevdet Küçük, “Abdülhamid II”, DİA, I, 217-218; Emel Esin, “Ahmed Yesevî Külliyesi”, a.e., II, 162; Abdülaziz Bayındır, “Güzelyazıcı, Abdurrahman Şeref”, a.e., XIV, 351-352.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1998 yılında İstanbul'da basılan 18. cildinde, 160-163 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız. Bu bölüm en son 05.05.2019 tarihinde güncellenmiştir.