TÜRK EDEBİYATI. Sözlüklerde “bir konuya, bir ilme ve fenne dair muhtasar eser” diye tanımlanan risâleyi Kâtib Çelebi, “bir meseleyi özetle ele alıp inceleyen ve o konudaki neticeyi ortaya koyan kısa metin” şeklinde tarif eder (Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 840). Kelime Türkçe’de belirli aralıklarla yayımlanan gazete ve dergi mânasına da (risâle-i mevkūte) kullanılmıştır. XX. yüzyıl başlarında İstanbul’da aylık olarak neşredilen Risâle-i Fenn-i Baytarî, Risâle-i Mevkūte-i Bahriyye, Risâle-i Mevkūte-i Harbiyye gibi dergiler yanında on beş günde bir çıkan Risâle-i Mûsîkıyye adlı bir mecmua da yayımlanıyordu. Osmanlılar’da hacmi küçük ilmî eserlerin yaygın bir şekilde risâle olarak adlandırıldığı görülmekte, bu durum kütüphane kataloglarında rağbet gören bir uygulama olarak günümüzde de sürmektedir. Buna karşılık “süreli yayın” anlamı zamanla ortadan kalkmıştır. Müelliflerin genellikle bir tek meseleye dair düşüncelerini ifade etmek için “risâle-i mahsûsa” adı verilen çalışmalar kaleme aldıkları bilinmektedir. Ancak zamanla birden fazla konuya yer veren daha hacimli risâleler de ortaya çıkmıştır. Osmanlı kültüründe ilk dönemlerden başlayarak çeşitli konularda kaleme alınmış bu türdeki eserlerden çok zengin bir birikim oluşmuştur (bu çalışmalarla ilgili bir liste için bk. a.g.e., I, 840-910; Îżâḥu’l-meknûn, II, 432-439; Osmanlı müelliflerinin risâleye verdikleri önem ve kaleme aldıkları eserlerin çokluğu hakkında, Ahmed Remzi Dede tarafından hazırlanarak Bursalı Mehmed Tâhir Bey’in Osmanlı Müellifleri’ne ilâve edilmiş bulunan “Miftâhü’l-kütüb” kısmındaki liste de yeterli bir fikir vermektedir; III, 61-69).
Yazma eser kütüphanelerinin en zengin bölümlerinden birini risâleler ve bunların bir araya getirilmeleriyle oluşturulan mecmûatü’r-resâiller teşkil etmektedir. Ancak tanınmış kişilere ait olanların dışındaki risâlelerin birçoğunun henüz bütünüyle literatüre girmediğini söylemek mümkündür. Kataloglarda bir tek kitap gibi gösterilen bazı çalışmaların aslında çeşitli risâlelerden meydana geldiği ve sadece ilk risâlenin adına bakılarak kayda geçirildiği bilinmektedir. Vakıf kütüphanelerinin katalogları sayılabilecek kitap listeleri ve defterlerinde risâleler hakkındaki ilk bilgiye, Kanûnî Sultan Süleyman devrinde 959 (1552) yılında hazırlandığı anlaşılan “Defterü’l-kütüb”ün başındaki “Kānûnü’d-defter ve şevâzzihî” (kitap katalogu hazırlamanın kuralları ve bunların istisnaları) başlığını taşıyan bölümde rastlanmaktadır. Burada, birden fazla risâle ihtiva eden yazmaların (mecmûatü’r-resâil) müellif ve muhteva itibariyle en muteber risâlenin ait olduğu konu başlığına göre tasnif edilmesi esası getirilmiştir. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında kurulan Nuruosmaniye Kütüphanesi’nin katalogunda konu başlıkları belirlenirken mecmûatü’r-resâiller ilk defa ayrı bir bölümde toplanmıştır. Üsküdar Selimiye Nakşibendî Dergâhı’ndaki kütüphanenin 1836’da hazırlanan katalogunda da mecmualar müstakil bir bölümde toplandığı gibi her birinin içindeki risâleler muhtevalarına göre ayrı ayrı kaydedilmiştir. Devr-i Hamîdî defterlerinde bu usul gelişerek devam etmiştir. Fehmi Ethem Karatay’ın hazırladığı Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Kataloğu’nda risâle ve mecmualar “Mütenevvi Risaleler Mecmuaları” başlığı altında verilmektedir (İstanbul 1961, II, 307-364).
Risâle zamanla gelişerek kitap telif türü haline dönüştüğünde başta hadis, fıkıh, tefsir gibi dinî ilimler olmak üzere astronomi, matematik, tıp ve mûsiki gibi fen ilimleriyle edebiyat, belâgat ve aruz gibi alanlara ait farklı konuların ele alındığı bir çeşitliliği de beraberinde getirmiştir. Osmanlı telif geleneğinde risâlelerin Arapça, Farsça, Türkçe gibi tek bir dil yanında bu dillerden ikisi veya üçüyle kaleme alındığı, sayı, konu ve muhteva itibariyle diğer müslüman toplumlarındaki gibi zengin olduğu görülmektedir. Bu eserlerin adlandırılmasında her üç dilin kullanılması yaygın olmakla birlikte Türkçe risâlelerin başlıklarında Farsça terkipler rağbettedir. İlmî ve dinî konulardaki erken devir örnekleri Arapça adlar taşıdığı gibi bu dille de yazılmışlardır. Nitekim Ali Kuşçu, Risâle fi’l-ḥisâb adıyla Farsça yazdığı bu çalışmasını esas alarak Arapça hazırladığı er-Risâletü’l-Muḥammediyye adlı eserini Fâtih Sultan Mehmed’e sunmuştur. Muslihuddin b. Sinân tarafından iki ayrı madenden yapılmış bir kabın, şeklini bozmadan bu madenlerin hangi oranlarda birleşiminden meydana getirildiğini anlatmak üzere kaleme alınan Arapça Risâle-i Eflâṭûniyye, ilmî risâlelerin Arapça yazılması geleneğini göstermesi yanında bazan adlandırmada tanınmış bir isme izâfe yolunu da ortaya koymaktadır. Fen bilimleriyle ilgili risâlelerin Türkçe olanlarına Hassa hekimbaşılarından Hayâtîzâde Mustafa Feyzi Efendi’nin beş risâleden meydana geldiği için Hamse-i Hayâtî adıyla anılan Resâilü’l-müşfiye li’l-emrâzi’l-müşkile adlı risâleleri örnek gösterilebilir. Ayrıca Kadızâde-i Rûmî, Mîrim Çelebi gibi birçok Osmanlı âlimi tabiî ve riyâzî ilimlere dair çok sayıda risâle kaleme almıştır. Burada Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi’nin risâlelerinden de söz etmek gerekir.
İlmî ve dinî konularda yazılan risâlelerin ekseriyetle mensur olmasına karşılık edebiyat ve sanata dair risâleler çoğunlukla manzum-mensur karışık olup Farsça ve Türkçe kaleme alınmıştır. Nitekim Yûnus Emre’nin nasihate dair eseri manzum olup Risâletü’n-nushiyye adını taşır. Latîfî’nin Evsâf-ı İstanbul isimli şehrengizi manzum ve mensur karışık olarak telif edilmiştir. Kalkandelenli Fakîrî’nin, devrindeki mesleklerden bahsettiği için sosyal açıdan da önemli olan Risâle-i Ta‘rîfât’ı da mesnevi şeklinde yazılmış bir şehrengizdir.
Başlangıçta Şark mûsikisi nazariyatı hakkındaki eserlerin çoğu Arapça, Farsça ve Türkçe kaleme alınmış risâlelerden oluşmaktaydı. Bu bakımdan tür içinde mûsiki risâlelerinin en erken örnekler olarak ayrı bir yeri vardır. Ya‘kūb b. İshak el-Kindî’nin risâle kelimesiyle başlayan isimler taşıyan mûsiki konusunda sekiz eseri bilinmektedir. Osmanlı müellifleri de üç dilde mûsiki risâleleri kaleme almıştır. Bunların ilki XV. yüzyılda Kırşehirli Nizâmeddin b. Yûsuf Dede’nin Farsça kaleme aldığı, fakat günümüze 873’te (1469) istinsah edilmiş Türkçe tercümelerinin ulaştığı Risâle-i Mûsîkī’dir. Bunu Ahmedoğlu Şükrullah Çelebi’nin edvar kitaplarından Türkçe’ye çevirerek hazırladığı Risâle-i Mûsîkī’si takip eder. Fethullah eş-Şirvânî’nin Fâtih Sultan Mehmed’e sunduğu Arapça Risâle fî ʿilmi’l-mûsîḳī (Mecelle fi’l-mûsîḳī), Lâdikli Mehmed Çelebi’nin yine Arapça er-Risâletü’l-fetḥiyye, Kadızâde Tirevî’nin Mûsîkî Risâlesi ve Ahîzâde Ali Çelebi’nin Farsça Risâletü’l-mûsîḳī fi’l-edvâr’ı dönemin tanınmış risâlelerindendir. XVI. yüzyıldan itibaren mûsiki nazariyatı kitaplarının isimlerinde risâle yerine daha çok “edvâr” kelimesinin kullanıldığı, güfteleri toplayan eserlerin ise genel olarak “mecmua” başlığını taşıdığı görülmektedir.
Diğer sanat dallarında kaleme alınmış az sayıdaki risâlelerden biri ebru konusunda bilgi veren, müellifi bilinmeyen Tertîb-i Risâle-i Ebrî’dir. Buna Mimar Sinan’ın yaptığı binaların listesinden ibaret olan Risâle-i Mi‘mâriyye’yi eklemek mümkündür. Lâlezârî nisbesiyle tanınan ve III. Ahmed döneminde çiçekçiler şeyhliği yapan Mehmed Efendi, iyi bir lâlenin nasıl yetiştirileceğini anlatmak üzere Risâle-i Lâle el-müsemmâ bi-Mîzâni’l-ezhâr adıyla bir eser kaleme almıştır.
Kuşeyrî’nin er-Risâle’sinden itibaren Osmanlı literatüründe tasavvufî konulara dair risâleler de kaleme alınmıştır. İsmâil Ankaravî’nin pek çok risâlesi özel adlar taşımakla beraber Risâle-i Usûl-i Tarîkat-ı Mevlânâ, Risâle-i Uyûn-i İsnâ Aşere, er-Risâletü’t-tenzîhiyye fî şe’ni’l-Mevleviyye gibi risâleleri de mevcuttur. Bu son eserin de içinde bulunduğu, kısaca “semâ ve devran risâleleri” adıyla sadece bu konuyu ele alan örnekler arasında tasavvufî pek çok risâlenin de müellifi olan Niyâzî-i Mısrî’nin Arapça Risâle fî deverâni’s-sâfiyye’sinin ayrı bir yeri vardır. Zenbilli Ali Cemâlî, Sünbül Sinan, Şeyhülislâm Ali Çelebi, Abdülahad Nûri, Kalender Efendi, İştipli Nûri Dede, Ömer Fuâdî, Safranbolulu Hacı Evhad Şeyhi Seyyid Hüseyin, Haydarzâde Fevzi Mehmed Kefevî, Şeyh Sırrı Abdülkādir ve Kadızâde Mehmed Efendi gibi şahsiyetler de semâ ve devran risâlesi kaleme almıştır. Farklı adlarla pek çok risâle yazan Müstakimzâde’nin
Risâle-i Melâmiyye-i Şettâriyye’si Bayramîliğin tarihi için önemli eserlerden biri olduğu gibi Risâle-i Tâciyye’si de tarikat taçlarına dair bilgi veren, sanat bakımından da değerli bir eserdir.
Risâle türünün önemli bir kısmını Osmanlı devlet teşkilâtı hakkında kaleme alınmış siyâsetnâmeler teşkil eder. Bunların başında Sadrazam Lutfi Paşa’nın Âsafnâme’si gelir. Bu alanda tanınmış diğer bir isim Koçi Bey’dir. Onun devlet idaresinin aksayan yönlerine çare bulmak için kaleme alıp IV. Murad’a sunduğu eseri Risâle-i Koçi Bey adını taşımaktadır. Ancak Koçi Bey’in yeterince üzerinde durulmamış bir çalışması daha vardır. Koçi Bey’in, Sultan İbrâhim’in tahta geçmesinden dokuz yıl sonra onun isteğiyle bir araya getirdiği bu risâleleri padişaha ilk cülûs yılı içinde sunduğu arzlardan meydana gelmektedir. Belli bir ismi olmayan eser, devlet mekanizmasının işleyişi ve saray teşrifatıyla ilgili konulara yer vermesinden dolayı günümüzde “Teşkilât Risâlesi” diye anılmaktadır. İbrâhim Müteferrika’nın 1726’da bir matbaa açılmasının gerekliliğini anlatmak için kaleme aldığı ve Damad İbrâhim Paşa’ya takdim ettiği Vesîletü’t-tıbâa adlı risâle ise (İstanbul 1141, Vankulu Lugatı’nın başında) başka örneklerde de görüleceği gibi kelimenin bazan “lâyiha” mânasına kullanıldığını göstermektedir. Tarih risâleleri arasında önemli bir yeri olan bir diğer eser Koca Sekbanbaşı’ya ait olduğu söylenen, Nizâm-ı Cedîd’i savunma amacıyla yazılmış Hulâsatü’l-kelâm olup Koca Sekbanbaşı Risâlesi adıyla bilinmektedir. Cumhuriyet devrinde kaleme alınmış, risâle adını taşıyan eserlerin en meşhuru Said Nursi tarafından 1926-1949 yılları arasında hazırlanan Risâle-i Nûr Külliyatı’dır. Sözler, Mektûbât, Lem‘alar, Şualar adını taşıyan dört eserde toplanmış 130 parçadan oluşan bu külliyat, aynı zamanda türün mektup şeklinden gelişerek uğradığı değişiklikleri de aksettiren önemli bir örnektir.
BİBLİYOGRAFYA İbnü’l-Müneccim, Risâle fi’l-mûsîḳā (nşr. Yûsuf Şevkī), Kahire 1976, s. 189; Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 840-910; Osmanlı Müellifleri, III, 61-69;
Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, s. 34-35, 49, 204-205; ayrıca bk. İndeks; Îżâḥu’l-meknûn, II, 432-439; Agâh Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara 1973, I, 162, 170, 197, 262, 290, 495; Özege, Katalog, IV, 1466-1483; Erünsal, Türk Kütüphaneleri Tarihi II, s. 218, 230, 234; a.mlf., “Katalog”, DİA, XXV, 25-27; Ahmet Hakkı Turabi, el-Kindî’nin Musikî Risâleleri (yüksek lisans tezi, 1996), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 38-62; a.mlf., “Kindî, Ya‘kūb b. İshak”, DİA, XXVI, 58-59; Hasan Duman, Başlangıcından Harf Devrimine Kadar Osmanlı-Türk Süreli Yayınlar ve Gazeteler Bibliyografyası ve Toplu Kataloğu, 1828-1928, Ankara 2000, II, 704-706; Hatice Aynur, Üniversitelerde Eski Türk Edebiyatı Çalışmaları, İstanbul 2005, bk. Dizin; Pakalın, III, 50; Dihhudâ, Luġatnâme (Muîn), VII, 10585; “Risâle”, TDEA, VII, 336-337; Ramazan Şeşen, “Câhiz”, DİA, VII, 22-23; Cemil Akpınar, “Fethullah eş-Şirvânî”, a.e., XII, 466; Ömer Faruk Akün, “Koçi Bey”, a.e., XXVI, 146-148; Kemal Beydilli, “Matbaa”, a.e., XXVIII, 107; Rıza Kurtuluş, “Matbaa”, a.e., XXVIII, 110; a.mlf., “Mektup”, a.e., XXIX, 16-17; Turgut Kut, “Matbaa”, a.e., XXVIII, 112; Tahsin Özcan, “Mehmed Efendi, Lâlezârî”, a.e., XXVIII, 456; Nebi Bozkurt, “Mektup”, a.e., XXIX, 13-14; İsmail Durmuş, “Mektup”, a.e., XXIX, 14-16; M. Orhan Okay, “Mektup”, a.e., XXIX, 17-18; Ahmet Yılmaz, “Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin”, a.e., XXXII, 114.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2008 yılında İstanbul'da basılan 35. cildinde, 114-116 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.