- 1/3Müellif: CENGİZ TOMARBölüme GitBilâdüşşam (Suriye, Filistin, Lübnan ve Ürdün) bölgesinin en önemli merkezlerinden biri Dımaşk’tır (Dımaşkuşşam). Şehir 927 (1521) yılından itibaren k...
- 2/3Müellif: Ş. TUFAN BUZPINARBölüme GitOsmanlı Dönemi. Dımaşk (Şam) şehri Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı idaresi altına alındı. Şehrin dışında Mastaba denilen yerde ka...
- 3/3Müellif: ABDÜSSELAM ULUÇAMBölüme GitMİMARİ. Bütün Ortaçağ şehirlerinde olduğu gibi etrafı surlarla çevrilen ve yöneticilerin oturduğu bir iç kalesi bulunan Dımaşk (Şam) İslâmî dönemde kü...
https://islamansiklopedisi.org.tr/sam--suriye#1
Bilâdüşşam (Suriye, Filistin, Lübnan ve Ürdün) bölgesinin en önemli merkezlerinden biri Dımaşk’tır (Dımaşkuşşam). Şehir 927 (1521) yılından itibaren kesin olarak Osmanlı hâkimiyetine geçti ve bir süre sonra Osmanlı Devleti’nin bir paşalık merkezi oldu. Dımaşk olarak bilinen adını da Arapça kaynaklarda bütün Suriye bölgesini ifade etmek için kullanılan Şam’a terketti (İA, XI, 306). Günümüzde de Türkçe’de Şam adıyla kaydedilir. Ülkenin güneybatısında bulunan şehir, Antilübnan (Cebelüşarkī) dağlarının doğu eteklerindeki Kāsiyûn dağı ile Bâdiyetüşşâm adı verilen çöl sahası arasındaki bir vahada (Gūta vahası) kurulmuştur. Çölün yanı başındaki bu yeşil alan varlığını, Antilübnan’lardan doğarak Uteybe bataklıklarında kaybolan ve şehrin ortasından geçen Beredâ suyuna borçludur. Üzerinde kesintisiz yerleşim görülen en eski şehir olduğu iddia edilen Dımaşk’ın Hz. Nûh’un oğlu Sâm veya torunları tarafından tesis edildiğine ve Hz. İbrâhim’in burada doğduğuna dair rivayetler mevcuttur. Dımaşk çevresinde milâttan önce 4000’lere kadar giden yerleşim olduğuna dair arkeolojik kanıtlar vardır. Şehrin isminin kökeni hakkında araştırmacılar farklı yorumlar ileri sürmüştür. Tarihî kayıtlarda Dımaşk milâttan önce 1500 yılından itibaren zikredilir. İlk defa Luksor’da Karnak Tapınağı’ndaki yazıtlarda Ta-ms-ku şeklinde kaydedilmiştir. Amarna tabletlerinde ise Akkadca Di-maş-ka olarak geçmekte ve bu ismin Semitik öncesi bir kökene sahip olduğu kabul edilmektedir.
İslâm fetihlerinden önce Bizans’ın hâkimiyetinde bulunan Dımaşk 613 yılında Sâsânîler tarafından işgal edildi, ancak 628’de Bizans İmparatoru Herakleios şehri geri aldı. Arabistan halkı, İslâm’dan önce de kendileriyle aynı etnik kökene sahip olan Bilâdüşşam halkıyla ticarî ilişkiler kurmuşlardı ve bölgedeki merkezlere ticaret kervanları düzenliyorlardı. Hz. Ebû Bekir, isyan hareketlerinin bastırılmasından birkaç ay sonra bölgeye üç ordu gönderdi. Onun zamanında kazanılan Ecnâdeyn zaferiyle birlikte Suriye ve Dımaşk’ın kapıları müslümanlara açılmış oldu (13/634). Hz. Ömer devrinde Fihl ve Mercüssuffer savaşlarının (14/635) ardından Dımaşk’ın fethi önünde herhangi bir engel kalmadı. Hâlid b. Velîd, Mercüssuffer’den kaçan Bizans birliklerinin peşine düşerek onların sığındığı Dımaşk’ı fethetti (Receb 14 / Eylül 635). Ancak Herakleios’un bölgeye büyük bir ordu göndermesi üzerine Dımaşk’ı boşaltıp Yermük vadisine geldi ve Bizans ordusunu bu defa da hezimete uğrattı (12 Receb 15 / 20 Ağustos 636). Yermük zaferinden sonra Dımaşk kuşatılarak ikinci defa fethedildi (Zilkade 15 / Aralık 636).
Dımaşk’ı ele geçiren müslümanlar şehir dokusuna herhangi bir zarar vermediler. Bizans memurları şehirden ayrılmakla birlikte Arap olmaları sebebiyle müslümanlarla ortak yönleri Bizanslılar’dan daha fazla olan Dımaşk halkının büyük bölümü şehri terketmedi. Fetihlerle bölgeye gelen sahâbîlerin bir kısmı şehre ve özellikle yakınlardaki Dâriyyâ’ya yerleşti. Daha sonra gelenlerle müslümanların nüfusu hızla arttı. Diğer bölgelerde olduğu gibi büyük ölçüde hıristiyanlaşmış Dımaşk halkına din özgürlüğü tanındı. Hiçbir baskıya mâruz kalmayan hıristiyanların zaman içinde ihtida ettiği anlaşılmaktadır. Müslümanlar şehir idaresinde bazı değişiklikler yaptılar. Hz. Ömer, Câbiye’de alınan kararlar neticesinde Suriye’nin orta ve güney kesimlerini Dımaşk cündüne bağladı. Dımaşk valiliğine tayin edilen Yezîd b. Ebû Süfyân’ın 18 (639) yılında ölümünün ardından kardeşi Muâviye b. Ebû Süfyân onun yerine geçti.
Hz. Osman’ın isyancılar tarafından öldürülmesi ve ardından Suriye Valisi Muâviye’nin Medine’de halife seçilen Hz. Ali’ye karşı bir iktidar mücadelesi başlatmasıyla birlikte Dımaşk siyasî açıdan önem kazandı. Bu mücadelenin sonunda Emevî Devleti’ni kuran Muâviye’nin başşehir olarak Dımaşk’ı seçmesi şehrin kaderini değiştirdi (41/661). Uzun süreden beri Suriye valiliği yapan Muâviye kendine bağlı güçlü bir ordu oluşturmuştu. Onun döneminde hıristiyan memurlar şehirde görev yapmaya devam ettiler. Şehrin nüfusunun artması dolayısıyla surların dışındaki Gūta gibi bölgeler yerleşime açıldı. Şehrin sulama kanalları Halife I. Yezîd döneminde şehrin dışına doğru genişletildi. II. Muâviye’nin halifeliği bırakmasıyla ortaya çıkan siyasal kriz sürecinde şehirde önemli sıkıntılar yaşandı. Bu sırada devlet işlerini tedvir eden Dımaşk’taki Kaysîler’in reisi Dahhâk b. Kays, Emevî devlet ricâli tarafından halife seçilen I. Mervân’a biat etmedi ve Abdullah b. Zübeyr lehine isyan başlattı. Ancak Mercirâhit’te cereyan eden savaşta mağlûp olarak öldürüldü; böylece Mervân Dımaşk’a hâkim oldu (65/684).
Abdülmelik b. Mervân döneminde devlet dairelerinde mahallî dillerle tutulan divanların Arapça’ya çevrilmesiyle birlikte hıristiyan memurların yerini müslümanlar almaya başladı. Devletin güçlenmesi Dımaşk’ın İslâm dünyasındaki merkezî konumunu daha önemli hale getirdi. I. Velîd zamanında hilâfet topraklarının genişlemesine paralel olarak Dımaşk’ta yeni bir yapılanma başladı. I. (VII.) yüzyıl sonlarına gelindiğinde şehirde müslümanların oranı büyük ölçüde artmıştı. Bu dönemde, Muâviye b. Ebû Süfyân’ın inşa ettirdiği Hadrâ Sarayı genişletildi. I. Velîd, fethin ardından yerini Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ın belirlediği caminin ihtiyacı karşılayamaması üzerine şehrin ortasında hıristiyanlara ait büyük kilisenin olduğu aynı yerde şehrin sembolü konumundaki Emeviyye Camii’ni yaptırdı. Emevîler, Dımaşk’ı İslâm dünyasının din, siyaset ve kültür merkezi haline getirmek için büyük çaba gösterdiler ve bunu başardılar.
İbrâhim b. Velîd’e isyan ederek Dımaşk’ı ele geçiren II. Mervân’ın Emevî başşehrini Harran’a taşımak zorunda kalmasıyla (127/744) Dımaşk başşehir olmaktan çıktı. II. Mervân’ın Zap Suyu Savaşı’nda Abbâsîler’e yenilmesinin ardından Dımaşk da diğer Suriye şehirleri gibi Abbâsîler’in eline geçti (Ramazan 132 / Nisan 750). Abbâsîler’in başşehir olarak Bağdat’ı seçmelerinden sonra Dımaşk sıradan bir vilâyet haline geldi. Ayrıca Abbâsîler, Emevîler’e karşı besledikleri düşmanlık sebebiyle şehirdeki bazı eserleri tahrip ettiler. Hadrâ Sarayı hapishaneye çevrildi, şehir surları yıkıldı, Emevî halifelerinin mezarları tahrip edildi. Abbâsîler yeni hükümet konağını sur dışında Bâb-ı Câbiye’nin karşısına inşa ettiler. Abbâsî yönetimine karşı Dımaşk’ta bazı isyanlar çıktı. Bu isyanlarda Abbâsîler’in Emevî mensuplarına yaptıkları zulümlerin yanı sıra Suriye’de yerleşik Kaysî ve Kelbî kabileler arasındaki mücadele önemli rol oynadı. Halife Emîn döneminde, Muâviye b. Ebû Süfyân’ın soyundan geldiği iddiasıyla isyan ederek Abbâsîler’in Dımaşk Valisi Süleyman b. Ebû Ca‘fer’i şehirden çıkarıp hilâfetini ilân eden Ali b. Abdullah üç yıl sonra Kays kabilesi karşısında tutunamadı ve bertaraf edildi (198/813). Yine Emevîler’e mensup olduğunu iddia eden Ebû Harb el-Müberka‘ın isyanına katılan Şamlı İbn Beyhes’in ayaklanması Abbâsî birlikleri tarafından bastırıldı (227/841-42).
Türk kumandanlarının nüfuzundan bunalan Halife Mütevekkil-Alellah, devlet merkezini Arap unsurunun ağırlıkta bulunduğu Dımaşk’a taşımaya karar vermişti (Safer 244 / Mayıs 858). Bu amaçla Dımaşk’a giden halife, Türk askerlerinin Irak’a dönmek için çıkardığı huzursuzluk yüzünden bir ay sonra Sâmerrâ’ya döndü. Mu‘temid-Alellah devrinde isyan edip Dımaşk’ı ele geçiren Îsâ b. Şeyh’e karşı bölgeye gönderilen Türk kumandanı Emâcûr et-Türkî isyanı bastırarak Dımaşk valisi oldu (256/870). Onun ölümünün ardından yerine geçen oğlu Ali’nin Ahmed b. Tolun’a tâbi olmasıyla şehirde Tolunoğulları dönemi başladı (264/878). Abbâsîler devri boyunca Dımaşk’ta çok az imar faaliyeti yapıldı. Bunlar arasında Emeviyye Camii’nin avlusunda vali tarafından camiye ait malların korunması için yaptırılan beytülmâl ile Halife Me’mûn’un Kāsiyûn dağı eteklerinde inşa ettirdiği günümüze ulaşmayan saray anılabilir. Ahmed b. Tolun’un ölümünün (270/884) ardından oğlu Humâreveyh, Tolunoğulları hâkimiyetini devam ettirdi. Abbâsîler tekrar bir ordu göndererek şehri ele geçirdilerse de Humâreveyh Dımaşk’a bizzat gelip şehri geri aldı (272/886). Karmatî tehlikesine karşı Dımaşk’ı koruyan Humâreveyh’in öldürülmesinden (282/896) sonra Karmatî kuvvetleri Dımaşk’a saldırdılarsa da şehri işgal edemediler (290/903). 319’da (931) Dımaşk ve ardından Mısır valiliğine tayin edilen Muhammed b. Tuğç 324 (936) yılında Suriye’yi yönetimine kattı. Suriye hâkimiyetini elinde tutabilmek için Emîrü’l-ümerâ İbn Râiḳ ile mücadele eden İhşîdî hükümdarı onun 330’da (942) ölümünden sonra Suriye’ye ve bu arada Dımaşk’a hâkim olabildi. Bu dönemde Suriye’nin kuzeyinde Halep merkezli Hamdânîler’in kurucusu Seyfüddevle el-Hamdânî, Dımaşk’ı ele geçirmekle birlikte Muhammed b. Tuğç karşısında tutunamayıp geri çekildi (334/945-46). Dımaşk’taki İhşîdî hâkimiyeti Karmatîler’in 357 (968) yılında şehri işgaliyle sona erdi. Karmatî işgalinden yedi yıl sonra Türk Emîri Aftegin, Dımaşk’a hâkim olarak burada bağımsız bir beylik kurdu (364/975).
Bu yıllarda bölgede önemli bir güç haline gelen Fâtımîler birkaç başarısız teşebbüsün ardından Dımaşk’ı ele geçirdiler (372/982-83). Halife Azîz-Billâh devrinde sakin ve istikrarlı bir dönem geçiren şehir Hâkim-Biemrillâh zamanında çeşitli isyanlara sahne oldu. Bu isyanlar Fâtımîler’in şehirde bulundurdukları Berberî birlikleri tarafından bastırıldı (388/998). Dımaşk’ın kuzeyinde çıkan kabile isyanlarını bertaraf eden Fâtımîler’in Türk kökenli Dımaşk Valisi Anuş Tegin (1023-1042), bir müddet sonra şehirde Fâtımîler’den bağımsız bir politika izlemeye başladı. Onun ölümünün ardından 452 (1060) yılına kadar şehir hakkında kaynaklarda bilgi bulunmaması Dımaşk’ın bu dönemde siyasî olaylara sahne olmadığını düşündürmektedir. Fâtımîler’in son yıllarında şehir bir süre Bedr el-Cemâlî vasıtasıyla yönetildi. 461’de (1069) Fâtımîler’e karşı çıkan isyan neticesinde şehirde pek çok bina yandı veya tahrip edildi. Bu sırada Emeviyye Camii’nin bir kısmı yandı. Dımaşk’ta günümüze ulaşan hiçbir Fâtımî eserinin bulunmaması Fâtımî hâkimiyetinde şehrin ihmal edildiğini göstermektedir. Zira Fâtımîler, Dımaşk’ı sadece Bizans’a karşı bir üs ve tahıl deposu şeklinde kullandılar. Bu dönemde şehrin ekonomik yapısı zayıfladığı gibi nüfusu da azaldı. Öte yandan Abbâsîler devrinde ilim merkezinin Bağdat olması sebebiyle Dımaşk ulemâsının bir kısmının Bağdat’a gittiği ve şehirde ilmî hayatın sönükleştiği bilinmektedir.
Türkmen beyi Atsız b. Uvak’ın Suriye’yi ele geçirip hutbeyi Abbâsî Halifesi ve Sultan Melikşah adına okutmasıyla Dımaşk’ta Türk hâkimiyeti dönemi başladı (468/1075). Fâtımîler’in Dımaşk’ı kuşatmaları üzerine Atsız, Selçuklu beylerinden Tutuş’tan yardım istedi. Dımaşk’a gelen Tutuş şehre girdikten sonra Suriye Selçuklu Devleti’ni kurdu (471/1079). 475’te (1082-83) Müslim b. Kureyş’in şehri kuşatma teşebbüsü başarısızlıkla neticelendi. Tutuş’un 488’de (1095) vefatının ardından oğlu Dukak şehre hâkim oldu. Ancak devlet işlerini elinde tutan atabegi Tuğtegin, Dukak’ın 497’de (1104) ölümünden sonra Dımaşk’ta 549 (1154) yılına kadar sürecek olan Dımaşk Atabegliği’ni (Börîler-Tuğteginliler) kurdu. Dukak ve Tuğtegin döneminde şehirde sağlanan sükûn ve istikrar sayesinde ticaret tekrar gelişti. Selçuklular’ın Sünnîliği güçlendirmeye yönelik siyaseti büyük kısmı Sünnî olan şehir halkı tarafından desteklendi. Selçuklular’ın Dımaşk’ta medreseler yaptırarak bunlara vakıflar tahsis etmeleri neticesinde ulemâ Dımaşk’ta yerleşmeye başladı. Fâtımî ve Karmatî yönetimlerinin ardından Dımaşk Sünnî düşüncesinin önemli merkezlerinden biri haline geldi. Fâtımî hâkimiyeti altında durma noktasına gelen imar faaliyetleri yeniden başladı. 461’deki (1069) yangında zarar gören Emeviyye Camii, Sultan Melikşah tarafından tamir ettirildi. Dukak ise Dımaşk’ta ilk hastahane ile ilk medrese olan Sâdıriyye’yi yaptırdı. Daha sonra Emîniyye ve Şerefiyye gibi yedi medrese daha inşa edildi. Dımaşk’ta ilk hamamlarla hankahların da bu dönemde yaptırıldığı bilinmektedir. Dukak tarafından başlatılan Dımaşk Kalesi’nin inşası Tuğtegin zamanında tamamlandı. Tuğtegin’le birlikte Dımaşk siyasî bakımdan dışarıya açıldı. Halk tarafından sevilen Tuğtegin’in hüküm sürdüğü dönemde kıtlık ve salgın hastalık da meydana gelmedi. I. Haçlı Seferi’nin ardından Suriye sahil bölgelerinin Haçlılar’ın eline geçmesiyle Dımaşk, Haçlı tehlikesiyle karşı karşıya geldi. Kudüs’ün Haçlılar tarafından işgali neticesinde pek çok Kudüslü müslüman Dımaşk’a göç etti. Tuğtegin’in ölümünden sonra Dımaşk hâkimi olan Tâceddin Böri döneminde (1128-1132) aynı zamanda Halep hâkimi olan Musul Atabegi İmâdüddin Zengî, Bağdat’ın onayı ile hâkimiyetini Dımaşk aleyhine genişletmeye başladı. Bu arada Dımaşk ve çevresindeki İsmâilî hareketin (Bâtıniyye) nüfuzunu arttırması Sünnîler’in tepkisiyle karşılaştı ve çıkan olaylarda pek çok İsmâilî öldürüldü (523/1129). Haçlılar’ın aynı yıl Dımaşk’a yönelik saldırıları Böri tarafından geri püskürtüldü. Böri’nin İsmâilîler tarafından öldürülmesinin (526/1132) ardından oğulları bir müddet daha şehre hâkim oldular.
II. Haçlı Seferi’nden sonra Halep-Kahire hattında Kudüs’e yakınlığıyla stratejik bir noktada bulunan Dımaşk’a saldıran Haçlılar bir başarı gösteremediler (543/1148). Öte yandan İmâdüddin Zengî’nin 541’de (1146) ölümünün ardından Halep ve Kuzey Suriye’de hâkimiyeti eline geçiren oğlu Nûreddin Mahmud Zengî, II. Haçlı Seferi’nden sonra Suriye’de etkinliğini daha da arttırdı ve 549’da (1154) Dımaşk’ı hâkimiyeti altına aldı. Böylece şehir tarihinde yeni bir dönem başladı. Dımaşk, Emevîler devrinde olduğu gibi siyasî, askerî ve dinî hareketlerin merkezi konumuna geldi. Şehre istikrar ve emniyet getiren Nûreddin Zengi devrinde Dımaşk önemli ölçüde imar edildi. Nûreddin tarafından Dımaşk’ta yaptırılan ve günümüze ulaşan hastahane (bk. NÛREDDİN ZENGÎ BÎMÂRİSTANI) dönemin en önemli tıp eğitim merkeziydi. Şehrin nüfusunun artması sebebiyle sur dışında yeni yerleşim birimleri kuruldu. Kale bu devirde genişletilerek hamam, cami ve medrese ilâve edildi. Şehir surlarına kuleler yapıldı ve şehir kapıları yenilendi. Nûreddin kale yakınlarında bir dârüladl yaptırdı. Onun döneminde inşa edilen yirmi dört binanın sadece sekizi zamanımıza kadar gelmiştir. Nûreddin’in yaptırdığı altı medrese arasında Dımaşk tarihçisi İbn Asâkir için inşa ettirdiği dârülhadis de bulunuyordu. Haçlı işgali sebebiyle Kudüs’ten ayrılarak Dımaşk’a gelen müslümanları sur dışında Sâlihiye’ye iskân eden Nûreddin bu semtin gelişmesine önemli katkıda bulundu. VI. (XII.) yüzyılın sonlarına doğru Dımaşk yeniden ticaret ve ilmî hayatın merkezlerinden biri haline geldi. Ayrıca müslüman-Haçlı mücadelesinin en stratejik önemi haiz şehirlerinden biri oldu. Bu sebeple Türk kökenli pek çok memlük şehre yerleştirildi. Şehir, müslüman dünyasında kuzey-güney arasındaki ticaretin yanı sıra Haçlı seferlerine rağmen kesintiye uğramayan ve doğu-batı arasında Haçlılar’ın elindeki limanlar vasıtasıyla yapılan ticaretin önemli bir merkezine dönüştü. Dımaşk’a doğudan getirilen baharat, kumaş, kıymetli taşlarla bölgede üretilen ipek, kumaş, keten, yün, pamuk, metal işlemeler, gümüş ve halı İtalyan gemiciler vasıtasıyla Avrupa’ya ulaştırılıyordu. Zengîler döneminde sadece Dımaşk’ta pek çok hanın bulunması ekonomik genişlemenin önemli bir göstergesidir.
Nûreddin Zengî’nin ölümünün (569/1174) ardından Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin eline geçen şehir (570/1174) Haçlı mücadelesine karşı ana karargâh durumuna getirildi. Bu dönemde Haçlılar, Dımaşk yakınlarına kadar gelip şehre saldırıyorlardı. Fakat Selâhaddin’in kazandığı Hittîn zaferiyle (583/1187) bu tehlike ortadan kalktı. Onun devrinde Emeviyye Camii ile şehir sur ve kapılarında bazı tamiratlar yapıldı. Devlet adamları ve emîrler çeşitli imar faaliyetlerinde bulundular. Bu dönemde Medresetü’ş-Şâmiyye, Hankāhü’l-Hâtûniyye gibi pek çok eser yaptırıldı. Selâhaddin’in Dımaşk’ta bulunan türbesi şehrin en önemli ziyaret yerlerinden biridir. Dımaşk, Selâhaddin’in ölümünden (589/1193) sonra aile üyeleri arasındaki mücadeleler yüzünden pek çok saldırıya mâruz kaldı. Selâhaddin’in oğulları el-Melikü’l-Azîz ve el-Melikü’l-Efdal arasındaki rekabetten faydalanan amcaları el-Melikü’l-Âdil şehre hâkim oldu (592/1196). 598’de (1201) vuku bulan deprem şehirde fazla hasara yol açtı. Bunun üzerine el-Melikü’l-Âdil günümüze ulaşan kaleyi yeniden inşa ettirdi. Onun nisbeten uzun ve istikrarlı yönetiminde şehirde sosyal ve ticarî hayat canlılığını sürdürdü. el-Melikü’l-Âdil’in 615’te (1218) ölümünün ardından Dımaşk hâkimi olan el-Melikü’l-Muazzam Îsâ döneminde Sâlihiye’de Muazzamiyye Medresesi ve Hanbelî Mescidi inşa edildi. el-Melikü’l-Muazzam Îsâ’nın ölümünden (624/1227) sonra kısa bir müddet Dımaşk yeni bir hâkimiyet mücadelesine sahne oldu. el-Melikü’l-Kâmil, el-Melikü’n-Nâsır Dâvûd’u şehirden çıkararak el-Melikü’l-Eşref Mûsâ’ya teslim etti (626/1229).
Selefî eğilimleri bulunan ve Dımaşk’ta Cerrâh ve Tevbe camileriyle iki dârülhadisi inşa ettiren el-Melikü’l-Eşref döneminde tasavvufî hareketlere karşı baskı yapıldı. Şehir tarihinde bir ilk olmak üzere İtalyan tâcirlere iskân izni verildi. Onun 635’te (1237) ölümünün ardından Dımaşk hâkimi olan Ebü’l-Hayş el-Melikü’s-Sâlih İsmâil hâkimiyetini dört ay devam ettirebildi. Dımaşk’ı kuşatan Mısır hâkimi el-Melikü’l-Kâmil şehri onun elinden aldı. el-Melikü’l-Kâmil’in ölümüyle Dımaşk’a kimin hâkim olacağı meselesi Eyyûbî ailesi içerisinde sorunlara yol açtı. Nihayet el-Melikü’l-Cevâd Yûnus, Kahire’ye tâbi olmak suretiyle Dımaşk hâkimi oldu. Ancak onun Kahire’den bağımsız hareket etme çabaları sonucunda şehrin el-Melikü’s-Sâlih Eyyûb’a verilmesi kararlaştırıldı. Bu sırada meydana gelen karışıklıklardan istifade eden Ebü’l-Hayş el-Melikü’s-Sâlih İsmâil şehri tekrar ele geçirdiyse de 643’te (1245) Gazze’de yaptığı savaşı kaybetti ve Dımaşk el-Melikü’s-Sâlih Eyyûb’un kuvvetleri tarafından zaptedildi. Yoğun biçimde memlüklere dayanan el-Melikü’s-Sâlih Eyyûb buna bağlı olarak Dımaşk’taki idarî düzeni değiştirdi. Eyyûbîler devrinde sürekli olarak sorun teşkil eden ve parçalanmalara yol açan, aileden bir melik tayin etmek yerine şehir idaresini memlük kökenli bir emîre kaleyi diğer bir memlük emîrine teslim etti ve idarî işlerden sorumlu bir vezir görevlendirdi. el-Melikü’s-Sâlih Eyyûb’un ölümünün (647/1249) ardından Mısır’da Memlük hâkimiyetinin kurulması esnasında Eyyûbîler’den Halep hâkimi el-Melikü’n-Nâsır Yûsuf şehir halkının da çağrısıyla Dımaşk’ta hâkimiyeti sağladı (648/1250).
Eyyûbîler devri Dımaşk’ın imarı açısından büyük önem taşımaktadır. Bu dönemde kuzeybatıya doğru genişleyen şehirde 200’ün üzerinde medrese, cami, hankah, zâviye, türbe gibi yapı inşa edildi. Bunların büyük kısmı devlet adamları veya hanımları tarafından yaptırıldı. İnşa edilen medreseler arasında Medresetü’l-Âdiliyye, Medresetü’l-İzziyye, Medresetü’r-Rükniyye, Medresetü’l-Mürşidiyye, Medresetü’n-Nâsıriyye ve Medresetü’n-Necmiyye sayılabilir. Eyyûbîler dönemi boyunca siyasî bakımdan Kahire öne çıkmakla birlikte Dımaşk kültürel olarak önemini korumaktaydı. Bu devirde Dımaşk’taki müderris sayısının 600 civarında olduğu kaydedilmektedir. İlmî ve tasavvufî hayatın gelişmesi, Muhyiddin İbnü’l-Arabî gibi tasavvuf hayatının ilgi çeken simalarının şehirde yerleşmesine vesile oldu. Pek çok medrese ile birlikte yeni bîmâristan inşa edildiği gibi kalenin yanı sıra surlar ve kapılar onarıldı. Eyyûbîler devri boyunca şehrin nüfusu arttı ve ticarî faaliyetler genişledi.
Bağdat’ın 656 (1258) yılında Moğollar tarafından işgalinin ardından Suriye’de Halep, Humus ve Hama gibi Dımaşk da Moğollar’ın eline geçti (Rebîülevvel 658 / Mart 1260). Bu esnada şehrin batı surları ve kale tahrip edildi. Ancak Dımaşk’ta Moğol hâkimiyeti çok kısa sürdü. Memlük Sultanı Kutuz, Aynicâlût Savaşı’nda Moğollar’ı yenerek (658/1260) Dımaşk’ı ve Suriye’nin büyük bir kısmını kurtardı. Bundan sonra şehir Memlük dönemi boyunca başşehir Kahire’ye tâbi oldu. Sultan I. Baybars, Dımaşk’a bir nâib-i saltanat ve kaleye bir emîr tayin ederek şehirde Memlük idarî nizamını kurdu. Buna göre statü bakımından bölgedeki nâiblerin üstünde olan Dımaşk nâib-i saltanası Suriye’deki diğer nâiblerden sorumluydu. Pek çok defa şehre gelerek burada kalan Baybars döneminde daha önce Moğollar tarafından tahrip edilen kale onarıldı. Baybars’ın Dımaşk’ta Meydânülahdar’da yaptırdığı Eblak Sarayı günümüze kadar gelememiştir. Dımaşk’ta ölen Baybars, Zâhiriyye Medresesi’ndeki türbesine defnedildi. Memlük döneminde Dımaşk’ta ikili bir yönetim kuruldu. Kahire’deki iktidar değişiklikleri esnasında isyan etme potansiyeli yüksek olan Dımaşk nâib-i saltanası kale nâibi vasıtasıyla kontrol altında tutuluyordu. Buna rağmen Dımaşk, Memlükler döneminde pek çok isyana sahne oldu. Kalavun zamanında şehir halkının desteğiyle isyan ederek kendisini sultan ilân eden Dımaşk nâibi Sungur el-Eşkar, Kahire’den gönderilen bir birlik tarafından bertaraf edildi (679/1280).
699 (1299) yılında Suriye’ye hücum eden İlhanlılar, Dımaşk nâibi Seyfeddin Kıpçak’ın da kendilerine katılmasıyla Dımaşk’ı işgal ettiler (699/1300). Ancak kale emîri teslim olmayınca şehrin sur içi İlhanlılar’da, kale Memlükler’de kaldı. Çarpışmalar sırasında kale ile Emeviyye Camii arasındaki binalar yıkıldı. Fakat çok geçmeden şehir tekrar Memlükler’in eline geçti. el-Melikü’n-Nâsır Muhammed döneminde siyasal ve ekonomik istikrarın sağlanması sosyal ve ticarî hayata yansıdı. Kâğıt, tekstil, cam, silâh, ıtriyat endüstrisi bu devirde öne çıktı. Ayrıca şeker, fıstık gibi ürünler önemli gelir kaynağıydı. Memlükler devrinde doğu-batı yönündeki ticaret büyük gelişme gösterdi. Batıya yönelik baharat, değerli taş, kumaş, çelik, cam, halı ve altın ticaretinin önemli ayaklarından birini Dımaşk oluşturuyordu. VII. (XIII.) yüzyıl ortalarında Dımaşk’ta İtalyan varlığı arttı. Venedik ile Memlükler arasında ticarî anlaşmalar yapıldı. Diğer büyük şehirlerde olduğu gibi Dımaşk’ta da İtalyan “fondacos”ları (funduk) kuruldu. VIII. (XIV.) yüzyıla kadar Dımaşk, Halep’in artan önemine rağmen Suriye’nin en önemli ticaret merkezi, Venedik, Katalan, Cenova, Floransa ve Fransız tüccarlarının önemli bir uğrak yeriydi. Bu devirde bölgeye gelen Avrupalı seyyahlar Dımaşk’ı Avrupa şehirleriyle karşılaştırmışlar, Paris ve Floransa’dan daha gelişmiş olduğunu ifade etmişler ve şehrin nüfusunu 100.000 olarak vermişlerdir. İbn Cübeyr ve İbn Battûta gibi müslüman seyyahlar da şehrin gelişmiş olduğunu belirtirler. Çarşıdaki malların çeşitliliği yanında özellikle kumaş ve metal işleri önemliydi. Ticaretin genişlemesine paralel olarak inşa edilen hanların sayısı arttı. Bu hanlardan günümüze sadece Hânü’d-Dikke ve Hânu Çakmak ulaştı. Dımaşk’ta depolanan ticarî emtia Beyrut Limanı vasıtasıyla Avrupa ülkelerine sevkediliyordu. Şehirde ticaret günümüzde olduğu gibi Emeviyye Camii’nin batısında ve güneyinde yoğunlaşmıştır.
Memlükler Dımaşk’ta da imara büyük önem verdiler ve kurdukları hayır müesseselerini vakıflarla desteklediler. Bu dönemde sadece Dımaşk’ta 250 civarında cami, medrese, han, hamam, hankah ve türbe yaptırdılar. Bunlardan sadece altmışı zamanımıza ulaşmıştır. İkisi hanımlar için olmak üzere Memlükler devrinde Dımaşk’ta seksen civarında medrese inşa edilmesi ilmî hayatın canlılığının en önemli delilidir. Öncekilerle birlikte medreselerin sayısı 150’yi aşmıştı. Bu medreselerde 1000 civarında müderris görev yapıyordu (Nuaymî, Dûrü’l-Ḳurʾân, neşredenin girişi, s. 7). Yeni hastahanelerin inşa edildiği şehirde kuzeyde Sâlihiye, güneyde Mîdân ve batıda Meydânülahdar gelişmeye devam etti. Şehir şüphesiz en önemli gelişmeyi el-Melikü’n-Nâsır Muhammed b. Kalavun döneminde Seyfeddin Tengiz el-Hüsâmî’nin valiliği esnasında (1312-1340) gösterdi. Tengiz binaların yanı sıra kaldırım ve su kaynaklarıyla da ilgilendi. Azm Sarayı’nın bulunduğu yerde yaptırdığı vilâyet binasının sadece kalıntıları zamanımıza kadar gelmiştir. Tengiz ayrıca şehrin batısında bir cami ve bir dârülhadis inşa ettirdi. Takıyyüddin İbn Teymiyye ve Safedî gibi âlimler bu dönemde önemli ilmî faaliyetlerde bulundular. 749 (1348) yılındaki veba salgını Dımaşk’ı çok etkiledi ve şehir nüfusu yarı yarıya azaldı. Öte yandan değişen ticaret yolları sebebiyle Halep gelişirken Dımaşk yavaş yavaş gerilemeye başladı. Berkuk devrinde Suriye’de isyan eden Halep nâibi Seyfeddin Yelboğa 791’de (1389) Dımaşk’ı ele geçirdi. Yelboğa’yı mağlûp eden Sultan Berkuk tekrar hâkimiyeti sağladı. 801’de (1399) Berkuk’un ölümünden sonra Dımaşk nâibi Seyfeddin Tenem yeni sultan el-Melikü’n-Nâsır Ferec’e karşı isyan ettiyse de yenilerek öldürüldü.
Dımaşk’ın IX. (XV.) yüzyıl başında Timur’un saldırısına uğrayarak işgal edildi (803/1401). Kalede bir müddet direnen Memlük birliği çok geçmeden mağlûp oldu. Bu esnada şehir büyük tahribata mâruz kaldı; şehir halkından pek çok kişi öldürüldü. Timur şehri tahrip ettiği gibi ayrılırken birçok sanatkârı yanına aldığından şehir kültürel açıdan da büyük zarar gördü. Timur istilâsı sebebiyle meydana gelen göçler ve katliamlar yüzünden şehrin nüfusu azaldı ve Dımaşk, Memlükler döneminin sonuna kadar bir daha eski seviyesine ulaşamadı. Avrupa’ya büyük miktarda ürünler ihraç eden şehir artık gıda maddelerini ithal eder duruma düştü. Barsbay ve Kayıtbay dönemlerinde şehir nisbeten istikrara kavuştu. Ancak Memlükler’in son devrinde ekonominin bozulmasına bağlı olarak halka yüklenen aşırı vergiler, müsâdereler ve yolsuzluklar Dımaşk’ta sosyal huzursuzluklara yol açtı. Kansu Gavri’nin Halep yakınlarında Mercidâbık’ta Osmanlı kuvvetlerine yenilmesiyle Dımaşk, Osmanlılar’ın eline geçti (922/1516). Mekhûl b. Ebû Müslim, Gaylân ed-Dımaşkī, Evzâî, Velîd b. Müslim, Ebû Zür‘a ed-Dımaşkī, Ebû Amr ed-Dımaşkī, Ca‘fer b. Ali ed-Dımaşkī, Ebû Mes‘ûd ed-Dımaşkī, Dımaşk tarihine dair yazdıkları eserleriyle meşhur İbnü’l-Kalânisî ile Ebü’l-Kāsım İbn Asâkir ve oğlu Ebû Muhammed İbn Asâkir, Ebü’l-Yümn İbn Asâkir, Dahvâr, Şeyhürrabve ed-Dımaşkī, Birzâlî, İbn Fazlullah el-Ömerî, Takıyyüddin İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye, Kütübî, Ebü’l-Mehâsin el-Hüseynî, Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, İbn Receb, İbnü’l-Cezerî, Takıyyüddin İbn Kādî Şühbe, Şehâbeddin İbn Arabşah ve Bedreddin İbn Kādî Şühbe, Dımaşkī nisbesiyle tanınan meşhur âlimlerden bazılarıdır.
BİBLİYOGRAFYA
Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 156-206.
Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), I-XI, bk. İndeks.
İbnü’l-Kalânisî, Târîḫu Dımaşḳ (Zekkâr), bk. İndeks.
İbn Asâkir, Târîḫu Dımaşḳ (Amrî), I-IV, tür.yer.
İbn Cübeyr, er-Riḥle (nşr. W. Wright – M. J. de Goeje), Leiden 1907, s. 260-303.
Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), II, 463-470.
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I-XIII, bk. İndeks.
Ebû Şâme, Kitâbü’r-Ravżateyn (nşr. İbrâhim ez-Zeybek), Beyrut 1418/1997, I-V, bk. İndeks.
İzzeddin İbn Şeddâd, el-Aʿlâḳu’l-ḫaṭîre fî ẕikri ümerâʾi’ş-Şâm ve’l-Cezîre (nşr. Sâmî ed-Dehhân), Dımaşk 1375/1956.
İbn Vâsıl, Müferricü’l-kürûb, I-V, tür.yer.
İbn Abdülhâdî, Feżâʾilü’ş-Şâm (nşr. Mecdî Fethî es-Seyyid), Tanta 1408/1988.
İbn Battûta, er-Riḥle, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 84-110.
Kalkaşendî, Ṣubḥu’l-aʿşâ, IV, 94-120; ayrıca bk. İndeks.
Makrîzî, es-Sülûk (Ziyâde), I-II, tür.yer.
İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire (nşr. M. Hüseyin Şemseddin), Beyrut 1413/1992, I-XVI, tür.yer.
Şemseddin İbn Tolun, İʿlâmü’l-verâ (nşr. M. Ahmed Dehmân), Dımaşk 1984, tür.yer.
a.mlf., Müfâkehetü’l-ḫillân fî ḥavâdis̱i’z-zamân (nşr. Halîl Mansûr), Beyrut 1998.
Nuaymî, ed-Dâris fî târîḫi’l-medâris (nşr. Ca‘fer el-Hasenî), Kahire 1988, I-II.
a.mlf., Dûrü’l-Ḳurʾân fî Dımaşḳ (nşr. Selâhaddin el-Müneccid), Beyrut 1982.
M. İzzeddin b. Hüseyin Arabî ed-Dımaşkī, er-Ravżatü’l-behiyye fî feżâʾili Dımaşḳ el-Mahmiyye (nşr. Selâhaddin Halîl Mûsullî), Dımaşk 1421/2000.
E. H. Gillet, Ancient Cities and Empires, Philadelphia 1867, s. 237.
K. Wulzinger – C. Watzinger, Damaskus, Berlin 1921-24, I-II.
N. A. Ziadeh, Urban Life in Syria under the Early Mamluks, Beirut 1953.
a.mlf., Dımaşḳ fî ʿaṣri’l-Memâlîk, Beyrut 1966.
a.mlf., “The Administration of Bilād ash-Shām from the Byzantines to the Early Arabs”, MUSJ, L/2 (1984), s. 787-812.
I. M. Lapidus, Muslim Cities in the Later Middle Ages, Cambridge 1967, bk. İndeks.
E. Ashtor, A Social and Economic History of the Near East in the Middle Ages, London 1976, tür.yer.
R. Stephen Humphreys, From Saladin to the Mongols, Albany 1977.
Coşkun Alptekin, The Reign of Zangi, Erzurum 1978.
a.mlf., Dimaşk Atabegliği (Tog-teginliler), İstanbul 1985.
F. McGraw Donner, The Early Islamic Conquests, Princeton 1981, s. 91-155.
W. T. Pitard, Ancient Damascus, Cambridge 1982.
Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, Ankara 1983.
H. Kennedy, The Prophet and the Age of the Caliphates, London 1986, tür.yer.
a.mlf., “The Towns of Bilad al-Sham and the Arab Conquest”, Proceedings of the Symposium on the Bilād al-Shām during the Byzantine Period (ed. M. Adnan Bakhit – M. Asfour), Amman 1986, II, 88-99.
Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, I-III, bk. İndeks.
Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, İstanbul 1987, bk. İndeks.
Ekrem Hasan el-Ulebî, Ḫıṭaṭu Dımaşḳ, Dımaşk 1410/1989.
Mustafa Fayda, Allah’ın Kılıcı Halid Bin Velid, İstanbul 1990, s. 393-401.
İsmail Yiğit, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi: Memlûkler, İstanbul 1991, s. 65, 124, 148, 193, 194, 216, 229, 232.
Abdülkādir er-Reyhâvî, Dımaşḳ, türâs̱ühâ ve meʿâlimühe’t-târîḫiyye, Dımaşk 1996.
Ahmed Îbiş – Kuteybe eş-Şihâbî, Dımaşḳ eş-Şâm fî nuṣûṣi’r-raḥḥâlîn ve’l-coġrâfiyyîn ve’l-büldâniyyîne’l-ʿArab ve’l-müslimîn, Dımaşk 1998, I.
Kuteybe eş-Şihâbî, Muʿcemü Dımaşḳ et-târîḫî, Dımaşk 1999, I-III.
P. M. Holt, Haçlılar Çağı (trc. Özden Arıkan), İstanbul 1999, tür.yer.
Casim Avcı, İslâm-Bizans İlişkileri, İstanbul 2003, bk. İndeks.
Hasan Zekî es-Savvâf, Dımaşḳ: Aḳdemü ʿâṣıme fi’l-ʿâlem, Dımaşk 1424/2004.
R. Burns, A History of Damascus, London 2005.
Ahmed M. el-Ûtânî, Dımaşḳ fi’l-ʿaṣri’l-Eyyûbî, Dımaşk 2007.
R. Hartmann, “Şam”, İA, XI, 298-305.
N. Elisséeff, “Dimashḳ”, EI2 (İng.), II, 277-286.
https://islamansiklopedisi.org.tr/sam--suriye#2
Osmanlı Dönemi. Dımaşk (Şam) şehri Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı idaresi altına alındı. Şehrin dışında Mastaba denilen yerde karargâh kuran padişah kadıların, müftülerin ve diğer ileri gelenlerin itaatlerini kabul etti. 6 Ramazan 922’de (3 Ekim 1516) Şam’a girdi ve ilk cuma namazını kıldığı Emeviyye Camii’nde Şâfiî kadısı imam Veliyyüddin Ferfûr tarafından “el-melikü’l-muzaffer hâdimü’l-Haremeyni’ş-şerîfeyn” unvanıyla anıldı. Ramazanın on beşinde (12 Ekim) Şam cami ve medreselerinde hediyeler ve para dağıtıldı. İki buçuk ay kadar kaldığı Şam’da idareyi tanzim etti, ayrıca itaatsizliği görülen bazı bedevî kabilelerine karşı askerî harekât düzenletti. Mısır seferinin ardından 21 Ramazan 923’te (7 Ekim 1517) tekrar Şam’a geldi. Şehrin dinî kimliğinde bugün de önemini koruyan Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin mezarının bulunduğu yerde cami, türbe, imarethâne ve zâviyeden oluşan küçük bir külliyenin yapımını başlattı ve kısa sürede tamamlanması için inşaatıyla yakından ilgilendi, vakıflar tahsis etti. Şam’da toplanan hacıların ve surre alayının Hicaz’a gidişiyle ilgili güvenlik tedbirlerine nezaret etti. Cami inşaatının tamamlanmasından ve Memlük döneminin son nâibi Canbirdi Gazâlî’yi Şam beylerbeyiliğine getirdikten kısa bir süre sonra İstanbul’a dönmek için şehirden ayrıldı (22 Şubat 1518).
Ekim 1520’de Şam önemli bir isyana sahne oldu. Şam Beylerbeyi Canbirdi Gazâlî, Yavuz Sultan Selim’in vefatını fırsat bilerek isyan etti ve özellikle Memlük beylerinin desteğini alıp Şam’da hâkimiyeti ele geçirdi. Adına hutbe okutup para bastırdı ve Emeviyye Camii’nde “el-melikü’l-eşref” unvanıyla bağımsızlığını ilân etti. Ancak ulemânın, esnafın ve meşâyihin desteğini sağlayamadı. Canbirdi Gazâlî Şah İsmâil, Dulkadırlı Şehsuvaroğlu Ali Bey, Ramazanoğlu Pîrî Bey ve Mısır Valisi Hayır Bey’e elçiler göndererek kendi safında yer almalarını temin etmeye çalışırken Ferhad Paşa kumandasında Şam’a ilerleyen Osmanlı ordusu 1521 Ocak ayının son günlerinde isyanı bastırdı. Yeni beylerbeyi Ayas Paşa da şubat sonunda görevine başladı.
Şam’ın içinde bulunduğu bölgenin Osmanlı dönemi idarî taksimatındaki durumu zaman zaman değişmiş olmakla birlikte şehir Osmanlı devri boyunca bölgenin idarî, askerî, ilmî, kültürel ve ticarî merkezi olma özelliğini sürdürdü. Bu konumu dolayısıyla Şam nüfusunun önemli bir kesimini görevliler oluşturmaktaydı. Mülkî ve askerî açıdan doğrudan İstanbul’a bağlı kalan Şam dinî ve adlî teşkilâtlanmada Hanefî mezhebi merkezli bir yapıya geçirildi. Gazâlî isyanının ardından şehre gönderilen mülkî ve askerî yöneticilerin üst düzey sivil ve askerî erkân arasından seçilmesine özen gösterildi. Bu sebeple Şam valileri içinde sadâret görevinde bulunmuş çok sayıda isme rastlamak mümkündür. Bunun yanı sıra şehrin kimliğini derinden etkileyecek önemli imar faaliyetleri gerçekleştirildi. Selimiye Camii ve Kanûnî Sultan Süleyman’ın 1554-1559 yıllarında Memlük dönemine ait Kasrü’l-ablak harabeleri civarında Mimar Sinan’a inşa ettirdiği Süleymaniye Külliyesi, sadece Osmanlı mimari üslûbunun önde gelen temsilcileri değil aynı zamanda Emeviyye Camii’nden sonra şehrin en önemli dinî merkezleri haline geldi. Lala Mustafa Paşa, Murad Paşa ve Derviş Paşa gibi güçlü Osmanlı beylerbeyilerinin de camiler, medreseler, hanlar ve kervansaraylar yaptırmaları Şam’a olan ilgiyi daha da arttırdı. Söz konusu külliye ve yapıları destekleyen zengin vakıfların kurulması buranın hızla bir Osmanlı şehrine dönüşmesine zemin hazırladı. 930’da (1524) Bâbülberîd ve Hârûniye çevresini etkileyen büyük yangının tahrip ettiği yerlerde ticaret merkezleri kuruldu ve sur dışında inşa edilen Süleymaniye Çarşısı’nın yanı sıra sur içinde yer alan Sipâhiyye Çarşısı, İpek Çarşısı, Gümrük Hanı ve Murâdiye Hanı gibi XVI. yüzyılın ikinci yarısında güçlü beylerbeyiler tarafından inşa edilen yapılar şehrin ticarî hayatını belirgin bir şekilde canlandırdı. Bu imar hareketlerine ve istikrarın sağlanmasına paralel olarak XVI. yüzyılın ikinci yarısında Kuzey Afrika, Mısır, Halep ve Anadolu başta olmak üzere birçok yerden Şam’a göçler oldu ve nüfusu arttı (Bakhit, s. 54, 115-118).
XVI. asrın son yıllarından itibaren uzun süre devam eden savaşlar ve XVII. asrın ilk yıllarındaki iç isyanlar şehri olumsuz yönde etkiledi. Bunların arasında özellikle bölgenin güvenliğini derinden sarsan Canbolatoğlu isyanı öne çıktı. Cemâziyelevvel 1015’te (Eylül 1606) Şam’ı muhasara altına alan Canbolatoğlu Ali şehrin kenar mahallelerini yağmalattı. Şam kadısı aracılığı ile büyük miktarda altın teslim edilmesinin ardından şehrin muhasarası kaldırıldı; ancak Kuyucu Murad Paşa’nın Ekim 1607’de isyanı bastırmasına kadar bölge Canbolatoğlu Ali’ye tâbi kaldı. Bu asrın Şam açısından olumsuz diğer bir özelliği de Osmanlı Devleti’nin mâruz kaldığı ciddi sıkıntıların mülkî idarede yol açtığı büyük istikrarsızlıktır. Bunun en belirgin işareti 1600-1652 yılları arasında Şam’a kırk yedi vali tayin edilmesi ve bunların görev sürelerinin dört gün ile altı yıl arasında değişmesidir (Çakar, I/2 [2003], s. 53-55).
İstanbul’da benzer bir istikrarsızlığı sona erdirmek üzere Eylül 1657’de sadârete tayin edilen Köprülü Mehmed Paşa’nın yönetimine karşı 1068’de (1658) bir ayaklanma başlatan Halep Valisi Abaza Hasan Paşa’ya Şam Valisi Tayyarzâde Ahmed Paşa’nın destek vermesi şehirde yeni gelişmelere sebep oldu. Abaza Hasan isyanı bastırılarak yerli kulu adı verilen askerlerden isyanı destekleyenler azledildi, diğer yerliler ise Şam Kalesi muhafızlığından çıkarıldı. İstanbul’dan gönderilen yeniçeriler bu tarihten itibaren kale dahil bütün şehrin güvenliğinden sorumlu tutulurken “yerliyye” adı verilen askerler hac güzergâhındaki kalelerde görevlendirilerek şehirden uzaklaştırıldı. Böylece isyan sonrasında şehrin güvenlik güçleri yeniden düzenlendi ve Şam’da yerli askerî erkânın giderek artan siyasal ve ekonomik gücü kırılmaya çalışıldı. Bu iki askerî kesim arasındaki gerginlik 1826’da yeniçeriliğin ilgasına kadar devam etti ve aralıklarla şehrin yönetimini etkileyecek boyuta ulaştı.
Şam, XVIII. yüzyılda uzun süredir ulaşamadığı yönetimde istikrara ve buna bağlı olarak ciddi imar yatırımlarına kavuştu. Uzun müddet görevde kalan beylerbeyilerin ilki olan Nasuh Paşa zamanından (1708-1714) itibaren hac emirliği vazifesi de sancak beylerinden alınıp beylerbeyine verildi. Nisan-Mayıs 1724’te Beylerbeyi Osman Paşa’nın Sayda’da bulunduğu sırada Şam’ın Sâlihiye semtinde başlayan isyan diğer mahallelere de yayıldı. İsyanla ilgili soruşturma sonucunda devlet otoritesini yeniden sağlamak üzere İsmâil Paşa el-Azm, Şam beylerbeyiliğine tayin edildi. Böylece Şam’da uzun süre devam edecek olan Azmzâdeler dönemi başladı. İstikrarla gelen ekonomik canlanmayı politik güçle birleştiren Azmzâdeler birçok medrese, köşk ve han yaptırmış olmakla birlikte 1743-1757 yılları arasında beylerbeyilik yapan Esad Paşa, Şam’da bugüne ulaşan eserleriyle öne çıkar. Esad Paşa, beylerbeyiliği döneminde özellikle Şam’ın ticarî hayatının canlanmasından faydalanarak servetini belirgin şekilde arttırdı. 1750-1751’de bugün Azm Sarayı adıyla müze olarak kullanılan köşkü ve 1752-1753’te Şam’ın en büyük hanını inşa ettirdi. Azm Sarayı, Şam’da görev yapan Osmanlı beylerbeyileri/valileri tarafından yaptırılan ve günümüze ulaşan en ihtişamlı sivil mimari eseridir.
XVIII. yüzyılda Şam yönetiminin mâruz kaldığı en önemli sıkıntılardan biri, 1757 yılına ait surre alayının bedevî saldırısına uğraması ve binlerce hacı adayının hayatını kaybetmesidir. İkincisi uzun süre devam eden istikrar, ticarî ve ekonomik canlanmanın ardından Ekim ve Kasım 1759’da meydana gelen şiddetli depremlerde Şam şehrinin ağır tahribata uğramasıdır. Bu depremde birçok binanın yıkılması yanında Emeviyye Camii de önemli ölçüde hasar gördü ve şehirde salgın hastalıklar baş gösterdi. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Şam’ı derinden etkileyen diğer bir olay ise Mısır Valisi Bulutkapan Ali Bey’e tâbi Ebü’z-Zeheb Muhammed kumandasındaki birliklerin Haziran 1771’de şehri işgal etmesidir. Osmanlı yönetiminin ve askerî birliklerin 1768’den bu yana sürmekte olan Osmanlı-Rus savaşı ile meşgul olmalarından faydalanıp şehri işgal etmeye niyetlenen Ebü’z-Zeheb Muhammed, Beylerbeyi Osman Paşa’ya gönderdiği mektupta Ali Bey tarafından Şam beylerbeyiliğine tayin edildiğini belirterek şehrin kendisine teslim edilmesini istedi. Haziranın ilk haftasında meydana gelen çatışmalarda Mîdân ve Kubaybât mahallelerinde önemli tahribat oldu. Bu arada Osman Paşa ile direnişte önemli rol oynayan bazı ileri gelenlerin şehri terketmesi üzerine kapıkulu askerlerinin savunduğu kale hariç şehir teslim oldu (8 Haziran 1771). Kaleye yapılan top atışları yakında bulunan Emeviyye Camii’nde ciddi hasara yol açtı. Kaleyi ele geçiremeyeceğini anlayan Ebü’z-Zeheb Muhammed 18 Haziran 1771’de Şam’dan ayrıldı ve bundan bir hafta sonra şehir tekrar beylerbeyi Osman Paşa’nın yönetimine girdi.
Şam altmış yıl sonra benzer bir tahribata daha uğradı. 1820’lerde meydana gelen isyanlar, savaş ve reformların devlet gelirlerini azaltması neticesinde II. Mahmud’un vergileri arttırma kararı Şam’da ciddi olaylara yol açtı. Şam halkının yeni vergi yükünü kaldıramayacağını söyleyen Vali Rauf Paşa azledildi ve yeni kararı uygulamak için Şam’a tayin edilen Selim Paşa’ya karşı 16 Eylül 1831’de isyan başladı. Günlerce süren isyan sırasında şehir büyük zarar gördü. Kalede mahsur kalan Selim Paşa da azledildi ve yerine Hacı Ali Paşa gönderildi. Bu arada Selim Paşa kaleden çıkarılarak bir konağa yerleştirildi. İsyancılar 29 Ekim’de Selim Paşa’nın bulunduğu konağı bastılar ve burayı yakıp ölümüne sebep oldular. Bâbıâli Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın bölgeyle ilgili planları olduğunu hesap ettiğinden Şam halkını daha fazla tedirgin etmemek amacıyla Selim Paşa’nın sert muamelelerinin isyana sebep olduğunu kabul edip kimsenin cezalandırılmayacağını Şam halkına duyurdu.
Aynı tarihlerde askerlikten kaçan Mısırlılar’ın iade edilmediği gerekçesiyle Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın ordusu güneyden Akkâ’ya doğru ilerlemekteydi. İbrâhim Paşa kumandasındaki Mısır ordusu, Haziran 1832’de Beylerbeyi Hacı Ali Paşa’nın şehri terketmesiyle Şam’ı direnişsiz ele geçirdi. II. Mahmud, Mayıs 1833’te Suriye’nin Mehmed Ali Paşa’nın yönetiminde kalmasını kabul etti. Nûreddin Zengî döneminde kale civarında yaptırılan dârüladl dahil birçok tarihî bina yıkılarak idarî ve askerî hizmetler için yeni binalar yapıldı. Seyfeddin Tengiz tarafından inşa edilen dârülhadis askerî okula dönüştürüldü ve idare merkezi sur dışında Kanavât adlı mevkide yaptırılan yeni konağa taşındı. 1840 yılı sonuna kadar İbrâhim Paşa yönetiminde kalacak olan Şam daha sıkı bir idareye, zorunlu askerlik ve daha da önemlisi ipek gibi yaygın olan ürünlere uygulanan tekel sistemine ve daha fazla vergiye mâruz kaldı. Yabancı konsoloslukların açılması, misyonerlik faaliyetlerinin serbest bırakılması ve nihayet müslüman-hıristiyan eşitliği ilkesinin uygulanması Şam müslümanlarını ciddi şekilde rahatsız etti.
1841’de tekrar Osmanlı merkezî yönetimine tâbi olan Şam’da İbrâhim Paşa tarafından başlatılan müslüman-gayri müslim eşitliği politikasının Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla teyit edilmesi müslümanların rahatsızlığını derinleştirdi. Bunda, XIX. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Avrupa ile gelişen ticaretin giderek gayri müslimlerin ekonomik gücünü arttırması da rol oynadı. Bu şartlarda Mayıs 1860’ta Lübnan’da Dürzîler’le Mârûnîler arasında başlayan çatışmalar temmuzda Şam’a da sıçradı. Bir hafta kadar süren çatışmalarda çoğunluğu Bâbütûmâ semti hıristiyanlarından olmak üzere yüzlerce kişi hayatını kaybetti. Cezayir’in Fransa tarafından işgalinin ardından binlerce Cezayirli ile beraber 1855’te Şam’a yerleşen Abdülkādir el-Cezâirî ve diğer müslüman ileri gelenlerin çabaları çatışmaların daha fazla uzamasını ve can kaybının artmasını engellemiş görünmektedir. Fevkalâde yetkilerle bölgeye gönderilen Hâriciye Nâzırı Fuad Paşa, başta Fransa olmak üzere Avrupa devletlerinin doğrudan müdahalesini önlemek amacıyla sert tedbirler aldı. Olaylarda sorumluluğu bulunduğu gerekçesiyle Vali Ahmed Paşa dahil 200 civarında kişi Ağustos-Eylül 1860’ta idam edildi, Şam ileri gelenlerinden bazıları sürgüne gönderildi. Olaylar sebebiyle Şam’ı terketmek isteyen hıristiyanlara engel olmak için tezkiresiz ayrılmalarına izin verilmedi. Ayrıca daha önce ayrılanların dönüşünü sağlayacak tedbirler alındı, mağdur olanlara tazminat ödendi, esnafın işini tekrar kurması için maddî yardımda bulunuldu. Şam, Osmanlı yönetimi süresince benzer bir krizle bir daha karşılaşmadı; ancak 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın olumsuz etkileri belirgin şekilde burada da görüldü. Savaşın malî ve insanî yükünü üstlenen Şam savaş sonrasında binlerce mülteciye ev sahipliği yapmak durumunda kaldı. Şehirde bazı huzursuzluklar yaşandı. Ağustos 1880’de Suriye valiliğine tayin edilen Hamdi Paşa’nın uyguladığı sıkı tedbirler ve ileri gelenlerle gerçekleştirilen yakın iş birliği sayesinde Şam sakin bir döneme girdi.
Osmanlı yönetiminin son devrinde önemli yatırımlara kavuşan Şam, 1861’de Beyrut ve 1863’te de Halep üzerinden telgraf hattıyla İstanbul’a bağlandı. İstanbul’u Şam üzerinden Mekke ile irtibatlandıran telgraf hattı anısına Merce Meydanı’na dikilen, çizimi saray mimarı Raymondo d’Aronco’ya ait olan, tepesinde Yıldız Hamidiye Camii maketi bulunan sütun Şam’daki önemli Osmanlı sembollerindendir. Şam demiryolu yatırımlarından da ciddi pay aldı. Şam-Müzeyrib hattı 1894’te, Şam-Beyrut hattı 1895’te, Şam-Hayfa hattı 1906’da ve bölgenin en uzun hattı olan Şam-Medine Hicaz demiryolu 1908’de tamamlandı. 1907’de 1442 sokak lambasıyla elektriğe kavuşan Şam’da aynı yıl hizmete giren elektrikli tramvay Sâlihiye, Merce Meydanı ve Aşağı Mîdân mahallesi arasında yolcu taşımaya başladı. 1913 yılında Merce Meydanı’ndan Cisrülebyad ve Muhâcirîn mahallesine giden ikinci hat yapıldı ve üçüncü hat Bâbütûmâ’ya kadar uzatıldı. Şam’a ilk uçak 1912’de indi (Burns, s. 257-258). 1880’lerden itibaren açılan çok sayıda mektebin yanı sıra 1984’te Esed Kütüphanesi yapılıncaya kadar Suriye Millî Kütüphanesi olarak hizmet verecek olan Zâhiriyye Kütüphanesi (1881), Şam Hamidiye Gurebâ Hastahanesi (1900), Mekteb-i Tıbbiyye-i Mülkiyye (1903) ve 1910’lu yıllarda açılan Mekteb-i Hukuk ile Şam bölgenin en gelişmiş eğitim kurumlarına kavuştu. XIX. yüzyılın son çeyreğinde Midhat Paşa, Hamidiye, Büzûriye, Merdem Bek, Hârûniye ve Miskiye çarşıları gibi bugün de Şam’ın ticarî hayatında önemini koruyan birçok çarşı inşa edildi ya da yenilendi.
Şam, Osmanlı yönetiminde kaldığı sürede belirgin bir büyümeye sahne oldu. Memlük yönetiminin son döneminde giderek zayıflayan şehir XVI. yüzyılda yapılan önemli yatırımlarla gelişme seyrine girdi. XVI. yüzyıla ait Osmanlı tahrir kayıtları şehrin iskânı ve fizikî taksimatı hakkında ayrıntılı bilgiler sağlar. Bu yüzyılda mahalle sayısı otuz altı ile otuz dokuz arasında değişmekteydi. Ayrıca hıristiyanlar, Slavlar ve yahudiler ayrı gruplar halinde kaydedilmişti. Şehrin büyüklüğü XVI. yüzyıl başında 212 hektar iken XVIII. yüzyıl sonlarına doğru 313 hektara çıktı. Osmanlılar şehri teslim aldıklarında şehrin sur dışında kalan bölgesi yaklaşık 64 hektar iken özellikle güneyde Hicaz güzergâhı üzerinde Mîdân bölgesiyle batıda vali konağı civarında Kanavât bölgesi gibi yeni semtlerin gelişmesiyle XIX. yüzyılın ortalarında 183,5 hektara ulaştı (Raymond, s. 28, 139). 1880’lerden sonra şehrin büyüme hızı çok daha yüksek oldu ve bu dönemde şehrin alanı yaklaşık % 25 daha büyüdü. Nüfus yönünden de benzer bir gelişme görülmektedir. 1500’lerde 52.000 civarında olan şehir nüfusu 1800’e doğru yaklaşık 90.000 oldu (a.g.e., s. 28-29); 1303’te (1885-86) 111.851’e, 1316’da (1898-99) 143.221’e ve 1330’da (1912) 222.624’e yükseldi (McCarthy, s. 186).
Osmanlı döneminde Şam’a ayrı bir önem verilmesini sağlayan, şehrin dinî, sosyokültürel ve ticarî hayatında çok özel bir yeri olan ve her yıl ortalama üç ay şehrin hayatına canlılık katan olay surre alayları ve hac kervanları idi. Anadolu’dan, Kafkaslar’dan, Orta Asya ve İran’ın yanı sıra Irak ve Halep’ten gelen 20.000 ile 60.000 arasında hacı adayı ramazan ayını Şam’da geçirir ve dönüşte aynı şekilde Şam’da yer alan dinî mekânları ziyaret ettikten sonra ayrılırdı. Şam’da toplanan hacı adayları arasında önemli sayıda tüccar bulunması şehrin ticarî hayatına büyük bir canlılık katardı. Sadece şehirde değil Şam, Mekke ve Medine arasında hacıların güvenliğini sağlamak Şam beylerbeyinin en önemli görevleri arasındaydı. İstanbul’dan gönderilen surre alayının Şam’a girişi, Şam’dan ayrılışı ve hacdan sonra Şam’a dönüşü yılın en gösterişli merasimlerine vesile olurdu. 1864’ten önce Hama’dan, bu tarihten sonra deniz yoluyla gönderildiği için Beyrut’tan itibaren surre alayının güvenlik sorumluluğu Şam beylerbeyiliği/valiliğine aitti. Hac kervanının Şam’a en önemli katkılarından biri de Hicaz demiryolu idi. Başlangıç istasyonu Şam’da bulunan demiryolunun 1900-1908 arasında devam eden inşası süresince şehir inşaat destek merkezi haline geldi. 1908-1913 arasında 1 milyona yakın yolcunun Hicaz demiryolunu kullandığı dikkate alınırsa bunun Şam’a önemli bir maddî katkı sağladığı tahmin edilebilir.
Şam, XIX. yüzyılın sonuna doğru II. Abdülhamid yönetimine karşı gelişen muhalefet hareketinin önemli merkezlerinden biri oldu. Valilikte ve orduda görevli bazı memur ve subayların dışında Arap kültürünü canlandırmayı amaçlayan yeni tip ulemâ, selefîler olarak adlandırılan ve önde gelen isimleri arasında Tâhir el-Cezâirî ile Cemâleddin el-Kāsımî’nin yer aldığı muhalif Araplar Şam’da etkili olmaya başladılar. Şam eşrafından Azmzâdeler ve Geylânîzâdeler de muhalefete destek verdiler. 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet ilân edildiğinde vilâyet yönetimi birkaç günlük kararsızlığın ardından özellikle ordu ve mülkiyedeki Jön Türk taraftarlarının baskısıyla meşrutiyeti duyurdu. Şam’da bulunan siyasî sürgünler serbest bırakıldı ve şehirde yaklaşık iki ay süren kutlama ve gösteriler yapıldı. Ancak Şamlılar’ın İttihat ve Terakkî yönetimine muhalefeti gecikmedi. 1910’lu yıllarda erken Arap milliyetçiliğinin ve Osmanlı hükümetine muhalefetin en önemli merkezlerinden biri yine Şam oldu. I. Dünya Savaşı sırasında Dördüncü Ordu kumandanı ve vali olarak Şam’da bulunan Cemal Paşa’nın, ayrılıkçı oldukları gerekçesiyle Ağustos 1915’te on bir ve Mayıs 1916’da yirmi bir Arap aydınını idam ettirmesi Şam halkı üzerinde derin izler bıraktı. Osmanlılar, dört yıl süren savaş şartlarının oluşturduğu zorluklara mâruz kalan Şam’dan Eylül 1918 sonunda çekildiler.
1918’den Günümüze Kadar. 1 Ekim 1918’de İngiliz ordusuna bağlı Avustralya birlikleri tarafından ele geçirilen Şam’da kısa süreli gerginlikler yaşandı. 1916 Şerîf Hüseyin isyanında yer alan ve çoğunluğu bedevîlerden oluşan Arap birliğinin kumandanı Şerîf Hüseyin’in oğlu Faysal’ın 3 Ekim 1918’de şehre gelmesiyle yeni bir zafer töreni yapıldı ve şehrin yabancılar değil Araplar tarafından ele geçirildiği görüntüsü verilmeye çalışıldı. İngiltere ile Fransa arasında varılan anlaşmalar gereği Fransa Şam’ı ele geçirmek üzere hazırlıklar yaparken Faysal bağımsız bir yönetim kurma hevesiyle çalışıyordu. Bu çerçevede Mayıs 1919’da seçimler yapıldı, Aralıkta hükümet kuruldu ve Mart 1920’de Faysal’ın krallığı altında başşehri Şam olan bağımsız Suriye Devleti ilân edildi. Nisan 1920’de San Remo Antlaşması’yla Fransa’nın manda yönetimine verilen Şam’da Fransa karşıtı gösteriler başladı. Fransızlar temmuzda Suriyeliler’i ağır bir yenilgiye uğrattıktan sonra Şam’a girerek Faysal yönetimine son verdiler (25 Temmuz 1920).
Fransız manda yönetimi Şam’da boykotlar ve ayaklanmalar arasında ciddi sıkıntılarla başladı. Önceleri pasif direniş şeklinde görülen Fransız karşıtlığı Nisan 1922’de binlerce kişinin katıldığı ve günlerce süren sokak gösterilerine dönüştü. Başlangıçta özerk bölge olarak belirlenen Şam 1924’te Halep, Hama ve Humus ile birleştirilerek merkezi Şam olan yeni bir idarî yapı oluşturuldu. Temmuz 1925’te Cebelidürûz’da çıkan isyan Şam’a da sıçradı. Fransızlar şehri havadan ve karadan bombalayarak isyanı bastırmaya çalıştı. Şehrin en önemli çarşılarından Hamidiye, Midhat Paşa, Büzûriye ve çevresi büyük tahribata mâruz kaldı. Bâbülcâbiye, Kanavât, Bâbüssırîce, Süveyka ve Mîdân mahallelerinde yüzlerce ev tamamen yıkıldı, binlercesi kullanılamaz hale geldi. Azm Sarayı ve Sinan Paşa Camii de bomba isabet eden eserlerdendi. Ayrıca Fransız yönetimini desteklemedikleri gerekçesiyle şehir eşrafından Kuvvetlî, Bekrî ve Rikâbî ailelerinin konakları yıkıldı. Büyük isyan adı verilen olaylarda en az 6000 kişinin öldürüldüğü ve 100.000 kişinin evsiz kaldığı belirtilmektedir (Khoury, Syria, s. 237). İsyan ancak 1927’de büyük askerî takviyelerle bastırılabildi.
Şam, manda yönetimi boyunca Fransa’ya karşı verilen bağımsızlık mücadelesinde çok önemli bir merkez oldu. 20 Ocak 1936’da bağımsızlık mücadelesi önderlerinin bürolarının basılmasına ve Fahrî el-Bârûdî ile Seyfeddin el-Me’mûm gibi önemli isimlerin tutuklanmasına tepki olarak Şam sokaklarında Fransa karşıtı gösteriler başladı. Ertesi gün öğrencilerin de katıldığı göstericilerden birkaç kişinin öldürülmesiyle başlayan ayaklanmalar, genel boykot ve sokak gösterileri Şam’da bir aydan fazla etkili oldu. 1939’da siyasî beklentilere cevap verilmemesi üzerine yine Şam’da ayaklanmalar ve sokak gösterileri başladı. 1939’da II. Dünya Savaşı başladığında Şam’da Fransa’ya karşı direniş güçlendi. Fransa, Şam’daki askerî varlığını güçlendirerek hâkimiyetini pekiştirmeye çalıştı. Bu durum Şamlılar’ın tepkisini arttırdı ve Ocak 1945’te Fransa karşıtı geniş çaplı ayaklanmalar meydana geldi. 29-30 Mayıs’ta Şam havadan ve karadan bombalandı, parlamento binası dahil birçok bina hasar gördü ve 400 civarında Şamlı hayatını kaybetti. Şam’da yapılan son tahribat Fransa’nın manda yönetiminin de sonunu getirdi ve İngiltere’nin müdahalesiyle Fransa 1946 ilkbaharında Şam’ı tamamen terketti.
Şam, 1958-1961’de Mısır ve Suriye’nin birleşmesiyle oluşan Birleşik Arap Cumhuriyeti devri hariç bağımsız Suriye Arap Cumhuriyeti’nin başşehri oldu. Kasım 1970 ihtilâliyle dönemin savunma bakanı ve hava kuvvetleri kumandanı olan Hâfız Esed’in iktidarı ele geçirmesine kadar siyasî istikrarsızlıklara ve askerî ihtilâllere mâruz kaldı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Şam, yoğun göç sebebiyle nüfusu hızla büyüyen ve kenar semtleri plansız gelişen bir şehir haline geldi. Savaş sonrasında 300.000’e yaklaşan nüfus 1960’ta 500.000’i geçti, 1981’de 1.112.214’ü buldu. Günümüzde ise (2009 yılı başları) nüfusun 4.500.000’i geçtiği tahmin edilmektedir. Farklı etnik ve dinî gruplardan oluşan Şam nüfusunun büyük çoğunluğu Sünnî Araplar’dan meydana gelmekle birlikte Şiîler, çeşitli mezheplere mensup hıristiyanlar ve Türkler de mevcuttur. Nüfus artışına paralel olarak eski şehirdeki yoğunlaşmanın yanı sıra Şam’ın özellikle kuzeydoğusunda ve güneyinde yeni yerleşim merkezleri ve uydu kentler kuruldu. Zira şehrin bulunduğu yerdeki topografya şartları sadece kuzeydoğuya ve güneye doğru genişlemesine elverişlidir. Son genişlemelerle şehrin kapladığı alan 100 km2’yi geçti. Şehirde geleneksel sanayi yanında (halı, ipekli ve pamuklu kumaş) cam, tekstil ve çimento sanayii de vardır.
Ülkenin en büyük ve en eski yüksek öğretim kurumu olan Şam Üniversitesi (Câmiatü Dımaşk), Osmanlı döneminde tesis edilen Mekteb-i Tıbbiyye-i Mülkiyye ve Mekteb-i Hukuk’a dayalı olarak 1923’te Suriye Üniversitesi adıyla kuruldu ve 1958’de bugünkü adını aldı. 1919’da teşkil edilen Arap İlimler Akademisi (el-Mecmau’l-ilmiyyü’l-Arabî), 1922’de kurulan Fransız Arap Araştırmaları Enstitüsü (Institut Français des Études Arabes) ve Millî Kütüphane görevini Zâhiriyye Kütüphanesi’nden 1984’te devralan Esed Kütüphanesi (Mektebetü’l-Esed el-vataniyye) Şam’ın önde gelen ilmî kuruluşlarındandır. Ulusal müze dahil olmak üzere altı müzesi ve her yıl eylül ayında düzenlenen uluslararası fuarıyla Şam bölgenin en önemli kültür merkezlerinden biri olma özelliğini korumaktadır. Ayrıca Şam 2008 Arap kültür başşehri olarak belirlendi.
BİBLİYOGRAFYA
Polonyalı Simeon’un Seyahatnâmesi: 1608-1619 (trc. H. D. Andreasyan), İstanbul 1964, s. 148-151.
Evliya Çelebi, Seyahatnâme (Dağlı), IX, tür.yer.
Naîmâ, Târih (haz. Mehmet İpşirli), Ankara 2007, IV, 1784-1824.
Selâhaddin el-Müneccid, Vülâtü Dımaşḳ fî ʿahdi’l-ʿOs̱mânî, Dımaşk 1949.
H. Laoust, Les gouverneurs de Damas sous les Mamlouks et les premiers Ottomans, Damas 1952, s. 171-248.
Abdul-Karim Rafeq, The Province of Damascus: 1723-1783, Beirut 1966.
Yûsuf el-Hakîm, Sûriyye ve’l-ʿahdü’l-ʿOs̱mânî, Beyrut 1980.
K. K. Barbir, Ottoman Rule in Damascus: 1708-1758, Princeton 1980.
M. Adnan Bakhit, The Ottoman Province of Damascus in the Sixteenth Century, Beirut 1982.
Philip S. Khoury, Urban Notables and Arab Nationalism: The Politics of Damascus, 1860-1920, Cambridge 1983.
a.mlf., Syria and the French Mandate, Princeton 1987.
J.-P. Pascual, Damas à la fin du XVIe siècle: d’après trois actes de waqf ottomans, Damas 1983.
a.mlf. – C. Establet, Familles et fortunes à Damas, Damas 1994.
L. S. Schilcher, Families in Politics: Damascene Factions and Estates of the 18th and 19th Centuries, Stuttgart 1985.
A. Raymond, Osmanlı Döneminde Arap Kentleri (trc. Ali Berktay), İstanbul 1995, tür.yer.
Franck Friès, “Tanzimat Dönemi Yönetmeliklerinin Bir Taşra Kentinin İmarı ve Yenilenmesi Üzerine Etkileri: Osmanlı İmparatorluğunun Sonunda Şam” (trc. Burçak Madran), Osmanlı Mimarlığının 7 Yüzyılı: Uluslarüstü Bir Miras (ed. Nur Akın v.dğr.), İstanbul 1999, s. 180-189.
Stefan Weber, “Bir Arap-Osmanlı Kurumunun Değişimi: 16. yy’dan 20. yy’a Kadar Şam’da Çarşı (Suq) Oluşumu” (trc. Birgül Yavuz), a.e., s. 230-237.
Ekmeleddin İhsanoğlu, Suriye’de Modern Osmanlı Sağlık Müesseseleri, Hastahaneler ve Şam Tıp Fakültesi, Ankara 1999.
W. J. Griswold, Anadolu’da Büyük İsyan: 1591-1611 (trc. Ülkün Tansel), İstanbul 2000, s. 92-93.
J. McCarthy, Population History of the Middle East and the Balkans, Istanbul 2002, s. 173-230.
Mustafa Bıyıklı, “Şam Vak’ası (1831) ve Sonuçları”, Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel v.dğr.), Ankara 2002, XII, 730-740.
R. Burns, Damascus: A History, London 2005.
Tax Farm Register of Damascus Province in the Seventeenth Century (ed. N. Yuzo v.dğr.), Tokyo 2006.
Ṣafaḥâṭ min târîḫi Dımaşḳ (haz. M. Adnân el-Bahît), London 1427/2006.
Mârî Dekrân Serikû, Dımaşḳ: Fetretü’s-sulṭân ʿAbdülḥamîd es̱-s̱ânî, Dımaşk 2008.
en-Nedvetü’d-devliyye: Dımaşḳ fi’t-târîḫ (nşr. Vizâretü’t-ta‘lîmi’l-âlî), Dımaşk 2008, I-II, tür.yer.
İbrahim Ceylan, “Yavuz Sultan Selim’in Şam’da Yaptırdığı İlk Osmanlı Vakfı ve Vakfiyesi”, SÜ İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 2, Konya 1986, s. 157-169.
Franz Babinger, “Osmanlı Şam Valileri” (trc. Necdet Öztürk), MÜTAD, sy. 8 (1997), s. 93-107.
Ş. Tufan Buzpınar, “Osmanlı Suriyesi’nde Türk Aleyhtarı İlanlar ve Bunlara Karşı Tepkiler, 1878-1881”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. 2, İstanbul 1998, s. 73-89.
a.mlf., “Ahmet Cevdet Paşa’nın Suriye Valiliği”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, sy. 9. İstanbul 2003, s. 37-52.
Enver Çakar, “XVII. Yüzyılın İlk Yarısında Şam Eyaleti”, Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Dergisi, I/2, Elazığ 2003, s. 41-60.
Mustafa Öztürk, “1675-1676 (h. 1086) Tarihli Şam Avârız-Hâne Defteri”, a.e., II/2 (2004), s. 75-93.
R. Hartmann, “Şam”, İA, XI, 305-310.
N. Elisséeff, “Dimashḳ”, EI2 (İng.), II, 286-291.
C. E. Bosworth – V. Perthes, “al-Sham”, a.e., IX, 269-277.
https://islamansiklopedisi.org.tr/sam--suriye#3-mimari
MİMARİ. Bütün Ortaçağ şehirlerinde olduğu gibi etrafı surlarla çevrilen ve yöneticilerin oturduğu bir iç kalesi bulunan Dımaşk (Şam) İslâmî dönemde külliye (imaret), cami, medrese, şifâhâne (bîmâristan), zâviye, sebil, çeşme, hamam, han ve konutlarla donatılmıştır. Emeviyye Camii ve çevresindeki birkaç yapı kalıntısı dışında günümüze ulaşan şehir dokusunun Türk dönemlerinde şekillendiği görülmektedir. A) Emevî Dönemi (661-750). İslâm mimarisinin ilk anıtsal örneği Halife I. Velîd’in yaptırdığı Emeviyye Camii’dir (bk. EMEVİYYE CAMİİ). Bu devirden zamanımıza kadar başka eser gelmemiştir. B) Selçuklu Dönemi (1076-1174). Selçuklu ve Atabegler devrinde Şam savunmasından su tesislerine, eğitim öğretimden şifâhânelere kadar her türlü sosyal ihtiyacın karşılandığı, zengin vakıfların kurulduğu mâmur bir belde olarak bilinir. Kale genişletilip surların yıkılan kısımları onarılmış, her biri anıtsal nitelikli burç ve kulelerle tahkim edilerek yeni kapılar açılmıştır. Cenûbî Burcu, Bâbüsselâm, Bâbülcâbiye, Bâbülferec ve Bâbüssagīr, Nûreddin Mahmud Zengî tarafından yaptırılıp tezyin edilmiş, medrese ağırlıklı anıtsal şehir mimarisi cami, türbe, sebil ve çeşmelerle zenginleştirilmiştir. Bu dönemin ilk yapılarından, Emînüddevle Gümüştegin’e ait 514 (1120) tarihli Emîniyye Medresesi ile Emîr Mücâhidüddin’in Sâlihiye semtinde yaptırdığı Mücâhidiyye Medresesi’nin sadece birer kapısı günümüze ulaşabilmiştir. Nûreddin Mahmud Zengî’nin 549’da (1154) kurduğu bîmâristan özgün biçimiyle zamanımıza kadar gelebilen en eski Selçuklu şifâhânesidir (bk. NÛREDDİN ZENGÎ BÎMÂRİSTANI). Yine Nûreddin Zengî’nin eseri olan Nûriyye Medresesi 567 (1172) tarihlidir. Klasik Selçuklu medreseleri planında tasarlanan yapının bir odası türbe haline getirilmiş ve Nûreddin Zengî buraya defnedilmiştir (bk. NÛREDDİN ZENGÎ KÜLLİYESİ). Anıtsal giriş kapısı ve mihrabı dışındaki kısımları yenilenen Nûriyye Dârülhadisi günümüzde çocuk yurdu olarak kullanılmaktadır. Selçuklu dönemi hamamları arasında tanınan Büzûriye semtindeki Nûreddin Zengî Hamamı son yıllarda yenilenmiştir. Selçuklu devri Şam mimarisinde avlulu-eyvanlı cami ve medrese şemaları ile yapılarda görülen iki renkli taş işçiliği Zengî üslûbu diye anılmıştır. Örtü sistemlerinde tuğla malzeme tercih edilirken giriş cephelerine mukarnas kavsaralı taçkapılar yerleştirilmiş; eyvan, mihrap, sanduka gibi mimari elemanlar soyut bitki ve geometrik motifli kompozisyonlarla bezenmiştir. Yapım kitâbeleriyle iç mimarideki süsleme kuşaklarına ve özellikle ahşap malzemelere örgülü çiçekli, kûfî ve nesih karakterli yazılar işlenmiştir.
C) Eyyûbî Dönemi (1174-1260). Selçuklular’la birlikte yaşayan ve ardından aynı kültürü devam ettiren Eyyûbîler, Haçlılar’la savaş halinde olmalarına rağmen Şam’daki imar faaliyetlerini kesintisiz sürdürmüşlerdir. Eyyûbî devri Şam mimarisinde ağırlıklı biçimde medrese-türbe veya medrese-mescid-türbe mekânlarından oluşan küçük ölçekli yapı grupları görülür. Kare planlı mekânlar tromp geçişli, yüksek sekizgen kasnaklı kubbe ile, dikdörtgen mekânlar tonozla örtülmüştür. Mimari tasarım, yapı tekniği ve süslemelerde Selçuklu üslûbu devam ettirilmiştir. Kale genişletilip sur ve burçlar onarılmış, şehirde mevcut anıtsal yapılara yenileri eklenmiştir. I. el-Melikü’l-Âdil’in 599’da (1202) kalenin kuzeydoğusuna inşa ettirdiği on iki burç ile Bâbüssagīr, Bâbütûmâ, Bâbülferâdis, Bâbüsselâm ve Bâbülcâbiye adlarıyla anılan kale kapıları Eyyûbîler zamanında yenilenmiş ve tezyin edilmiştir.
Camiler. Sâlihiye semtindeki Hanâbile Camii, 599 (1202) yılında Erbil Hükümdarı Muzafferüddin Kökböri tarafından Emeviyye Camii şeması örnek alınarak yaptırılmıştır. Enine dikdörtgen planlı, üç sahnlı harimi, mukarnas kavsaralı taş mihrabı, zengin bitki ve geometrik süslemeli ahşap minberi ve revzenli pencereleriyle dikkati çeken önemli bir eserdir. Ukaybe mahallesindeki Tevbe Mescidi, el-Melikü’l-Eşref Mûsâ tarafından 631 (1233) yılında inşa edilmiştir.
Medreseler. Sâlihiye’deki 646 (1248) tarihli Kaymeriye Bîmâristanı, Emîr Seyfeddin Yûsuf el-Kaymerî’nin eseridir. Anıtsal giriş kapısı ile eyvandaki geometrik kompozisyonlu alçı süslemeleri özgündür. Yapı günümüzde de hastahane olarak kullanılmaktadır. Adını verdiği mahallede bulunan Rükniyyetü’l-Berrâniyye Medresesi, 621-624 (1224-1227) yıllarında Eyyûbî emîrlerinden Rükneddin Menkûrs tarafından yaptırılmıştır. Küçük ölçekte ele alınan yapı, üzeri kubbe ile örtülü kare bir avlu ile önündeki mescid-dershane ve kuzeydoğusundaki türbeden oluşan dikdörtgen bir plan şemasına sahiptir. Son yıllarda restore edilerek bir de minare eklenmiştir. Medrese bugün cami şeklinde hizmet vermektedir. Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Eşref Mûsâ’nın 630 (1232-33) ve 634 (1236-37) yıllarında Sâlihiye’de dârülhadis olarak inşa ettirdiği iki medrese Eşrefiyye (Cevvâniyye ve Berrâniyye) medreseleri adıyla anılmaktadır. Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin kız kardeşi Râbia Hatun’un eseri olan Sâhibiyye Medresesi dört eyvanlı, avlulu Selçuklu medreseleri tarzında yapılmış, Râbia Hatun 643’te (1245) vefat edince medresenin türbeye dönüştürülen bir eyvanına defnedilmiştir. Aynı şekilde 640’ta (1242) vefat eden el-Melikü’l-Eşref Mûsâ’nın hanımı da inşa ettirdiği Atabekiyye Medresesi’ne bitişik türbede medfundur. Bu yapıya daha sonra kare kesitli bir minare eklenmiş ve halk arasında Atabekiyye’nin bozulmuş şekli olarak Tâbetiyye adıyla bilinen bir cami haline getirilmiştir. Ayrıca Şam’da Eyyûbî devrinde yapılmış pek çok medrese mevcuttur. Bunlardan Şâmiyye (587/1191), Ferruhşah (594/1198), Ömeriyye (603/1206), Mardîniyye (610/1213), Büyük Âdiliyye (618/1221), Küçük Âdiliyye (620/1223), Rükniyye (621-624/1224-1227), Şibliyye (623/1226’dan önce), İzziyye (626/1229), Yağmuriyye (647/1249), Kılîciyye (652/1254), Nâsıriyye (654/1256), Bâdirâiyye (655/1257), Bedriyye (XIII. yüzyıl) dikkat çeken örneklerdir. Yapıların çoğu yıkılmış, özgün özelliklerini yitirmiştir. Sağlam şekilde günümüze ulaşanların bir kısmı mesken veya iş yeri olarak kullanılmaktadır.
Türbeler. Eyyûbî dönemi türbeleri plan, mimari ve süsleme bakımından Selçuklu türbelerinin devamı niteliğindedir. Bağımsız tasarlanabildikleri gibi çoğunlukla başka bir yapının müştemilâtıdır. Kare-sekizgen gövdeler yüksek kasnaklı, çoğu dıştan sivri birer kubbe ile örtülmüştür. Düzgün kesme taşla örülen binalarda kapı ve pencere açıklıkları ile cepheler hareketlendirilirken iç mekân yeterince aydınlatılmıştır. Çoğunda taş veya alçıdan yapılmış sanduka mevcuttur. Taçkapı, mihrap ve kubbe geçişleri mukarnaslarla dolgulanmış, iç ve dış cephelere yer yer kitâbeler yerleştirilmiştir. Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Emeviyye Camii yanındaki türbesi kare planlı, üzeri kubbe örtülü, küçük ölçekli bir mimariye sahiptir. Etrafı zamanla ek binalarla sarılmıştır. İç mekânda Osmanlı devrine ait zengin çini süslemeleri mevcuttur. Daha çok Sâlihiye’de yoğunlaşan bu dönem türbelerinden Hatuniye (581/1185), Abdurrahman b. Necde (601/1204), Nazîfiyye (602/1205), Dahdâh, Sârmiye (608/1211), Esediyye (618/1221), Necmiyye, İbn Selâme (620/1223), Farantiyye (621/1224), Miskal (621/1224), İbn Zengî (Mahmûd b. Mevdûd b. Zengî; 624/1227), Kâmiliyye (635/1238), Seyyâr, Reyhân (641/1243), Genciyye (652/1254), Kaymeriyye (654/1256) türbeleriyle iki adet anonim türbe, bu dönemin başlıca anıtmezarlarıdır. Bâbüssagīr Mezarlığı’ndaki Bilâl-i Habeşî Türbesi de 625 (1228) yılında yapılmış, Osmanlı döneminde bazı kısımları yenilenmiştir.
D) Memlük Dönemi (1260-1516). Memlükler’le yeni bir boyut kazanan mimaride plan bazında Selçuklu ve Eyyûbî eserlerinin şeması tekrarlanır. Beden duvarlarını aşan mukarnaslı taçkapılar, yüksek sivri kemerli eyvanlar, çokgen gövdeli zengin süslemeli minareler, yüksek kasnaklı türbe kubbeleri ve geometrik geçme motifli çok renkli cephelerle mimari eserler daha anıtsal bir görünüş kazanmıştır. Pencere açıklıkları ile sebil ve çeşme nişlerinin yanı sıra giriş cepheleri boyunca uzanan kalın kitâbe kuşakları, bitki ve geometrik motifli süsleme şeritleri, dört köşe ve daire çerçeveli madalyonlar hemen bütün Memlük yapılarında görülen mimari ve süsleme unsurlarıdır. Renkli taş ve mermerden, mozaik süslemelerden başka çinili kaplamalara da yer verilmiştir. Cephelerde görülen arma ve kandil motifleri Memlük mimarisinin simgeleri durumundadır. Şam Kalesi’ni kuşatan surlarla burç ve kapılar Memlük devrinde tahkim edilerek renkli taş süsleme ve kitâbelerle belgelenmiştir.
Camiler. Tengiz Camii, Vali Seyfeddin Tengiz tarafından 714 (1314) yılında yaptırılmıştır. Son yıllarda yıktırılan caminin sadece giriş cephesindeki taçkapısı ile türbe ve minaresi ayaktadır. 784’te (1382) hankah olarak inşa edilen Tâvûsiyye Camii (Yûnusiyye Hankahı) 1975’te Hâfız Esed’in tamiri sırasında büyük oranda değişmiş ve cami şeklinde yeniden düzenlenmiştir. Doğuya bakan giriş cephesi iki renkli taş işçiliği, kalın kitâbe kuşağı ve mukarnas kavsaralı anıtsal taçkapısı ile günümüze ulaşmıştır. Kapı ile kavsara arasına renkli mermerden işlenmiş geometrik kompozisyonlu kare bir pano yerleştirilmiştir. Güneydoğu köşesinde beden duvarları üzerinde türbenin kubbesi yükselmektedir. Renkli mermer mozaik süslemeli mihrabı ile meşhur Aksâb Camii 721’de (1321) Nâsırüddin İbn Mencek tarafından yenilenmiştir. Verd (Barsbay) Camii, Emîr Seyfeddin Barsbay en-Nâsırî tarafından 830 (1426-27) yılında inşa edilmiş olup kare gövdeli minaresiyle meşhurdur. Barsbay 852’de (1448) vefat edince buradaki türbesine defnedilmiştir. Kale Camii’nin kare gövdeli, iri mukarnas ve geometrik süslemeli minaresi XIV. yüzyılın sonlarında yaptırılmıştır. Emîr Seyfeddin Berdebek’in eseri olan Muallak Camii (862/1457-58) büyük oranda yenilenmiştir. Nehhâsîn Camii (Nehhâsiyye Hankahı) 862 (1458) yılında Hoca Şemseddin İbnü’n-Nehhâs ed-Dımaşkī tarafından inşa edilmiştir. Burada da iki renkli muntazam taşlarla örülmüş bir giriş cephesiyle beden duvarlarından daha yüksek tutulmuş mukarnas kavsaralı taçkapı geleneği izlenmektedir. Medrese ile birlikte tasarlanan Sibâiyye Camii (921/1515) enine dikdörtgen planlı bir harimle avludan oluşmaktadır. Doğu cephesindeki anıtsal taçkapıdan girilen harim mekânı kıble duvarına paralel iki sahnlı bir şemaya sahiptir. Sarı ve siyah taşlarla örülen binanın üzeri ahşap tavanlı düz damla örtülüdür. Dikdörtgen avlunun ortasında bir havuz mevcuttur. Yelboğa Camii (Seyfeddin Yelboğa, 748/1347), Sancaktar Camii (Argun Han, 750/1349’dan önce), Mencek Camii (Emîr İbrâhim b. Seyfeddin Mencek, XIV. yüzyıl sonları), Tevrîzî (halk arasında Teyrûzî diye bilinir) Camii (Emîr Garsüddin Halîl et-Tevrîzî, 823/1420), Balaban Mescidi (825/1422), Hişâm Camii (Kadı Bedreddin, 831/1427-28), Dellâmiyye Camii (847/1443) Memlük döneminin Şam’daki önemli yapılarıdır.
Medreseler. Şam’daki Memlük medreselerini dönemin genel mimarlık anlayışı içinde değerlendirmek gerekir. Şehrin dar sokaklarına açılan düzgün kesme taşla örülmüş yüksek cepheli yapılar mukarnaslı taçkapıları, köşelerden yükselen minareleri ve türbeleriyle dikkat çeker. Girişle birlikte dörde varan eyvanlarla bazılarında iki katlı öğrenci odaları avlunun etrafına sıralanmıştır. Vakfedenin kendisine veya yakınına ait türbe ile mescid de medresenin unsurları arasında yer almıştır. Her yapıda olduğu gibi medrese avlularının ortasında havuz veya şadırvan bulunmaktadır. Zâhiriyye Medresesi (676-680/1277-1281), el-Melikü’z-Zâhir I. Baybars’ın inşasını başlattığı ve oğlu Said Nâsırüddin Bereke Han’ın (Berke Han) tamamlattığı bir eser olup sağlam taş mimarisi ve yüksek cepheleri yanında mozaik kompozisyonlu süslemeleriyle ünlüdür. Baybars medrese içindeki türbesinde yatmaktadır. Tengiziyye Medresesi (dârülhadis) 739 (1338) yılında Seyfeddin Tengiz tarafından yaptırılmıştır. Anıtsal taçkapısı ve renkli cephesiyle dikkati çeken medresede vâkıfın türbesiyle avluya açılan eyvan ve öğrenci odaları yer almaktadır. Emîr Çakmak’ın 824’te (1421) inşa ettirdiği Çakmak Medresesi, görkemli iki cephesinin yanı sıra günümüze sağlam olarak ulaşabilen iç mimarisi ve süslemeleriyle Şam’daki en güzel Memlük eserlerinden biridir. Sâbûniyye Medresesi, Şehâbeddin Ahmed es-Sâbûnî’nin eseridir. Klasik Memlük medrese şemasında planlanan 863 (1458-59) tarihli yapıya küçük bir mescidle bir de minare eklenmiştir. Çoğu bugün de öğretim hizmetlerinde kullanılan Memlük medreselerinden Hâfıziyye (648/1250), Zâhiriyye (678/1279’dan önce), Râşidiyye (768/1366), Dellâmiyye (847/1443), Şâbikliyye (857/1453), Hızıriyye (878/1473), Sibâiyye de (Emîr Sibâî, 921/1515) meşhur örnekler arasında yer alır.
Türbeler. Memlük türbeleri de çoğunlukla cami, zâviye, medrese gibi yapılarla birlikte tasarlanmıştır. İçinde bulunduğu yapının beden duvarlarından sonra sekizgene dönüşen kare mekânlar yüksek kasnaklı kubbelerle örtülmüştür. Bâbüssagīr Mezarlığı’nda birçok Memlük türbesi mevcuttur. Kalenderî Türbesi, Sultan I. Baybars zamanında Kalenderî tarikatı şeyhi için zâviye ile birlikte yaptırılmıştır. Giriş cephesinde taş üzerine işlenmiş Baybars’ın arması olan iki aslan figürü vardır. Mukarnaslı taçkapısı ve zengin alçı süslemeleriyle dikkati çeken Tikrîtî Türbesi, Vezir Takıyyüddin et-Tikrîtî (ö. 698/1298) tarafından inşa edilmiştir. Âdiliyye-i Berrâniyye Türbesi 702’de (1302) vefat eden Sultan el-Melikü’l-Âdil Ketboğa için yaptırılmıştır. Ortada taçkapı, iki yanda üstleri madalyonlarla süslenmiş pencereleri ve beden duvarları üzerinden yükselen kubbeleriyle çifte türbe olarak tasarlanmıştır. Emîr Seyfeddin Geçken adına 712’de (1313) inşa edilen Geçken (Geçkeniyye) Türbesi’nin kubbesi aslına uygun biçimde yenilenmiştir. Sultan Geylân Şemseddin Dûbâc için 714’te (1314) yaptırılan Dûbâciyye Türbesi’nin mukarnas kavsaralı taçkapısı ile süslemeli iki cephesi mevcuttur. Çifte kubbeli anıtsal bir yapı olan Muhtâr (Şeyh Hasan) Türbesi 716’da (1316) vefat eden Zâhirüddin Muhtâr adına, Bahadır Âs Türbesi 721’de (1221) vefat eden Emîr Seyfeddin Bahadır Âs, Efrîdûniyye Türbesi (743/1343) medrese ile birlikte tâcir Efrîdûn el-Acemî için, Emîr Sünbül Türbesi, Altınboğa’nın emîrlerinden Emîr Sünbül adına 827 (1424) yılında yapılmıştır. Emîr Gurlu Türbesi ile (719/1319) Emîr Ârâk Türbesi de (750/1349) taçkapıları ve zengin cephe süslemeleriyle meşhur olmuş Memlük eserleridir. 754’te (1353) ölen Emîr Ceyboğa’nın eski Hicaz yolu üzerinde yaptırdığı medrese ve türbe günümüzde müderrisinin adıyla Velî Şeybânî Türbesi diye anılmaktadır. Nûreddin Zengî Medresesi’nin arkasında bulunan ve günümüzde Nahlâvî Zâviyesi diye anılan Gökbay Türbesi, Emîr Gökbay’ın 730’da (1329-30) vefat eden kızına aittir. Reşîd (VIII./XIV. yüzyılın sonu), Ciâniyye (754/1353), Emîr Tinibek (797/1395), Ehnâiyye (816/1413) ve Balaban (836/1432) türbeleri de Memlük döneminin önemli anıtmezarlarındandır. Bunların dışında Şam’da mimari kimliğiyle günümüze tam olarak ulaşamamış veya kime ait olduğu bilinmeyen birçok Memlük türbesi bulunmaktadır.
Diğer Yapılar. Bütün kültürlerin ortak şemasını taşıyan Memlük hamamlarının en dikkat çekici özelliği çok renkli mermertaş süslemelerine sahip oluşudur. Kasaplar mahallesindeki Sultan Hamamı VII. (XIII.) yüzyıl sonlarında yaptırılmıştır. Tevrîzî Hamamı, Verd Hamamı, Zin Hamamı (799/1397) tanınmış Memlük yapılarıdır. Hazne Sebili 807’de (1404) Emîr Seyfeddin Çerkez tarafından inşa edilmiştir. Çakmak Hanı 825’te (1422) Şam nâib-i saltanası Emîr Seyfeddin Çakmak’ın eseridir. Emeviyye Camii’nin kuzey girişinde yer alan yapı Midhat Paşa Çarşısı’na dahil olmuştur. Tekke Hanı da aynı mahalde yer almaktadır.
E) Osmanlı Dönemi (1516-1918). Şam, Osmanlılar zamanında “Şâm-ı şerif” unvanı ile anılmış, şehrin imarı konusunda padişah ve valiler büyük gayret göstererek yeni eserler ortaya koymuştur. Şehir XIX. yüzyıldan itibaren sanat ve mimarlık tarihi açısından Batılılar tarafından sistematik programlarla araştırılmış, ancak bu çalışmalar Osmanlı öncesi dönemlerle sınırlı kalmıştır. Şam’da sayısal ve mimari ağırlığı olan Memlük yapıları yanında Osmanlı eserlerinin daha mütevazi ve yalın bir üslûpla şekillendirildiği görülür. İki renkli taş duvar örgüsüyle camilerin mihrabı ve kıble duvarlarında çok renkli mermer süslemeciliği gelenek halinde Osmanlı döneminde de sürdürülmüştür. Ancak bu etkileşime rağmen cephe kompozisyonları, örtü sistemi, silindirik veya çokgen gövdeli, sivri külâhlı minareleri, avlu düzeni ve son cemaat yeri formları ile Osmanlı camilerinin Ortadoğu üslûbundan çok İstanbul çizgisini yansıttığı ilk bakışta belli olmaktadır. Bazı minarelerin şerefe üstlerinde görülen güneş siperlikleri son zamanlarda yapılmıştır.
Külliyeler. Sâlihiye’de yer alan Selimiye (Şeyh Muhyiddin) Külliyesi, 924’te (1518) Yavuz Sultan Selim’in yaptırdığı Muhyiddin İbnü’l-Arabî Türbesi ile cami ve zâviyeden oluşmaktadır. Caminin güneydoğu köşesindeki türbeye merdivenle inilmektedir. Kare türbenin üzeri pandantifli kubbeyle örtülmüştür. Şeyh Muhyiddin’in sandukasının kuzeyinde ve doğusunda Osmanlı ileri gelenlerine ait sanduka ve mezar taşları bulunmaktadır. Cami-türbe-zâviye kompleksinin kuzeyinde yer alan Selimiye İmareti günümüzde tekke olarak anılmaktadır. Kanûnî Sultan Süleyman tarafından 960 (1553) yılında yenilenen yapı mutfak ve salonlardan oluşmaktadır. İmaretin batısındaki fırın günümüzde de işlevini sürdürmektedir. Süleymâniye Külliyesi bugün “Tekke Süleyman” diye anılmaktadır. Kanûnî Sultan Süleyman’ın eseri olup Mimar Sinan tarafından tasarlanarak 962-966 (1555-1559) yılları arasında inşa edilmiştir (bk. SÜLEYMANİYE KÜLLİYESİ). 976’da (1568) yaptırılan Murad Paşa Külliyesi cami, zâviye, türbe ve misafirhaneden meydana gelmektedir. Osmanlı eseri olmasına rağmen mimaride Memlük özellikleri hâkimdir. Derviş Paşa Külliyesi, Şam Valisi Derviş Paşa’nın eseri olup 982’de (1574) tamamlanmıştır. Cami, zâviye, türbe, hamam ve sebilden oluşmaktadır. Hamam dışında kalan yapılar bir arada tasarlanmıştır. Enine dikdörtgen planlı cami merkezde büyük bir kubbe, doğu ve batı kanatlarında üçer küçük kubbe ile örtülmüştür ve beş gözlü bir son cemaat yerine sahiptir. Camiye bir köprü kemerle bağlanan türbe günümüzde kütüphane olarak kullanılmaktadır. Türbe hizasında helâlar, arkasında zâviye yer almaktadır. Yapıların arasında ortası havuzlu küçük bir avlu vardır. Caminin kuzey cephesinde bir çeşme, batısında bir sebil mevcuttur. İpek Çarşısı içindeki Derviş Paşa Hamamı, çinili süslemeleri sebebiyle Hammâmü’l-Kâşânî diye anılmaktadır. Klasik şemada tasarlanmış, ancak Hamidiye Çarşısı yapılırken soğukluk bölümü dışında kalan kısımları yıkılarak yeri çarşıya dahil edilmiştir. Bâbülcâbiye yakınında yer alan Sinan Paşa Külliyesi, Vali Koca Sinan Paşa tarafından 995’te (1587) yaptırılmıştır. İki caddenin kavşağında yer alan külliyede caminin batı cephesinde bulunan taçkapı yapının en anıtsal elemanıdır. Avluda büyük bir şadırvanla bir namazgâh mevcuttur. Son cemaat yerinden geçilen harim mekânı enine dikdörtgen planlı olup üzeri merkezde büyük bir kubbe, doğu ve batı yönlerinde üçer küçük kubbe ile örtülmüştür. Caminin güneydoğusunda 999 (1590-91) yılında tamamlanan külliyenin kütüphanesi yer almaktadır. Abdülganî en-Nablusî Külliyesi, Şeyh Abdülganî en-Nablusî (ö. 1143/1731) adına inşa edilmiştir. Cami, dergâh, zâviye, tekke ve türbelerden oluşmaktadır. Torunu Mustafa en-Nablusî tarafından yaptırılan cami 1145 (1732) yılına tarihlenir. Bu külliyeler yapılış ve vakıf amaçlarına uygun şekilde kullanılmaktadır.
Camiler. Hamidiye Çarşısı içinde kalan Şemsi Ahmed Paşa Camii 960 (1553) yılında yaptırılmış, Suriye Vakıflar Bakanlığı’nca gerçekleştirilen tâdilâtta özgün özelliğini kaybetmiştir. Şam’da Osmanlı camileri arasında yer alan Şam Kalesi’nin kuzeyinde Sinan Ağa Camii (1562), Siyavuş Paşa’nın eseri Yağuşiye Camii (1617), şehrin güneyinde Küçük Ahmed Paşa tarafından yaptırılan türbesinin de yer aldığı Assâlî Camii (1635), Saruca mahallesindeki Murâdiye Camii (1696), Sefercelânî Camii (1697), Kaymeriye mahallesindeki Müftü Fethi Efendi’nin eseri olan Fethiyye Medresesi ve Camii ile (1156/1743) Sâlihiye’deki Bazne Camii (1170/1756-57) mimari ve süslemeleriyle dikkati çeken önemli yapılardır.
Medreseler. Şam’daki Osmanlı medreselerinin sayısı oldukça az olup plan ve mimari açıdan iddiasız, sade yapılardır. Büzûriye sokağında bulunan Abdullah Paşa Medresesi 1193 (1779) yılında yaptırılmıştır. Renkli taş işçiliğinin sergilendiği kuzey cephesinden bir taçkapıyla avluya geçilmektedir. Revaklı avlunun ortasında bir havuz, etrafında iki katlı odalarla güneyde eyvan biçiminde bir dershane, ilerisinde kubbeli bir mescid yer almaktadır. Yapı günümüzde ayakkabıcılar sitesi olarak kullanılmaktadır. Bâbülcâbiye civarındaki Gürcü Medresesi’nin (1005/1596-97) yalnız giriş cephesi ayakta kalmıştır. Terziler Çarşısı’ndaki Hayyâtîn Medresesi (1130/1718), Gümrük Hanı’nın batısındaki Süleyman Paşa Medresesi (1737), Fethiyye Medresesi (1156/1743), II. Abdülhamid tarafından inşa edilen İ‘dâdiyye-i Mülkiyye (Amber Mektebi) diğer Osmanlı medreseleridir. Çoğu Batılılaşma döneminde çağdaş bir anlayışla yapılan bu kuruluşlar günümüzde de hizmet vermektedir.
Türbeler. Şâgūr Berrânî caddesi üzerinde Merdem Bek Türbesi ve Sebili, Lala Mustafa Paşa sülâlesinden Merdem Bek adına yapılmıştır. Kuzey cephesinde anıtsal bir sebil nişi ve hazîre giriş kapısı yer almaktadır. İki renkli taş işçiliğinin sergilendiği türbe sekizgen planda tasarlanmış, klasik Osmanlı türbeleri tarzında şekillendirilmiştir. Şam’daki Osmanlı türbeleri, Selçuklu, Eyyûbî ve Memlük dönemlerinde ortak bir üslûpla yapılan türbelerden farklı bir mimari görünüşe sahiptir. Tekke ve mescidle birlikte ele alınan Şeyh Sa‘deddin Cebâvî Türbesi (1908) ve Şeyh Hasan Cebâvî Türbesi (XX. yüzyıl), Sa‘diyye tarikatı şeyhlerine ait makam türbeleridir. Bunlar, başlı başına mimari bir kompozisyon oluşturmaktan çok bitişiğindeki yapının özelliğine göre şekil almıştır. Bilâl-i Habeşî, Seyyide Fâtıma Suğrâ, Seyyide Esmâ, Fâris b. Hâlid gibi Ehl-i beyt ve sahâbeden bazı zatlar için Bâbülcâbiye ile Bâbüssagīr arasındaki eski mezarlıkta Osmanlı döneminde birer türbe inşa edilmiştir. Şam Mevlevîhânesi’nin mescidi son zamanlarda modern mimari anlayışıyla yenilenmiş, tekke, tevhidhâne ve derviş odaları büyük ölçüde özgün özelliğini kaybetmiştir.
Hanlar ve Çarşılar. Büzûriye Çarşısı’ndaki Esad Paşa Hanı, Azmzâde Esad Paşa tarafından 1165-1166 (1752-1753) yıllarında yaptırılmıştır. Plan ve mimarisiyle Şam’daki ticarî yapıların en görkemlisi olarak bilinir. Yapı 2002’de restore edilmiş ve müze haline getirilmiştir (bk. ESAD PAŞA HANI). Şam Valisi Derviş Paşa tarafından 981’de (1573) inşa edilen İpek Hanı, Emeviyye Camii’nin güneybatısında İpek Çarşısı içinde bulunmaktadır. Kesme taş malzeme ile örülmüş sağlam bir mimariye sahiptir. Hanın taçkapılı giriş cephesi geometrik motifli çerçevelerle bezenmiştir. Şam’daki diğer ticarî hanlarda olduğu gibi avluya açılan tonoz örtülü derin bir giriş holü yer almaktadır. Avlunun ortasında dikdörtgen bir havuz etrafında iki katlı, revaksız odalar mevcuttur. Midhat Paşa Çarşısı içindeki Süleyman Paşa Hanı 1145-1149 (1732-1736) yıllarında yaptırılmış ve Şam’daki klasik Osmanlı hanlarından daha değişik bir tasarımla ele alınmıştır. Giriş holünün iki yanında farklı plan ve büyüklükteki odalarla üst kata çıkılan merdiven yer almaktadır. Dikdörtgen avlu ortadan bir kemerle bağlanan iki büyük kubbe ile örtülmüştür. Etrafındaki tonozlu revakların arkasında iki katlı odalar bulunmaktadır. Bu ticarî yapılardan başka, Terziler Çarşısı’ndaki Çuha Hanı (960/1553), “L” biçimindeki plan düzeni ile Gümrük Hanı (XVII. yüzyıl) ve Gümrük Çarşısı, Pamuk Hanı, Zeytin Hanı, Pirinç Hanı, Silâhçılar Çarşısı’ndaki Tütün ve Sefercelânî hanları (XVIII. yüzyıl) Osmanlı döneminin önemli ticaret merkezleridir. İç kalenin bitişiğindeki Hamidiye Çarşısı şehrin kapalı çarşısı konumunda olup II. Abdülhamid tarafından inşa edilmiştir. Doğu-batı doğrultusunda uzanan çarşı, ortada üzeri çelik konstrüksiyonla örtülmüş meydanın iki yanında sıralanan iki katlı dükkânlardan oluşmaktadır. Yaklaşık 500 m. uzunluğundaki yapıda zamanla girişlere dikey olarak eklenen diğer ticarî yapılarla birlikte büyük bir alışveriş merkezi olmuştur.
Saray-Konak ve Köşkler. Şam’da dinî ve ticarî yapılar kadar saray-konak gibi konut türünden sivil yapılar da önemli bir yekün tutmaktadır. Çoğu Memlük ve Osmanlı döneminden kalan saray ve konakların yüksek duvarlarla gizlenmiş mimari ve bezemelerindeki zenginliği ancak kapıları turizme açıldıktan sonra ortaya çıkmıştır. Emeviyye Camii ile Büzûriye Çarşısı arasında bulunan ve Kasrü’l-a‘zam diye tanınan yapı 1163 (1750) yılında inşa edilmiştir. Biri büyük üç avlu etrafında toplanan ve birçok yapı grubundan oluşan saray günümüze nisbeten sağlam olarak gelmiştir. Sağ kanat selâmlık, orta bölüm haremlik, sol kanat hizmet odaları şeklinde düzenlenmiştir. Yerine göre iki ve üç katlı olarak tasarlanan yapılarda eyvanlar sekilerle yükseltilmiş, yerler renkli mermerlerle bezenmiş, duvarlar ve çoğu ahşap tavanlarda zengin kalem işi süslemeler yer almıştır. Kapı ve pencere kanatları sedef kakmalı ahşap işçiliğinin en güzel örnekleriyle bezenmiştir. Birimlere avlulardan veya birbiri içinden açılan kapılarla geçilmektedir. Avlular fıskıyeli havuzlar ve değişik süs bitkileriyle donatılmıştır. Sarayın bir bölümü günümüzde müze olarak kullanılmaktadır. Şam’da Kasrü’l-a‘zam’dan başka Şâmî Evi, Cebri Evi, Akkad Evi gibi zengin konak ve saraylar mevcuttur. Bu görkemli yapılar kadar şehirdeki her evin avlusunda veya giriş sofasında yer alan fıskıyeli bir havuzla eyvanlı mekânlar konut mimarisi için Şam’a ilginç bir karakter kazandırmaktadır. Kaynaklarda pek çok hamamdan bahsedilirse de modern şehir planlamacılığı ve ihtiyaçların evlerde giderilmeye başlaması sebepleriyle çoğu günümüze ulaşamamıştır. Önemlileri arasında Fethi Hamamı, Rifâî Hamamı, Sûkulhayyâtîn Hamamı, Hancı Hamamı, Melike Hamamı (XVIII. yüzyıl) bulunmaktadır.
Diğer Yapılar. Şam’da iklimin sıcak olması sebebiyle temizlik kadar içme suyu ihtiyacı da yeterince karşılanmış, mahalle aralarında, cadde ve sokak başlarında sebil ve çeşmeler inşa edilerek mimari görünüş zenginleştirilmiştir. “Birke” denilen sarnıç türü havuzların mimari bir özelliği yoksa da iki renkli taştan yapıları, sivri kemerli nişleriyle sebil ve çeşmeler dikkati çeker. Osmanlı Hicaz Demiryolu ağının önemli şebekelerinden biri olan Şam Tren İstasyonu, II. Abdülhamid adına inşa edilmiştir. Sembolik özelliği olan bir ana istasyon binası ile birçok atölye ve depodan oluşmaktadır. Mimari açıdan XX. yüzyıl başındaki Batılılaşma dönemi Osmanlı sanatının genel çizgilerini yansıtmaktadır. Tren istasyonu günümüzde Hicaz Demiryolu Kurumu Genel Müdürlüğü olarak kullanılmaktadır. Bir bölümü kültürel etkinliklere ayrılmış, Osmanlı lokomotif ve vagonları turizm amaçlı çayhaneler şekline dönüştürülmüştür. Merce Meydanı’nda yer alan telgraf anıtı, telgrafın Şam’dan Mekke’ye ulaştırılması anısına II. Abdülhamid tarafından armağan edilmiş ve 1905 yılında dikilmiştir. Saray mimarı Raymondo d’Aronco tarafından tasarlanan anıtta kare kaide üstünde yükselen bronz sütun üzerinde İstanbul Yıldız Camii’nin maketi yer almaktadır. Kaidenin dört cephesinde celî ta‘lik hatla yazılmış “Sultan II. Abdülhamid Han’ın armağanıdır” şeklinde kitâbeler mevcuttur. Şam, Ortadoğu ve Afrika’daki diğer şehirlere göre eski dokusunu koruyabilmiş daha bakımlı ve temiz bir şehir manzarası ortaya koymaktadır. Sur içinde ve çevresinde yoğunlaşan tarihî yerleşim alanları, cadde ve sokak biçimleri bozulmadan günümüz şartlarına uyarlanarak kullanılmaktadır. Modern mimari ve teknolojinin ürünleri görünmeye başlasa da şehrin Osmanlı dönemi çehresi henüz silinmemiştir. Özellikle II. Abdülhamid zamanında yapılan hükümet konağı, adliye sarayı, belediye binası, telgrafhâne, devlet hastahanesi, idâdî ve rüşdiye mektepleri, Hamidiye kışlası, yetim ve düşkünler yurdu, modern oteller gibi çoğu resmî bina ve geniş caddeler, Şam’a Avrupalı bir şehir görünümü kazandırmıştır.
BİBLİYOGRAFYA
J. Sauvaget, Les monuments historiques de Damas, Beyrouth 1932.
a.mlf., “Citadelle de Damas”, Syria, XI, Paris 1930, s. 59-114.
a.mlf., “Le plane antique de Damas”, a.e., XXVI (1949), s. 314-358.
a.mlf., “Les caravansérails syriens du hadjdj de Costantinople”, AI, sy. 4 (1937), s. 98-121.
a.mlf. – M. Ecochard, Les monuments ayyoubides de Damas, Paris 1938-50, I-III.
M. Ecochard – C. Coeur, Les bains de Damas, Beyrouth 1943.
E. Littmann, “Arabische Khân-Inschriften aus Syrien”, Halil Edhem Hâtıra Kitabı, Ankara 1947, I, 235-241.
K. A. C. Creswell, A Short Account of Early Muslim Architecture, Middlesex 1958, s. 115, 311, 318.
Khaled Moaz – S. Ory, Inscriptions arabes de Damas, Damas 1977.
G. Goodwin, A History of Ottoman Architecture, London 1977, tür.yer.
M. Meinecke, “Die Osmanische Architektur des 16. Jahrhunderts in Damascus”, Fifth International Congress of Turkish Art (ed. G. Fehér), Budapest 1978, s. 575-597.
M. Kürd Ali, Ḫıṭaṭü’ş-Şâm, Beyrut 1403/1983, I-VI.
Ekrem Hasan el-Ulebî, Ḫıṭaṭu Dımaşḳ, Dımaşk 1410/1989.
Kuteybe eş-Şihâbî, Esvâḳu Dımaşḳ el-ḳadîme ve müşeyyedâtühe’t-târîḫiyye, Dımaşk 1990.
a.mlf., Müşeyyedâtü Dımaşḳ ẕevâtü’l-ażriḥa ve ʿanâṣıruhe’l-cemâliyye, Dımaşk 1995.
a.mlf. – Ahmed el-Îbiş, Meʿâlimü Dımaşḳ et-târîḫiyye, Dımaşk 1996.
Abdullah Manaz, Suriye’nin Başkenti Şam’da Türk Dönemi Eserleri, Ankara 1992.
R. Burns, Monuments of Syria, London 1992, s. 72-108.
Abdülkādir er-Reyhâvî, el-ʿİmâretü’l-ʿArabiyyetü’l-İslâmiyye: Ḫaṣâʾiṣühâ ve âs̱âruhâ fî Sûriyye, Dımaşk 1999.
a.mlf., “el-Ebniyetü’l-es̱eriyye fî Dımaşḳ”, el-Ḥavliyyâtü’l-es̱eriyyetü’l-ʿArabiyyetü’s-Sûriyye, VIII-IX, Damas 1958-59, s. 67-74.
a.mlf., “el-Medresetü’l-Çakmâkiyye”, a.e., X (1960), s. 69-87.
M. van Berchem, “Inscriptions arabes de Syrie”, Mémoires présentés à l’institut égyptien, III/5, Le Caire 1897, s. 417-520.
E. Herzfeld, “Damascus: Studies in Architecture”, AI, sy. 9 (1942), s. 1-53; sy. 10 (1943), s. 13-70; sy. 11-12 (1946), s. 1-71; sy. 13-14 (1948), s. 118-138.
N. Elisséeff, “Les monuments de Nur ad-Din”, BEO, XIII (1949-51), s. 5-43.
Semavi Eyice, “İstanbul-Şam-Bağdat Yolu Üzerindeki Mimarî Eserler”, TD, IX/13 (1958), s. 81-110.
J. de Maussion, “Note sur les bains de Damas”, BEO, XVII (1962), s. 121-132.
Y. Sauvan, “Une liste de fondations pieuses (waqfiyya) au temps de Selim II”, a.e., XXVIII (1975), s. 231-258.
A. Raymond, “Les grands waqfs et l’organisation de l’espace urbain à l’époque ottomane (XVI-XVII. siècles)”, a.e., XXXI (1979), s. 113-128.
T. Miura, “The Sâlihiyya Quarter in the Suburbs of Damascus: Its Formation, Structure and Transformation in the Ayyubid and Mamluk Arabe”, a.e., XLVII (1995), s. 129-182.
B. Marino, “Les territoires des villes dans la Syrie ottomane (XVI.-XVIII. siècles)”, a.e., LII (2000), s. 263-278.
R. Hartmann, “Şam”, İA, XI, 298-310.