https://islamansiklopedisi.org.tr/saat
Mezopotamya’da ve eski Mısır’da güneşin dünya etrafındaki bir dönüşünü (aslında dünyanın kendi etrafındaki bir dönüşünü) tamamladığı süre bir gün olarak tanımlanır ve mevsimler göz önünde bulundurulmaksızın gündüz ve gece birbirinden bağımsız biçimde on iki eşit saate bölünürdü. Herodotos Grekler’in güneş saatini ve günün on ikiye bölünmesini Bâbil’den öğrendiklerini söyler. Helenistik dönemde (m.ö. 330-30) günümüzde olduğu gibi gün yirmi dört eşit saate bölünmeye başlandı. Ancak günün öğleyin zeval vakti veya gece yarısı başlatılması ile (zevâlî, alafranga) akşam güneş batarken başlatılması (gurûbî/ezânî, alaturka) iki farklı uygulamaya yol açtı. Hicrî kamerî takvimde aylar hilâl doğarken yani güneş ufukta batarken başlar. Yeni ayla birlikte yeni bir gün başlar ve güneşin alçalarak üst kenarının ufuk çizgisine teğet hale geldiği an saatin 12.00 yahut 0.00 olduğu kabul edilir. Dolayısıyla başlayan gece geçmiş güne değil yeni güne ait sayılır. Bu sebeple hicrî takvimdeki mübarek sayılan cuma geceleri milâdî takvimin perşembe, kandil ve bayram geceleri de yine bir gün öncenin gecesine rastlar. Güneş merkezinin tam bulunulan boylam dairesinin üzerine geldiği an öğle zamanıdır ve bu anı 12.00 kabul eden zevâlî saatlerde günün öğlende başlamasının karışıklığa sebebiyet vermemesi için başlama anının on iki saat önceye, gece yarısına alınması yoluna gidilmiştir.
Türkiye’de özellikle XIX. yüzyılın başlarından itibaren Batı ülkeleriyle kurulan ticarî, askerî ve siyasî alanlardaki yakın ilişkiler zevâlî saat uygulamasının önce devlet yönetimine, ardından toplum hayatına girmesine sebep olmuştur. Dahiliye Nezâreti’nin yayımladığı Nisan 1912 tarihli tamimle alafranga ve alaturka saat sistemlerinin bir arada kullanılmasının ortaya çıkardığı sorunlar dile getirildikten sonra orduda ve bütün vilâyetlerdeki resmî dairelerde alafranga saatin kullanılması zorunlu kılınmıştır. Cumhuriyet’in ilânından sonra 26 Aralık 1925 tarih ve 697 sayılı kanunun 1. maddesinde, “Türkiye Cumhuriyeti dahilinde gün gece yarısından başlar ve saatler 0.00’dan 24.00’e kadar sayılır”; 2. maddesinde, “İzmit civarından geçen, Greenwich’e göre 30. derecede bulunan boylam dairesi bütün Türkiye Cumhuriyeti saatleri için esastır” denilmek suretiyle uluslararası zevâlî saatin yurt genelinde kullanılması mecburi kılınmıştır.
En eski örneklerine güneş saati şeklinde rastlanan saatler tarihte güneş saati, su saati, mum saati, kum saati ve mekanik saat olmak üzere başlıca beşe ayrılır. Günümüzde bunların yerini elektronik kuarslı saat, sıvı kristalli dijital saat ve bir saniyeden binlerce defa daha küçük zaman birimlerini ölçebilen ve 500 yılda bir saniye hata yapma ihtimali olan molekül yahut atom saatleri almıştır.
Su Saati. Mevcut arkeolojik buluntulara göre güneş saatleri gibi yine ilk defa Mısır’da ortaya çıktığı sanılan su saatlerinin, biri “boşalmalı”, diğeri “batar” olmak üzere iki türü bulunmaktadır. Bunlardan boşalmalı tipin çalışması bir kaptan diğerine su akıtarak eksilen veya diğer kapta biriken suyun seviyesinden geçen zamanı belirleme esasına dayanır. Bu yöntem suyun buharlaşması ve donması önlendiği sürece özellikle geceleri kullanmaya çok uygundur. Sağlıklı bir zaman ölçümü için çevre sıcaklığının fazla değişmemesi gerekir ve bu şartın ilk uygulamaların yapıldığı kalın duvarlı loş Mısır tapınaklarında yeterince gerçekleşmiş olduğu söylenebilir (Resim 1). Kapta biriken su geçen zamanla orantılı olduğuna göre bu bilgi bir şamandıra, makara ve karşı ağırlık yardımıyla başka mekânlara ve özellikle bir kadrana aktarılabilir.
Boşalmalı tip su saatlerinde boşalan suyun potansiyel enerjisi kinetik enerjiye dönüşür. Eğer kaptaki suyun kütlesi m, suyun akış hızı v, yer çekimi ivmesi g ve kaptaki suyun seviyesi h ile ifade edilirse (Şekil 1) enerjinin sakınımı prensibi gereği kinetik enerji potansiyel enerjiye eşitlenerek m$\frac{1}{2}mv^{2}=mgh $ ilişkisi yazılabilir. Ayrıca suyun hızı v = q / a, boşalma debisi q ve boşalma deliği kesiti a olduğunda m$q=a\sqrt{2gh}=k\sqrt{h}$ ilişkisi elde edilir. Burada m$k=a\sqrt{2g}$ serbest akış kat sayısıdır. Serbest akış kuralına göre delikten akan suyun debisi su seviyesinin kareköküyle orantılı biçimde değişir. Aynı şekilde bu debi kabın içinde, A kap kesiti ve h su seviyesi olmak üzere q = A.dh/dt değişimine yol açtığından kabın içinde su seviyesinin zamana göre değişimi m$\frac{dh}{dt}=\frac{k\sqrt{h}}{A}$ kuralına uyarak azalır. Serbest akış kuralı h = (q/k)2 biçiminde ifade edilebileceğine göre şayet kabın iç yüzeyi Şekil 2’de olduğu gibi bu ilişkiye uygun paraboloit bir yüzeye dönüştürülürse akan su debisi su seviyesinden bağımsız hale gelir. Böylece kabın içine konulan bir çubuk ya da kabın iç yüzeyine çizilen bir ölçü ıskalasının aralıkları eşit olur.
Batar tip su saatlerinde prensip, dibinde bir delik bulunan bir kabı suyun üzerine bırakarak batmasını beklemektir. Bu tür saatlerde ölçeklendirme işlemi kabın iç ya da dış yüzeyinde yapılabilir. Eğer batan kabın kesiti yüksekliği boyunca değişmiyorsa ve içine konulduğu su kabının boyutları büyükse, yani kap battığında suyun seviyesi ihmal edilebilecek kadar az değişiyorsa batma hızı batış süresince aynı kalır ve eşit aralıklı bir ölçeklendirme elde edilir. Bu durumda Şekil 3’te kabın içi ve dışı arasında bir ho seviye farkı meydana gelir. Arşimed (Archimedes) yasası uyarınca batan kabın m kütlesinin yer değiştiren su kütlesine eşit olması gerektiğinden batan kabın yükseklik boyunca değişmeyen kesit alanına A ve suyun özgül kütlesine ps denildiğinde aralarındaki ilişki m$h_{0}=\frac{m}{p_{s}A}$ formülüyle ifade edilebilir. Batma süresince kabın dibinden batan kabın içine giren suyun q debisi serbest akış kuralında ho yüksekliğine karşı düşen miktardır: m$q=k\sqrt{h_{0}}$ ve m$q=A\frac{dh}{dt}$ kap ilişkisi gereği dh/dt hızıyla batmaya başlar ve bu iki ilişki eşitlendiğinde m$dt=\frac{A}{k\sqrt{h_{0}}}dh$ olur. Bu durumda da batar kapta su seviyesinin h = h1 seviyesine kadar batma zamanı t = t1 ve t1=m$\frac{h_{1}}{a}\sqrt{\frac{p_{s}A^{3}}{2gm}}$ olur.
Batar türden su saatlerinin XX. yüzyılın başlarına kadar Kuzey Afrika sulamacılığında tarla sahiplerine verilecek suyun zamanını belirlemek için kullanıldığı bilinmektedir. Antik şehir meclisleriyle mahkemelerde de konuşmacılara ayrılan zaman batmalı saatlerle belirleniyordu. İsmâil b. Rezzâz el-Cezerî’nin Kitâb fî Maʿrifeti’l-ḥiyeli’l-hendesiyye adlı eserinin altıncı kısım, beşinci bölümünde ele alınan günümüzdeki çalar saatlere benzer uyarıcı bir batar su saatinden (Resim 2) bu tür saatlerin Ortaçağ İslâm dünyasında da kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Mum Saati. Kitâbü’l-Ḥiyel’in birinci kısım, sekizinci bölümünde mühendislik yönünden çok ilginç dört adet mum saati tanıtılmaktadır. Bunların Resim 3 ve Şekil 4’te görülen ikincisinde mum bir kılıfın içine yerleştirilir ve fitili kılıfın kapağındaki küçük bir delikten dışarıya çıkarılır. Mumun alt ucunun oturtulduğu bir kenarında, içine on beş madenî top konulmuş bir tüp ve tüpün ağzının ensesine açıldığı bir atmaca figürü bulunmaktadır. Altlığın alt yüzeyinin ortasına dikdörtgen kesitli uzun bir çubuk lehimlenmiştir; onun diğer üç tarafını çevreleyen kurşundan bir karşı ağırlık boylu boyunca yukarıdan aşağıya doğru hareket eder. Uçları karşı ağırlığın üst kenarına raptedilmiş iki ip kılıfın kenarlarına tutturulan iki makarada saptırılıp karşı ağırlığın içindeki bir kanaldan geçirildikten sonra çubuğun alt ucundaki iki halkaya bağlanmıştır. Karşı ağırlığın alt kenarına bağlı bir ip de kılıfta açılmış olan bir aralıktan geçirilerek saat ayağının içindeki bir makara sistemine iletilmiştir. Makara sisteminin ucu kare kesitli miline kalemiyle içinde bulunulan zamanı işaret eden bir yazıcı figürün gövdesine takılıdır. Karşı ağırlığa bağlı bir ip ise iki küçük saptırma makarasından yararlanılarak büyük bir makaraya sarılır ve bir karşı ağırlıkla sonlandırılır. Fitil yakıldıktan sonra mum eridikçe karşı ağırlığın uyguladığı basınç mum altlığını devamlı surette yukarı doğru iter. Her saat başı top kanalındaki bir top çıkışa ulaşır ve atmacanın gagasından dışarı yuvarlanır. Saati işaret eden yazıcının kalemi de zamanın akışını dört dakikalık aralıklarla görüntüler. Eriyen mum kapağın ortasındaki delikten çıkan fitilin etrafında toplanarak yanar.
Kum Saati. Mekanik saat hariç diğerlerinden daha yeni olan kum saati içinin görülebilmesi zorunluluğundan dolayı daima camdan yapılmıştır (bu sebeple İngilizce’de “cam saat” anlamındaki hourglass kelimesiyle ifade edilir). Ortası ancak bir kum tanesinin geçebileceği darlıkta boğulmuş, iki tarafı balon gibi şişkin bir cam kaptan ibarettir. İçine yalnız bir tarafını dolduracak kadar rutubetsiz ince kum konulduktan sonra açıklığı kapatılan cam kap bir taraftaki kum diğer tarafa geçinceye kadar ters çevrilerek kullanılmakta ve kumun akma süresi saatin gösterdiği zaman birimini oluşturmaktadır. Genelde cam kap iki başına konulan iki yuvarlak tablayı birbirine bağlayan üç veya dört madenî çubukla muhafaza altına alınmakta ve taşınabilir bir masa saati gibi kullanılmaktadır. Ortasından döner bir halka ile dik bir zemine tesbit edilmiş olan tipleri de bulunmaktadır.
Mekanik Saatler. Avrupa’da 1300 yıllarında mevcut su saatlerinin kadran düzenlerinden esinlenerek ve kule saatleri olarak geliştirilmiştir. İlk mekanik saatler, kollarına ağırlıklar asılan yatay salınımlı bir cetvel ile onunla ilişkili bir taç dişliden yararlanılarak yapılmıştır. Hareket için gerekli kuvvet bir ağırlığın potansiyel enerjisinden elde edilir. İslâm âleminde mekanik saatlerle ilgilendiği bilinen ilk isim 1577 yılında İstanbul Rasathânesi’ni kuran, ancak 1580’de yıkılışına tanık olan Takıyyüddin er-Râsıd’dır. Saatçiliği Galata’daki yabancı saatçilerden öğrenen Takıyyüddin bu konu üzerine el-Kevâkibü’d-dürriyye fî vażʿi’l-benkâmâti’d-devriyye isimli bir kitap yazmıştır ve bilindiği kadarıyla bu çalışma dünyada saatçilik konusunda yazılan ilk eserdir. Ayrıca onun Âlât-ı Raṣadiyye adlı gökbilim aletleriyle ilgili kitabında da bir astronomik saatin nasıl gerçekleştirileceği anlatılır (Şekil 5). Bu saatin çalışma prensibi o dönemde Avrupa’da yaygın biçimde uygulanan, hareketin bir ağırlık, dişli çarklar ve bir taç mili aracılığıyla kendi ekseni etrafında salınan bir cetvele aktarılmasına dayanır. Daha sonra Galileo Galilei’nin (ö. 1642) küçük sarkaçlarda T salınım periyodunun sarkaç boyuna bağlı eş zamanlılık yasasını bulmasıyla saatlerin daha hassas yapılabileceği anlaşılmış ve ilk sarkaçlı saat Hollandalı fizikçi Huygenns (ö. 1695) tarafından gerçekleştirilmiştir. Ardından mekanik saatler duvar, masa ve cep saatleri şeklinde gelişerek evlerde kullanılır ve cepte taşınır hale gelmiştir.
XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren sayıları gittikçe artan büyük İstanbul camilerinin yanlarındaki muvakkithânelere namaz saatlerini belirlemede yardımcı olması için büyük boy sarkaçlı saatler konulmuştur. Ancak bu saatlerin muvakkitlerin kullandığı güneş yüksekliğinden saati ve namaz vaktini belirlemeye yarayan geleneksel aletlerin yerini tam olarak tutmadığı görülmüş, önce rub‘u’l-müceyyeb ile vakti belirlemek ve saati buna göre ayarlamak gereği duyulmuştur.
Avrupa’da ilk defa İtalya’da görülen saat kulelerinin XV. yüzyıl başlarından itibaren yaygınlaştığı bilinmektedir. Osmanlılar’da ancak II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) gündeme gelen saat kulelerinin yapımındaki bu gecikmenin sebebi zaman kavramının namaz vakitlerine sıkı sıkıya bağlı olmasıdır. Batı’nın saat sistemine pek uymayan bu zaman kavramı başlangıçta mekanik saatlerle de bağdaştırılamamıştı. Öte yandan saat kulelerinin yapımıyla imparatorluktaki yenileşme düşünce ve uygulamaları arasında da bir paralellik bulunmaktadır. Bugün çoğu Orta ve Kuzey Anadolu’da bulunan elliyi aşkın Osmanlı saat kulesi genellikle hayır severlerin ve vatandaşların katkısı sağlanarak yerel yöneticiler tarafından yaptırılmıştır. Bu saatlerin tamamı ağırlık sistemiyle çalışır ve çalar tertibatlıdır (ayrıca bk. SAAT KULESİ).
BİBLİYOGRAFYA
İsmâil b. Rezzâz el-Cezerî, el-Câmiʿ beyne’l-ʿilm ve’l-ʿameli’n-nâfiʿ fî ṣınâʿati’l-ḥiyel, Ankara 1990 (tıpkıbasım), s. 158, 354.
Atilla Bir v.dğr., “The Meyer Family; The Watchmakers and their Watch Showing the Prayer (ezânî) Time”, International Symposium on the History of Science and Technology, Istanbul, 10-14 May 2006, Proceedings, İstanbul 2006, s. 115-127.
a.mlf. v.dğr., “El-Cezerî’nin Batar Türden Bir Süreölçeri (tarcahâr)”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları, VI/2, İstanbul 2005, s. 23-33.
E. Wiedemann, “Ein Instrument, das die Bewegung von Sonne und Mond darstellt, nach Al Bîrûnî”, Isl., IV (1913), s. 5-13.
a.mlf. – F. Hauser, “Über die Uhren im Bereich der islamischen Kultur”, Nova Acta, Abhandlungen der Deutschen Akademie der Naturforscher, C/5, Halle 1915, s. 1-272.
J. Würschmidt, “Die Zeitrechnung im Osmanischen Reiche”, Deutsche Optische Wochenschrift, X, Berlin 1917, s. 98-100.
Necati Akgür, “Türk-İslam Bilim Tarihi: Saatler”, TDA, sy. 89 (1994), s. 158-205.
D. R. Hill, “Sāʿa”, EI2 (İng.), VIII, 654-656.