https://islamansiklopedisi.org.tr/karacelebizade-abdulaziz-efendi
1000 (1592) yılı sonlarına doğru Bursa’da doğdu. Köklü Osmanlı ulemâ ailelerinden biri olan Karaçelebizâdeler’e mensuptur. Babası Rumeli kazaskerliği de yapan Hüsâmeddin Efendi’dir. Aile Karaçelebi adını, Abdülaziz Efendi’nin büyük dedesi Hüsâmeddin Efendi’nin Niğdeli Kara Ya‘kūb b. İdrîs b. Abdullah’ın damadı olmasından dolayı almıştır.
Babasının 1007’de (1598) vefatı üzerine yetim kalan Abdülaziz Efendi müderrislik, kadılık, Anadolu ve Rumeli kazaskerliği yapmış olan ve Zuhûrî mahlasıyla şiirleri bulunan ağabeyi Mehmed Efendi’nin yanında yetişti. Hoca Sâdeddin Efendi’nin oğlu Mehmed Efendi’nin kızıyla evlendi ve Şeyhülislâm Sun‘ullah Efendi’den mülâzemet alarak çeşitli medreselerde müderrislik yaptı. 1021 Cemâziyelevvelinde (Temmuz 1612) Hayreddin Paşa, 1024 Rebîülevvelinde (Nisan 1615) Ali Paşa-yı Cedîd, 1025 Rebîülevvelinde (Nisan 1616) Pîrî Paşa, 1026 Rebîülâhirinde (Nisan 1617) Kalenderhâne medreselerine ve 1029 Muharreminde (Aralık 1619) Sahn-ı Semân medreselerinden birine müderris olarak tayin edildi. 1030 Rebîülevvelinde (Şubat 1621) Bursa Sultâniye ve aynı senenin zilhiccesinde (Kasım 1621) Edirne Selimiye Medresesi’ne nakledildi. 1032 Recebinde (Mayıs 1623) İstanbul’da Hâkāniyye-i Vefâ Medresesi müderrisliğine getirildi.
I. Mustafa zamanında ciddi bir ulemâ tepkisi olan Fâtih Camii olayına (1032/1623) katılması dolayısıyla Bursa’da Molla Hüsrev Medresesi müderrisliğine tayin edilmek suretiyle İstanbul’dan uzaklaştırılan Abdülaziz Efendi, birkaç ay sonra IV. Murad’ın tahta geçmesi üzerine affedilerek İstanbul’a geldi ve Süleymaniye medreselerinin birine tayin edildi. 1033 Cemâziyelâhirinde (Nisan 1624) Yenişehir kadılığına gönderilmesi kariyerinde yeni bir dönemin başlangıcını oluşturdu. Kısa süre kaldığı bu görevden iki yıl sonra Mekke kadısı oldu. Görev süresini tamamlayarak İstanbul’a dönüşünün ardından Edirne kadılığı pâyesini aldı. 1043 Recebinde (Ocak 1634) İstanbul kadılığına getirildi.
Karaçelebizâde’nin İstanbul kadılığı oldukça hareketli geçti. IV. Murad, Lehistan seferi için Edirne’de bulunduğu sırada İstanbul’da meydana gelen yağ darlığı Abdülaziz Efendi’nin narh hususunda gösterdiği katı tutumuna bağlandı ve bizzat IV. Murad kendi hattıyla gönderdiği emirde İstanbul kadısının tutuklanıp bir kayığa bindirilmesini ve Adalar civarında denize atılmasını istedi. Sadrazam Bayram Paşa’nın araya girmesiyle son anda ölümden kurtulan Abdülaziz Efendi Kıbrıs’a sürüldü.
Kıbrıs’ta bir buçuk yıl kalan Abdülaziz Efendi hakkında bazı devlet ricâlinin, “Simasında semere-i salâh zâhir olmuştur” diyerek IV. Murad nezdindeki girişimleri sonucu İstanbul’a dönmesine izin verildi (Ramazan 1045 / Şubat 1636). Ancak IV. Murad’ın ölümüne kadar (1049/1640) resmî görev alamadı. Arpalığı olan Dimetoka’da vaktini eserlerinin telifiyle geçirdi. Abdülaziz Efendi’nin, kayınbiraderi olan Hocazâde Ebûsaid Mehmed Efendi’nin şeyhülislâmlığı sırasında (1053/1644) Anadolu kazaskeri olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Anadolu kazaskerliğinden 15 Receb 1054’te (17 Eylül 1644) Rumeli kazaskerliğine nakledildiği hususu bir ruûs kaydında yer alır (BA, KK, nr. 258, s. 57).
Sultan İbrâhim devrindeki olaylardan oldukça etkilendiği anlaşılan Abdülaziz Efendi padişahın tahttan indirilmesi sırasında ön planda rol oynadı. Şehzade Mehmed’in (IV.) sağ koltuğundan tutarak tahtın yanına kadar getirdi. Sultan İbrâhim’in itirazlarına sert sözlerle, hatta bazı kaynaklara göre ağır hakaretlerle karşılık verdi. Fakat İbrâhim’in idamı üzerine bu karardan haberi olmadığını belirterek kendini savundu. Ancak bu meseleler dolayısıyla Vâlide Kösem Sultan ile arası açıldı.
IV. Mehmed’in cülûsunun arkasından 19 Receb 1058’de (9 Ağustos 1648) fiilen Rumeli kazaskerliğine getirilen Abdülaziz Efendi, bu görevde iken Ravzatü’l-ebrâr adlı kitabını IV. Mehmed’e takdim ederek padişahın iltifatına mazhar oldu. Şeyhülislâm Hoca Abdürrahim Efendi’nin azlinden sonra, arasının iyi olmadığı vâlide sultanın tesiriyle çok arzu ettiği şeyhülislâmlık makamına geçemeyince hayal kırıklığına uğradı ve fıkha dair el-Kâfî adlı eseri bizzat sultana takdim ederek (1059/1649) Rumeli kazaskerliğinin yanı sıra şeyhülislâmlık pâyesinin kendisine verilmesini sağladı. Bu durum Osmanlı tarihinde örneği olmayan bir uygulamaydı. Gerek vâlide sultan gerekse bazı vezirlerle olan anlaşmazlığı sarayda yapılan bir toplantıda gün yüzüne çıktı. Bunun üzerine 8 Şevval 1059’da (15 Ekim 1649) Rumeli kazaskerliğinden azledildi. Tırnova ve Sahra kazaları kendisine arpalık olarak verildi. Ertesi yıl arpalıkları Mihaliç ve Kirmasti olarak değiştirildi. Bahâî Mehmed Efendi şeyhülislâmlıktan azledilince vâlide sultana rağmen Bektaş Ağa’nın yardımıyla 11 Cemâziyelevvel 1061 (2 Mayıs 1651) tarihinde meşihat makamına kavuştu.
Dört ay kadar süren şeyhülislâmlığı zamanında eski teşrifat âdetlerini uygulamaya koyduğu, müderrislerin tayininde hassasiyet gösterdiği, vakıfların düzenlenmesi için çalışmalar yaptığı belirtilir. Ancak meydana gelen karışıklıklar bu işleri tamamlamasını engelledi. O sırada Kösem Sultan’ın öldürülmesinin ardından ağalarla sarayın arası iyice açılmış, Dîvân-ı Hümâyun önüne taht kurulmuş, sancak çıkarılarak herkes bunun altında padişahın yanında toplanmaya çağrılmış, buna karşılık Ağakapısı’nda toplanan ağalar ulemâyı davet etmiş ve bu arada Şeyhülislâm Abdülaziz Efendi’ye de haber göndermişlerdi. Bir süre gidip gitmemekte tereddüt eden Abdülaziz Efendi vefa borcu olduğu gerekçesiyle bu davete katılmış ve bir bakıma hangi tarafın yanında olduğunu da belli etmiştir. Fakat olaylar sarayın lehine dönünce 17 Ramazan 1061’de (3 Eylül 1651) azledilerek Sakız’a sürüldü.
Sakız’da sürgünde bulunduğu sırada saraya son derece hürmetkâr olduğunu bildiren mektuplar yazdı. Bunları devletin yüksek katlarındaki tanıdıklarına gönderdi, padişah için doksan beyitlik bir terkibibend kaleme aldıysa da bu şiir ve buna benzer gayretleri affedilmesine yetmedi. Daha sonra Ege denizinde çıkması muhtemel bir savaş tehlikesi yüzünden yerine bir nâib bırakmak suretiyle Bursa’ya gelmesine izin verildi (1062/1652). Ömrünün son altı yılını Bursa’da İstanbul’a gidebilmenin hasretiyle geçirdi ve 6 Rebîülâhir 1068’de (11 Ocak 1658) vefat etti. Vasiyeti üzerine Bursa’da Deveciler Kabristanı bitişiğinde Timurtaş Muallimhânesi civarında defnedildi.
Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, içinde yer aldığı siyasî olaylar yanında edebî ve tarihî eserleriyle de şöhret kazanmıştır. İnşâ ve belâgata önem verdiği ve üç dili çok iyi kullandığı eserlerinden ve şiirlerinden anlaşılmaktadır. Ayrıca hayatının son yıllarını geçirdiği Bursa’da bazı hayratı bulunmaktadır. Bursa Ulucamii’nin iki tarafına birer sofa, Setbaşı’nda cami, ulucaminin batısında bir muallimhâne yaptırdığı, Bursa’ya iki saat mesafede Uludağ eteğindeki Gümgüm mesiresinden şehre “müftü suyu” ismiyle meşhur olan bir su getirttiği ve bir kısmı kitâbeli, çinilerle süslü kırk kadar çeşme inşa ettirdiği bilinmektedir.
Eserleri. 1. Ravzatü’l-ebrâri’l-mübîn bi-vekāyii selefii mâziyye ve’l-ahbâr. Hz. Âdem’den 1058 (1648) yılına kadar gelen olayları içine alan umumi bir tarihtir. Abdülaziz Efendi’nin Rumeli kazaskeri olduğu sırada 1059’da (1649) bitirdiği ve IV. Mehmed’e takdim ettiği eser basılmış olup (Bulak 1248) bir kısmı Avrupa kütüphanelerinde olmak üzere otuzun üzerinde yazma nüshasının bulunması o devirde çok okunduğunu gösterir.
2. Zeyl-i Ravzatü’l-ebrâr. Bursa’da kaleme alınmıştır. IV. Mehmed’in cülûsundan Abdülaziz Efendi’nin ölüm tarihine kadar geçen on yıllık olayları ihtiva eder. Bu zaman içerisinde önemli olayların yakın şahidi olmuş veya hadiseleri güvenilir şahıslardan dinlemiş bir devlet adamının ağır bir dille, akıcı ve sanatkârane bir üslûpla yazdığı bir nevi hâtıra niteliği taşır. Yazarın kendini savunan bir üslûp kullandığı eser Nevzat Kaya tarafından doktora çalışması olarak hazırlanmıştır (1990, İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü).
3. Süleymannâme (Bulak 1248). Kanûnî Sultan Süleyman’ın tahta çıkışından ölümüne kadar gerçekleşen fetihleri, olayları ve zamanında yetişen ulemâ ve vezirlerin biyografilerini içine alır.
4. Zafernâme. Sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın isteği üzerine kaleme alınmış olup IV. Murad’ın Revan ve Bağdat seferlerinin tarihçesidir. Târihçe-i Feth-i Revân ve Bağdad adıyla da bilinir. 1044 (1635) yılında IV. Murad’ın Üsküdar’dan hareketiyle başlayan eser, Kara Mustafa Paşa’nın Kasrışîrin Antlaşması ile İran barışını temin ettikten sonra İstanbul’a geliş tarihi olan 1049’a (1640) kadar devam eder. Olaylar yedi bölüm halinde anlatılmıştır. İlâve edilen sekizinci bölümde ise sadrazamın 1053 (1643) yılına kadar yaptırdığı çeşme, yol, köprü, hamam gibi imar faaliyetlerinden bahsedilmektedir. Eserin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde kayıtlıdır (Esad Efendi, nr. 2086/3).
5. Mir’âtü’s-safâ. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gelen peygamberlerden bahseder. Bu arada Resûl-i Ekrem’in nesebi, doğumu, mi‘racı ve vefatına kadar olan olayları da anlatır. Âşir Efendi (nr. 269) ve Süleymaniye (Esad Efendi, nr. 2405-2406; Pertev Paşa, nr. 501) kütüphanelerinde nüshaları bulunmaktadır.
6. Fevâyihu’n-nebeviyye fî Siyeri’l-Mustafaviyye. Sa‘deddin Muhammed b. Mes‘ûd el-Kâzerûnî’nin Siyer-i Nebeviyye adlı eserinin Farsça aslından Türkçe’ye yapılmış tercümesidir. Dört bölümden meydana gelen kitabın birinci bölümü peygamberlerden, son üç bölümü ise Hz. Peygamber ve zamanındaki olaylardan bahseder. Eserin sonunda çeşitli meselelerin yer aldığı bir hâtime kısmı vardır (Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 734; Şehid Ali Paşa, nr. 1926).
7. Gülşen-i Niyâz. Kıbrıs’ta iken mesnevi tarzında yazdığı bu kitabında İstanbul’dan ayrılışını, Kıbrıs’a gidişini, orada duyduğu gurbet üzüntülerini ve dönüşünü anlatmaktadır (Süleymaniye Ktp., Mihrişah Sultan, nr. 252).
8. Münâcât. Seksen beyitlik bir şiirdir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Esad Efendi, nr. 3809/18, vr. 163-166) müstakil bir risâle olarak görünen münâcât Zeyl-i Ravzatü’l-ebrâr’ın içinde de yer almaktadır.
9. Nefeḥâtü’l-üns fî şerḥi Ravżati’l-Ḳuds (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1828; Hasan Hüsnü Paşa, nr. 517). Fıkha dairdir.
10. Ḥallü’l-iştibâh ʿan ʿuḳūdi’l-Eşbâh (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 650). Müellifin mukaddimede verdiği bilgiye göre bu çalışmada Zeynüddin İbn Nüceym’in çok rağbet gören, ancak konularının dağınıklığı sebebiyle rahatça kullanılamayan el-Eşbâh ve’n-neẓâʾir adlı eseri yeniden düzenlenmiş, lüzumlu görülen yerleri açıklanmıştır.
11. Risâle fî ḳavli’l-Beyżâvî “enne’l-muʿtebere taḫṣîṣu hâẕe’l-ḥükm” (Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 1046/14, vr. 132-139).
Abdülaziz Efendi’nin ayrıca Ḥilyetü’l-enbiyâʾ, el-Kâfî, Kitâbü’l-Elġāz fi’l-fıḳhi’l-Ḥanefî adlı eserleriyle Aḫlâḳ-ı Muḥsinî tercümesi, bir divanı ve Risâle-i Kalemiyye adlı kitabının bulunduğu belirtilir. Fetvalarının Fetâvâ adıyla toplandığı da bilinmektedir.
BİBLİYOGRAFYA
BA, KK, nr. 258, s. 57.
Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 391.
Atâî, Hadâiku’l-hakāik fî tekmileti’ş-Şekāik, İstanbul 1268, s. 416-417.
Kâtib Çelebi, Fezleke, II, 152.
Naîmâ, Târih, III, 207; VI, 348.
Uşşâkīzâde İbrâhim, Zeyl-i Şekāik (nşr. H. J. Kissling), Wiesbaden 1965, s. 243.
Belîğ, Güldeste, s. 314-316.
Şeyhî, Vekāyiu’l-fuzalâ, s. 252-254.
Müstakimzâde, Devha-i Meşâyih-i Kibâr, Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 251, vr. 21a-b.
Ayıntâbî Mehmed Münîb, Zeyl-i Devhatü’l-meşâyih, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2441, vr. 22a-b.
Hammer (Atâ Bey), IX, 190.
Sicill-i Osmânî, III, 339.
İlmiyye Salnâmesi, s. 461.
Ahmed Refik [Altınay], Âlimler ve Sanatkârlar, İstanbul 1924, s. 151 vd.
Osmanlı Müellifleri, III, 121.
Orhan F. Köprülü, “Şeyhülislâm Kara-Çelebi Zade Abdülâziz Efendi ve Müftü Suyu”, TTK Belleten, XI/41 (1947), s. 137-145.
F. Babinger, “Abdülaziz Efendi”, İA, I, 64.
N. Göyünç, “Ḳarā-Čelebi-zāde”, EI2 (İng.), IV, 573-574.