https://islamansiklopedisi.org.tr/ibn-nuceyd
272’de (886) Nîşâbur’da doğdu. Süleym kabilesine mensuptur. Ṭabaḳātü’ṣ-ṣûfiyye müellifi Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî’nin anne tarafından dedesi, hadis hâfızı Hamdân es-Sülemî’nin de torunudur. İlk öğrenimini muhtemelen Nîşâbur’da yaptı. Horasan’da Muhammed b. İbrâhim el-Bûşencî ve İbrâhim b. Ebû Tâlib’den, Rey’de Muhammed b. Eyyûb el-Becelî ve Ali b. Cüneyd er-Râzî’den hadis okudu. Daha sonra tanınmış muhaddislerin meclislerine katılmak için Bağdat’a gitti. Burada Abdullah b. Ahmed b. Hanbel ve Ebû Müslim el-Keccî’nin derslerine devam etti. Bunlardan ve diğer hadis âlimlerinden hadis rivayet etti; kendisinden de Ebû Sa‘d Abdülmelik el-Hargûşî, İbn Mencûye, Hâkim en-Nîsâbûrî, Ebû Nasr Ahmed b. Abdurrahman es-Saffâr ve Zâhid Ömer b. Mesrûr gibi âlimler rivayette bulundular. İbn Nüceyd’in rivayetleri hadisçiler tarafından makbul sayılmış ve kendisine “muhaddis-i rabbânî” unvanı verilmiştir (İbnü’l-Cevzî, VII, 84; Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XVI, 146). Bununla birlikte onun asıl şöhreti tasavvuf sahasındadır. Nitekim Hâkim en-Nîsâbûrî kendisini zamanın tasavvuf lideri olarak tanıtır.
Gençliğinde Nîşâbur melâmetîlerinden Ebû Osman el-Hîrî’nin sohbetlerine devam eden İbn Nüceyd onun meşhur müridi oldu. Hücvîrî, İbn Nüceyd’in bir ara müridlik edebine uymayan davranışlarda bulunması üzerine şeyhi tarafından uyarıldığını, bu olaydan sonra ciddi bir şekilde melâmet yolunu tuttuğunu kaydeder (Keşfü’l-maḥcûb, s. 382). İbn Nüceyd, Ebû Osman el-Hîrî’nin yanı sıra Cüneyd-i Bağdâdî, İbnü’l-Cellâ gibi tanınmış şeyhlerle de görüşüp kendilerinden istifade etti. Cüneyd-i Bağdâdî’nin kaynaklarda yer alan bazı sözleri onun tarafından nakledilmiştir. Öğrencilerinden Hâkim en-Nîsâbûrî ve bazı müellifler onun Rebîülevvel 365’te (Kasım 975) vefat ettiğini söylerse de (Sem‘ânî, III, 279; Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XVI, 148) torunu Sülemî ve diğer kaynaklar ölüm tarihini 366 (976) yılı olarak kaydeder. Nîşâbur yakınlarında Şâhinber denilen yerde vefat eden İbn Nüceyd’in mezarının VII. (XIII.) yüzyıla kadar mevcut olduğu bilinmektedir. Kuşeyrî’nin onun Mekke’de öldüğünü söylemesi doğru değildir.
Sülemî, zamanının en büyük şeyhlerinden olduğunu söylediği dedesi İbn Nüceyd’den bahsederken, “Kendine has bir yolu vardı” (Ṭabaḳāt, s. 454) demek suretiyle onun melâmet ehli arasında farklı bir yeri olduğuna işaret etmiştir. İbn Nüceyd’e göre kendisinde bir varlık görmediği için melâmet ehlinin maddî ve mânevî hiçbir konuda benlik iddiası olamaz (a.g.e., s. 455, 456; a.mlf., Uṣûlü’l-Melâmetiyye, s. 152). Diğer melâmetîler gibi İbn Nüceyd de nefsi sâlik için en büyük tehlike olarak görür ve, “Nefsinden razı olması kul için felâkettir” der. Nefsini yüksek gören kişinin din bakımından değersiz olacağını söyleyen İbn Nüceyd’e göre (Sülemî, Ṭabaḳāt, s. 455) insan, bütün davranışlarına ve hallerine riya karışabileceği kaygısı taşımadıkça hâlis kulluk sahasına ayak basamaz (Kuşeyrî, s. 430). Bunun için de itibar düşkünü olmaması ve toplumda tanınmaması lâzımdır. Şöhret tutkusundan kurtulmayı başarabilen kişi için artık dünyadan da insanlardan da uzak durmak zor olmaz. Tevekkül Allah’ın hükmünü gönül rahatlığı ile karşılamaktır. Sûfînin Allah hakkındaki mârifeti, O’na duyduğu saygının ve O’na hizmet için ayırdığı vaktin miktarından belli olur (Sülemî, Ṭabaḳāt, s. 455-456). Sâlikin, kendisinde bulunmayan mânevî bir hali semâ esnasında varmış gibi göstermesinin otuz yıl gıybet etmesinden daha sakıncalı olduğunu söyleyen İbn Nüceyd (Kuşeyrî, s. 657), diğer melâmetîler gibi tasavvuftaki semâ uygulamasına itibar etmemiştir.
İbn Nüceyd şer‘î ilimlere de son derece önem vermiş, dinî bilgiye dayanmayan her mânevî halin zararının faydasından daha çok olduğunu ifade etmiştir. Dinî emirlere aldırış etmemeyi emir sahibi (Allah) hakkındaki bilginin yetersizliğine bağlamış, bu anlayışla tasavvufu, “Dinin emir ve yasakları altında yaşamaya sabretmektir” şeklinde tanımlamıştır (Sülemî, Ṭabaḳāt, s. 454-456). Rivayet ettiği âlî isnadlı hadisleri ihtiva eden el-Cüzʾ adlı risâlesinin (Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XVI, 146) bir nüshası İstanbul’da Köprülü Kütüphanesi’ndedir (Mecmua, nr. 1584/3).
BİBLİYOGRAFYA
Sülemî, Ṭabaḳāt, s. 454-457.
a.mlf., Uṣûlü’l-Melâmetiyye, Kahire 1969, s. 152.
Kuşeyrî, er-Risâle, s. 171, 430, 657.
Hücvîrî, Keşfü’l-maḥcûb, s. 382.
Halîfe Nîsâbûrî, Tercüme ve Telḫîṣ-i Târîḫ-i Nîşâbûr (nşr. Behmen Kerîmî), Tahran, ts. (Kitâbhâne-i İbn Sînâ), s. 83.
Sem‘ânî, el-Ensâb (Bârûdî), III, 279.
İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam, VII, 84-85.
Ferîdüddin Attâr, Teẕkiretü’l-evliyâʾ (nşr. R. Nicholson), Leiden 1907, II, 262-264.
Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XVI, 146-148.
a.mlf., el-ʿİber, II, 120.
Safedî, el-Vâfî, IX, 231.
Sübkî, Ṭabaḳāt, II, 261.
İbn Kesîr, el-Bidâye, Beyrut 1977, XI, 288.
İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire, IV, 127.
Câmî, Nefeḥât, s. 227.
Şa‘rânî, eṭ-Ṭabaḳāt, I, 120.
İbnü’l-İmâd, Şeẕerât, III, 50.
Sezgin, GAS, I, 662.
Kays Âl-i Kays, el-Îrâniyyûn, II, 328 vd.
Ramazan Şeşen v.dğr., Fihrisü maḫṭûṭâti Mektebeti Köprülü, İstanbul 1406/1986, II, 240.
Necîb Mâyil-i Herevî, “Ebû ʿAmr b. Nüceyd”, DMBİ, VI, 67-68.