- 1/2Müellif: OSMAN AYDINLIBölüme GitGrek tarihlerinde Maracanda, Çin vekāyi‘nâmelerinde K’ang ve Hsi-wan-chin adlarıyla geçer. Semerkant adı, şehrin nisbet edildiği şahsın ismi Semer ile...
- 2/2Müellif: YAŞAR ÇORUHLUBölüme GitMİMARİ. Semerkant’ın en erken yerleşilen kısmı olan Efrâsiyâb surlar içinde tahkim edilmiş kale tipi bir yerleşmedir. Şehrin daha yeni olan kısmı ise ...
https://islamansiklopedisi.org.tr/semerkant#1
Grek tarihlerinde Maracanda, Çin vekāyi‘nâmelerinde K’ang ve Hsi-wan-chin adlarıyla geçer. Semerkant adı, şehrin nisbet edildiği şahsın ismi Semer ile Soğdca’da “şehir” veya “yerleşim birimi” anlamındaki kent/kant kelimesinden meydana gelir. Şehir, ilk olarak Zerefşân (Soğd) nehrinin güney kıyısında vadiye hâkim yüksek bir mevkide kurulmuş olup (İstahrî, s. 316; İbn Havkal, s. 492) günümüze ulaşan harabelerine Efrâsiyâb adı verilmektedir. Cengiz Han’ın 617’de (1220) Semerkant’ı tahrip etmesinden sonra daha güneyde bugünkü modern Semerkant’ın bulunduğu bölgede yeni bir şehir kurulmuştur. Özbekistan Cumhuriyeti’nin orta kesiminde yer alan ve aynı isimli idarî birimin (oblast) merkezi olan Semerkant şehri ilk dönemlerde bütün Mâverâünnehir’in, ardından Soğd (Sogdiana) bölgesinin yönetim merkezi olmuştur. Semerkant, Zerefşân nehri ve bu nehirden beslenen kanallar sayesinde şiddetli yaz sıcağı ve kuraklıktan pek etkilenmeyen nâdir şehirlerdendir. İslâm coğrafyacılarının tavsifine göre akarsuları, yemyeşil bitki örtüsü ve tertemiz havasıyla sıhhatli bir yaşama son derece müsait ve tabii görünümü en güzel şehirlerden biridir. Seyyahların cennete benzettikleri bir mevkide bulunmaktadır.
Şehrin tesisi hakkında kaynaklarda çok farklı rivayetler yer almaktadır. XX. yüzyılda bölgede yapılan arkeolojik kazılardaki bulgularla bu rivayetlerin birlikte değerlendirilmesinden şehrin milâttan önce 535 yılında Pers Hükümdarı Büyük Cyrus tarafından ileri bir karakol olarak kurulduğu ortaya çıkmıştır. Semerkant’ın kalıntılarına adı verilen efsanevî Türk hükümdarı Efrâsiyâb’ın (Alp Er Tonga) bu tarihten yaklaşık iki yüzyıl önce Semerkant hâkimiyetiyle ilgili rivayetler, şehri değil şehrin kurulduğu bölgeyi egemenlik altına alması olarak anlaşılmalıdır. Arkeolojik bulgular Semerkant’ın Persler döneminde 218,5 hektarlık bir alanı kapladığını ortaya koymuştur (Aleskerov, s. 27-28). Buradan Semerkant’ın o dönemde Orta Asya’nın, hatta dünyanın en büyük şehirlerinden biri olduğu belli olur. Milâttan önce 329 yılında Semerkant’ı Persler’den alan Büyük İskender kendisine karşı ayaklanmayı bahane ederek şehri yakıp yıktı. Ancak Semerkant’ın dışarıdan gelecek saldırılar için iyi bir istihkâm olacağını düşünüp etrafını büyük bir surla çevirdi (Yâkūt, III, 247). Soğd-Baktria satraplığına bağlanan şehir kumandanlar arasında yapılan savaşlar sırasında Seleucos’un (Selevkos) eline geçti (yaklaşık m.ö. 312). Semerkant milâttan önce 189 yılında Grek-Baktria Krallığı’nın hükmü altına girdiyse de Grekler şehirde küçük bir idareci sınıf olarak kaldı. Hâkim dilin Soğdca olduğu şehirde nüfusun çoğunluğunu İran menşeli Soğdlar ve Saka Türkleri oluşturuyordu (McGovern, s. 69-70). Ardından Semerkant önce Yüe-çi Türkleri’nin, milâttan önce I. asırda K’ang-chü Türkleri’nin eline geçti. K’ang-chüler savaşlarda tahrip olan şehri yeniden imar ettiler ve eski ihtişamlı günlerine dönmesini sağladılar (Law, s. 68). Semerkant’ı başşehir edinen K’ang-chüler milâttan sonra I. yüzyılın ilk yarısında önce Hsiungnular’ın, ardından Kuşanlar’ın hâkimiyeti altına girdiler. Milâttan sonra III. yüzyılın ikinci yarısında tekrar bağımsızlıklarını kazandılar.
Semerkant’ın 300 yılı civarında Himyerîler’in eline geçtiğine dair bazı rivayetler vardır. 375 yılı civarında şehri ele geçiren Akhunlar, K’ang-chü kralını öldürüp yaklaşık altmış yetmiş yıl şehirde hüküm sürdüler. V. asrın ortalarına doğru Semerkant’ı hâkimiyetleri altına alan Eftalitler, vergi almakla yetinip Mâverâünnehir’in idaresini K’ang-chü hânedanına bıraktılar. 562’de Semerkant’ı ele geçiren Göktürkler, iyi birer tüccar olan ve çevre ülkeleri tanıyan Semerkantlılar’ı elçilik heyetlerinde görevlendirdiler. 659’da Batı Göktürk Devleti’nin yıkılmasının ardından şehir Çinliler’in hâkimiyeti altına girdi. Bu dönemde idarî merkezi Semerkant olan Soğd Yabguluğu sözde Çin’e bağlı olmakla birlikte neredeyse tam bağımsız durumdaydı; ayrıca Türk nüfuzunun kuvvetli etkileri de görülüyordu. Çin’den (İpek yolu), Türk ülkeleri, Hindistan ve Afganistan’dan (Baharat yolu), Merv ve Buhara üzerinden, İran’dan gelen çok önemli ticaret yollarının kesişme noktası olan mükemmel bir coğrafyada yer alması Semerkant’ın önemli bir kültür ve ticaret merkezi olmasını sağladı.
Emevîler’in Horasan valisi Saîd b. Osman 56 (676) yılında Semerkant üzerine bir sefer düzenledi. Semerkant Kralı Tarhûn’un müslümanlara vergi ödemeyi ve rehineler vermeyi kabul etmesi karşılığında barış yapıldı (Belâzürî, s. 579). Kuşatma sırasında şehid düşenler arasında Hz. Peygamber’in amcası Abbas’ın oğlu Kusem’in de bulunduğu rivayet edilir. Nitekim Semerkant’ta Kusem’e ait olduğuna inanılan bir mezar bulunmaktadır. Tarhûn’un anlaşmayı bozması üzerine itaatten ayrılan Semerkant 61’de (680) Selm b. Ziyâd tarafından ikinci defa fethedildi. Bununla birlikte Emevîler, Semerkant ve Soğd hâkimiyetini sağlamakta zorlandılar. II. Göktürk Devleti Kağanı Kapağan gönderdiği ordularla Semerkant ve çevresini kendine bağladı (701). Ancak bu uzun sürmedi ve Semerkant Emevîler’in Horasan valisi Kuteybe b. Müslim tarafından altı yıl süren şiddetli ve kanlı savaşların ardından kesin biçimde fethedildi (93/711). Kuteybe yaptığı anlaşma ile Semerkantlılar’ı vergiye bağladı ve şehirde bir cami inşa ettirdi. Şehir dışındaki Ferenkes’te ikamete mecbur ettiği Gûrek’i yerli halkın temsilcisi olarak görevinde bırakırken arkadaşlarından birini Semerkant valiliğine tayin ederek onun emrine verdiği askerî birliği şehre yerleştirdi. Bundan itibaren Semerkant, Mâverâünnehir’deki diğer bölgelerin fethinde önemli bir üs halinde kullanıldı.
Ömer b. Abdülazîz’in görevlendirdiği tebliğ heyetlerinin çalışmaları sonucu Semerkant ve çevresinde çok sayıda kişi İslâm’a girdi (a.g.e., s. 599). Kuteybe zamanında Soğdlu askerlerden kurulmuş olan 30.000 kişilik birlikler İslâm ordusu içinde önemli bir yer edindi (Taberî, VI, 559-561). Ancak kısa bir süre sonra Horasan ve Semerkant’a gönderilen valilerin sert tutumu ve mevâlîden cizye alma uygulamasının tekrar başlatılması (Belâzürî, s. 602) gibi sebeplerle Semerkant ve çevresinde yaklaşık on yıl sürecek (102-112/721-731) ayaklanmalar ve kanlı savaşlar dönemi başladı. 102’de (721) Soğd halkına yardım bahanesiyle gelen Türgişler, Soğd kuvvetleriyle birleşerek Semerkant ve Debûsiye dışında bütün bölgeyi ele geçirip Semerkant’ı kuşatma altına aldılar (110/728). İki yıl sonra Horasan Valisi Cüneyd el-Mürrî şehri muhasaradan kurtardıysa da Semerkant 117’de (735) Hâris b. Süreyc ayaklanması sırasında Türgişler’in de yardımı ile Gûrek’in eline geçti ve şehirdeki İslâm garnizonu yok edildi. Ancak 120 (738) yılında Türgiş Hakanı Su-lu ve Soğd İhşîdi Gûrek’in ardı ardına ölümleri Emevîler’in işini kolaylaştırdı. Horasan valiliğine getirilen Nasr b. Seyyâr başarılı siyasetiyle Soğd bölgesi ve merkezi Semerkant’ta hâkimiyeti güçlendirmeyi başardı.
Abbâsîler döneminde 159’da (775-76) ortaya çıkan Mukanna‘ el-Horasânî taraftarı Mübeyyiza’nın isyanları dört yıl devam etti. 190’da (805-806) başlayan ve Abbâsîler’in bölgede hâkimiyetini sarsan Râfi‘ b. Leys isyanı da dört yıl sonra bastırılabildi (194/810). Halife Me’mûn, bu isyanın bastırılmasında büyük yararlıklar gösteren Sâmânî ailesinden Nûh b. Esed’i 204 (819) yılında Semerkant, diğer üç kardeşini de Mâverâünnehir’deki diğer vilâyetlere vali tayin etti. Horasan’da hüküm süren Tâhirîler’e tâbi olan Nûh b. Esed ve kardeşleri, Ya‘kūb b. Leys’in 259’da (873) Tâhirîler’e son vermesinin ardından Saffârîler’e bağlandı. Halife Mu‘temid-Alellah’ın iki yıl sonra bir menşurla bütün Mâverâünnehir’i Nasr b. Ahmed’e verdiğini bildirmesinin ardından Sâmânîler müstakil bir devlet haline geldi (261/874-75). Nasr b. Ahmed’in 279 (892) yılında ölümünden sonra küçük kardeşi İsmâil b. Ahmed başşehrini Buhara’ya taşıdıysa da Semerkant gerek nüfus yoğunluğu gerekse medenî ve iktisadî unsurlar açısından bölgedeki merkezî şehir olma konumunu muhafaza etti (Barthold, Four Studies, I, 14). Sâmânîler’in yıkılışına kadar Semerkant valilerinin merkez Buhara’ya karşı hâkimiyet mücadelesine giriştikleri görülmektedir (Aydınlı, s. 307-311). Sâmânîler devrinde Semerkant ilmî, kültürel ve ekonomik açıdan İslâm dünyasının en önemli merkezlerinden biri haline geldi. İstahrî ve İbn Havkal, şehrin varoşlar (rabaz), asıl şehir (şehristan) ve kale (kuhendiz) şeklinde üç bölümden oluştuğunu söyleyip bu üç bölüm hakkında geniş bilgi vermişlerdir (Mesâlik, s. 316-318; Ṣûretü’l-arż, s. 492-494).
Orta Asya ticaret yolları üzerindeki önemli merkezlerden biri olan, İbn Havkal’in Mâverâünnehir’in limanı dediği Semerkant (Ṣûretü’l-arż, s. 494) dünyanın her tarafından gelen tüccarlar ve getirdikleri mallarla dolup taşardı. Semerkant ve civarında yaşayan Soğdlular, VI-VIII. yüzyıllarda İpek yolu ticaretini neredeyse tekellerine alarak bu yolun pek çok güzergâhında ticaret kolonileri kurmuşlardı. Özellikle kâğıdı ile meşhur olup İslâm toprakları üzerinde en kaliteli kâğıt orada üretiliyordu (Makdisî, s. 256). Ayrıca ipek, yün kumaş ve dokumaları ile de meşhurdu.
Sâmânîler döneminde bir süre başşehir olan Semerkant’ta çok sayıda büyük âlim yetişmiştir. Necmeddin en-Nesefî, el-Ḳand fî ẕikri ʿulemâʾi Semerḳand isimli eserinde 1000’den fazla Semerkantlı âlimi tanıtmıştır. Meşhur muhaddis Abdullah b. Abdurrahman ed-Dârimî, Şâfiî fıkhının öncülerinden İbn Hibbân, yine meşhur fakihlerden Ebü’l-Leys es-Semerkandî ve adını doğup büyüdüğü Semerkant’ın Mâtürid mahallesinden alan kelâmcı İmam Mâtürîdî bunların başında gelmektedir. Târîḫu Semerḳand yazarı Abdurrahman b. Muhammed el-İdrîsî, Alâeddin es-Semerkandî, Çehâr Maḳāle müellifi Nizâmî-i Arûzî, Rükneddin el-Âmidî, Nakşibendî şeyhi Nizâmeddin Hâmûş, Uluğ Bey, Şehâbeddin İbn Arabşah ve Ali Kuşçu çeşitli dönemlerde Semerkant’ta yaşamış meşhurlardan bazılarıdır.
Semerkant’ta nüfusun çoğunluğunu Doğu İranlı Soğdlular oluşturuyordu. Nüfus bakımından ikinci sırada Türkler ve onların ardından Araplar geliyordu. Müslümanların fethinden önce Budizm, Zerdüştîlik, Maniheizm ve Hıristiyanlık gibi dinler yaygındı. Bununla birlikte Kuteybe b. Müslim’in şehri fethi sırasında halkın çoğunluğunu Zerdüştler teşkil ediyordu. Semerkant ve çevresinde azımsanmayacak miktarda yahudi ve hıristiyan vardı. IX. yüzyılda Semerkant’ta bir Nestûrî başpiskoposluğu bulunmaktaydı.
382 (992) yılında Karahanlı Harun Buğra Han kısa bir süre Semerkant’ı ele geçirdiyse de Sâmânî Hükümdarı II. Nûh şehri geri almayı başardı. Semerkant 389’da (999) tekrar Karahanlılar’ın eline geçti. V. (XI.) yüzyılın ilk yarısında hânedan mensuplarının mücadelelerine sahne olan şehir devletin 1046’da ikiye bölünmesi sırasında Batı Karahanlılar’da kaldı. 1052’de tahta oturan Böri Tegin Ebû İshak İbrâhim b. Nasr (Tamgaç Han), Semerkant’ı Batı Karahanlı Devleti’nin başşehri yaptı. 467 (1074) ve 482’de (1089) Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah tarafından hâkimiyet altına alınan Semerkant XIII. yüzyılın başlarında Hârizmşahlar’ın egemenliği altına girdi. Semerkant’ı devletinin başşehri yapan Hârizmşah Alâeddin Muhammed b. Tekiş, Moğol Hükümdarı Cengiz Han’ın önünde tutunamadı. Buhara’dan sonra Semerkant üzerine yürüyen Cengiz Han kuşatmanın dördüncü günü teslim olmak zorunda kalan şehri tahrip etti (Muharrem 617 / Mart 1220). Direnenlerin tamamı katledilirken halkın önemli bir kısmı şehirden sürüldü. Semerkant bir asırdan fazla bir süre bu tahribatın izlerini silemedi. 1350 yılında şehri ziyaret eden İbn Battûta harabeler arasında ancak az miktarda meskûn ev gördüğünü ve şehri çevreleyen surun neredeyse yok olduğunu kaydeder (er-Riḥle, I, 420).
VIII. (XIV.) yüzyılın son çeyreğine kadar Moğol hanlarının mücadelesi yüzünden sıkıntılı bir dönem yaşayan Semerkant’ın yeniden imarı ve ikinci parlak dönemi, Mâverâünnehir’i hâkimiyeti altına alan Timur’un Semerkant’ı kendisine başşehir yapması ve çeşitli bölgelerden âlim ve sanatkârları burada toplaması ile başladı (771/1369). Günümüze ulaşan tarihî yapılar daha çok Timur ve torunlarının eserleridir. 808’de (1405) Semerkant’a gelen İspanyol elçisi Clavijo seyahatnâmesinde şehirdeki sarayları, bahçeleri, âbidevî yapıları geniş bir şekilde anlatmıştır (Timur Devrinde, s. 136-184). Uluğ Bey tarafından yaptırılan Çihilsütun adlı sarayla meşhur rasathâne bu dönemin en önemli eserleri arasındadır. 1497, 1501 ve 1511 yıllarında belirli sürelerle şehre hâkim olan Bâbür, hâtıratında Semerkant’ın o zamanki ihtişamını ve yapılarını tasvir etmiştir (Baburnâme, s. 68-75).
1500’de Özbek Hükümdarı Şeybânî Han tarafından ele geçirilen Semerkant, 1868 yılına kadar Özbek hanlarının idaresi altında kaldı. Ülkeyi Buhara’dan yöneten Özbekler daha çok başşehirlerinin imarı ve gelişmesine önem verdiler. Semerkant bu yüzden ihmal edildi ve Buhara’nın gölgesinde kaldı. Mâverâünnehir topraklarında ilerleyen Ruslar 14 Mayıs 1868’de Semerkant’ı zaptederek Türkistan genel yönetim bölgesine dahil ettiler. 1871’den itibaren Timur’un inşa ettiği şehrin batısında yeni bir şehir yükseldi. Şehir daha sonra Hazar denizi ötesi demiryoluna bağlanınca bir yol kavşağı olarak yeniden eski canlılığına kavuşmaya başladı. 1924-1930 yılları arasında Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin başşehri olan Semerkant’ın 1900’de 58.000, 1939’da 134.350, 1989’da 367.000, 2001’de 361.339 olan nüfusu 2008’de 353.000 olarak tahmin edilmektedir. Bugün Semerkant, 1 Eylül 1991’de bağımsızlığını ilân eden Özbekistan Cumhuriyeti’nin on iki oblastından birinin merkezi olup ekonomisi büyük ölçüde çevresindeki tarıma dayanır, sanayi de gelişmiştir. Zerefşân vadisinin sulanabilen kesimlerinde daha çok pamuk ekilir; bunun yanında buğday, çeşitli meyveler, üzüm, tütün ve pirinç yetiştirilir. İpek böcekçiliği de gelişmiştir. Hafif sanayi kuruluşları yönetim merkezi Semerkant’ta toplanmıştır. Dokumacılık, meyve ve sebze konserveciliği, traktör ve otomobil parçaları imâlatı başlıca sanayi kuruluşlarıdır. Ayrıca halısı ve seramiğiyle de ünlüdür. Nüfusun dörtte üçünden fazlasını Özbekler, diğer bölümünü Ruslar, Tatarlar ve Tacikler oluşturur.
BİBLİYOGRAFYA
İbn Hişâm, Kitâbü’t-Tîcân fî mülûki Ḥimyer, San‘a, ts. (Merkezü’d-dirâsât ve’l-buhûs), s. 232-233.
Belâzürî, Fütûḥu’l-büldân (nşr. Abdullah Enîs et-Tabbâ‘ – Ömer Enîs et-Tabbâ‘), Beyrut 1407/1987, s. 578-580, 592, 599, 600, 602.
Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), I, 95-97; V, 306; VI, 436-437, 473-477, 559-561, 567-568; VII, 54-55, 59, 64, 76-80, 125, 174-175; VIII, 366-372, 375.
İstahrî, Mesâlik (de Goeje), s. 316-318, 323, 342.
Nerşahî, Târîḫu Buḫârâ (trc. Emîn Abdülmecîd Bedevî – Nasrullah Mübeşşir et-Tırâzî), Kahire 1385/1965, s. 65-68, 71, 87, 105-127.
İbn Havkal, Ṣûretü’l-arż, s. 492-496.
Makdisî, Aḥsenü’t-teḳāsîm, s. 222, 256.
Bekrî, el-Mesâlik, I, 465.
Necmeddin en-Nesefî, el-Ḳand fî ẕikri ʿulemâʾi Semerḳand (nşr. Nazâr Muhammed el-Fâryâbî), Riyad 1412/1991, s. 134, 187-188, 225, 510.
Sem‘ânî, el-Ensâb (Bârûdî), I, 161, 240, 242; V, 155.
Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân, III, 246-248.
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 512-513; IV, 542-543, 571-574; V, 60-61; VI, 222-225, 229, 279; IX, 102-103, 145-146; XII, 367-368.
Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî, Âs̱ârü’l-bilâd, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 535-536.
İbn Battûta, Tuḥfetü’n-nüẓẓâr, I, 420-421.
Clavijo, Timur Devrinde Semerkand’a Seyahat (trc. Ömer Rıza Doğrul), İstanbul 1975, s. 136-184.
Bâbür, Baburnâme (nşr. Reşit Rahmeti Arat), Ankara 2000, s. 68-75.
Ebû Tâhir Semerkandî, Semeriyye (nşr. Îrec Efşâr), Tahran 1343 hş., s. 25-27.
G. le Strange, The Lands of the Eastern Caliphate, Cambridge 1905, s. 463-464.
H. A. R. Gibb, Orta Asyada Arap Fütuhatı (trc. M. Hakkı), İstanbul 1930, s. 39, 46-48, 51, 58, 66-67, 71.
W. M. McGovern, The Early Empires of Central Asia, North Carolina 1939, s. 69-70.
V. V. Barthold, Four Studies on the History of Central Asia (trc. V. Minorsky – T. Minorsky), Leiden 1962, I, 14.
a.mlf., Moğol İstilâsına Kadar Türkistan (haz. Hakkı Dursun Yıldız), Ankara 1990, s. 86-101, 127-144, 224-225.
J. Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1963, s. 217-219.
J. N. Aleskerov, Samarkand, Taşkent 1967, s. 27-28.
Osman Aydınlı, Fethinden Sâmânîler’in Yıkılışına Kadar (93-389/711-999) Semerkant Tarihi (doktora tezi, 2001), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü.
D. A. Law, From Samaria to Samarkand, Lanham 1992, s. 1-3, 7-10, 18-20, 57, 68.
H. Ahmet Özdemir, Moğol İstîlâsı ve Abbâsî Devleti’nin Yıkılışı: Cengiz ve Hülâgû Dönemleri, 616-656/1219-1258, İstanbul 2005, s. 167-171.
Zeki Velidi Togan, “Peygamberin Zamanında Şarki ve Garbi Türkistanı Ziyaret Eden Çinli Budist Rahibi Hüen-Çang’ın Bu Ülkelerin Siyasî ve Dinî Hayatına Ait Kayıtları”, İTED, IV/1-2 (1964), s. 37, 40, 61-64.
H. H. Schaeder, “Semerkand”, İA, X, 468-471.
a.mlf. – [C. E. Bosworth], “Samarḳand”, EI2 (İng.), VIII, 1031-1034.
https://islamansiklopedisi.org.tr/semerkant#2-mimari
Semerkant’ta kısmen Orta Asya özelliği kazanmış Arap İslâm mimarisine ait ilk imar faaliyetleri Horasan Valisi Kuteybe b. Müslim zamanında gerçekleşmiştir. Şehrin hâkimiyle yapılan antlaşmada cuma camii inşa edilmesi maddesi de vardı. Söz konusu tarihte şehir Araplar tarafından alındığında buradaki âteşkedeler ve Budist tapınakları tahrip edilmişti. Araplar’dan sonra Orta Asya’nın doğu kesimiyle beraber Özbekistan’a hâkim olan Türk hânedanı Karahanlılar dönemine ait Semerkant’ta Şâh-ı Zinde mezarlık alanında bulunan XI-XII. yüzyıllara ait türbelerin izleri tesbit edilmiştir. Ayrıca N. B. Nemzova tarafından 1969, 1972 yıllarında kazıları yapılan ve Tamgaç Han tarafından 458’de (1066) inşa ettirilmiş tuğladan dört eyvanlı bir avluya sahip olduğu anlaşılan bir medresenin kalıntıları burada açığa çıkarılmıştır.
Şehirde Türk-İslâm mimarisinde Timurlular önemli varlık göstermiştir. Bugün sadece belirli bölümleri ayakta duran Semerkant’taki Bîbî Hanım (Bîbî Hatun) Camii, Timurlu ihtişamını yansıtan tipik bir örnektir. Aslında Timur’un cuma camii olan bu yapı 1399-1405 yılları arasında inşa edilmiştir. Yapı, Timurlu mimarisine has dışa doğru taşkın büyük kemerli girişin yer aldığı ve daha içeride mermer ikinci bir taçkapının bulunduğu, özgün şekli dikdörtgen biçiminde, dört eyvanlı, avlulu, tuğladan yapılmış muhteşem bir eserdir. Eyvanları bağlayan kısımların küçük kubbelerle kaplı olduğu düşünülmektedir. Yapının en önemli kısmı olan kıble tarafındaki eyvanlı-kubbeli mekân ve diğer eyvan bölümleri günümüze kadar gelmiştir. Mevcut kubbeleri yine Timurlular’a özgü yüksek kasnaklı, oldukça sivri dilimli ve fîrûze sırlı tuğlalarla kaplıdır. Bu kubbeler İslâm öncesi Orta Asya’sının lotus kubbelerini örnek alan, ancak bazı sanat tarihçilerinin soğan kubbe diye andıkları sivri kubbelerdendir (bk. BÎBÎ HANIM CAMİİ).
Timur’un torunu Muhammed Sultan Mirza için inşa edilen, ardından Timur’un kendisinin de gömülmesinden dolayı onun adıyla anılan Gûr-ı Emîr de Semerkant’taki Timurlu şaheserlerindendir. Bir tarafında medrese, diğer tarafında mescid ve hankahın yer aldığı avlunun gerisinde dıştan sekizgen, içten kare şeklinde inşa edilmiş mumyalık-cenazelik katı da bulunan yapı çini ile kaplanmış dilimli kubbesiyle Semerkant şehrinin simgelerinden biridir (bk. GÛR-ı EMÎR).
Çoğunluğu XIV-XV. yüzyıllardan kalma olan Şâh-ı Zinde Mezarlığı’ndaki yapılar ve bilhassa türbeler de bu dönemin önemli eserlerindendir (bk. ŞÂH-ı ZİNDE). Uluğ Bey’in yaptırdığı bir taçkapı (dervâze, 1434) vasıtasıyla girilen, içinde sahâbî Kusem b. Abbas’ın türbesinin (1335) yer aldığı inişli çıkışlı bir yolun iki tarafındaki bu anıtlar özellikle çok renkli sır ve mozaik çini tekniğinin kullanıldığı süslemeleriyle dikkati çeker. Mezar anıtlarının çoğunluğu dörtgen planlı olup sadece bir tanesi sekizgendir. Buradaki binalar Uluğ Bey’in yaptırdığı taçkapıdan itibaren şu şekilde sıralanabilir: Yolun solunda Usta Sâdık (mimar) ismiyle anılan bir kışlık ve bir yazlık mescid (1910), sağında ise Devlet Kuş Bigi Medresesi (1813) vardır. Yolun az yukarısında merdivenlerin başlangıcında solda Kadızâde-i Rûmî’nin türbesi (yaklaşık 1430) bulunur. Daha yukarıda yolun solunda yan yana Şâd-ı Mülk Akā (Türkân Akā) (1372) ve Emîrzâde (1386) türbeleriyle bunların karşı tarafında Emîr Hüseyin (1376) ve Şîrin Bike Akā’nın (1385) türbeleri vardır. Az ileride yolun sağındaki çokgen türbe ise muhtemelen Aştek Türbesi’dir. Sağa doğru hafifçe bükülen yolda ileride solda tek başına duran kare kubbeli türbe Usta Ali (?) Türbesi’dir. Daha ileride solda Karahanlı devrinden kalma medresenin içinde kime ait olduğu bilinmeyen bir türbe, az ilerisinde Emîr Burunduk (?) Türbesi (1380) bulunur. Kusem b. Abbas’ın mezarı üzerindeki türbe ise ekli yapılarıyla bir kısmı solda, çoğunluğu yolun karşısında yer alır. Burada türbeden başka cami ve ziyarethâne de vardır. Sağdan devam edildiğinde Şah Arap (?) Türbesi’nden sonra karşıda Toman Akā Türbesi (1405) ve onun yanındaki mescidle karşılaşılır. Nihayet yolun solunda ortadaki kare biçimli türbe olan Hoca Ahmed Türbesi ile yapılar topluluğu sona ermektedir. Burada bazı türbelerin kime ait olduğu tartışmalıdır, bazı yapılar da bugün mevcut değildir.
Şehrin kuzeyinde Çoban Ata ismiyle anılan, kare şeklinde, 1430-1440 yıllarından kalmış olan bir iç kubbe üzerine külâhlı yapının kime ait olduğu (bazılarına göre bir makam türbe) bilinmemektedir. Semerkant’ta geç Timurlu anıtlarının dikkat çekenlerinden olan İşret Hane adlı mezar anıtı da (1460-1464) bu devirde mezar anıtlarının ne derece geliştiğini gösteren önemli bir örnektir. 1903 depreminde yüksek kasnaklı kubbeli kısmı çökmüştür. Dört tarafa yönelen bu kısmın kuzeyinde yine kubbeli bir cami ve güneyde dört kubbeli mekân özellikle içteki stuko ve kalem işleriyle dikkati çekmekteydi.
Registan Meydanı’nın çevresinde bulunan, dört eyvanlı, avlulu Uluğ Bey Medresesi’nin (1417-1420) ön planda olduğu toplam üç medrese (diğerleri 1619-1636 tarihli Şîrdâr, 1646-1660 tarihli Tillâkârî medreseleri) dört eyvanlı, avlulu tipik Timurlu veya Timurlu tarzını sürdüren medreselerdir. Bu medreselerden özellikle Şîrdâr Medresesi taçkapısındaki kaplan-güneş (aslan yerine kullanılmıştır) kabartması ile ünlüdür ve ismini de buradan almaktadır (bk. ŞÎRDÂR MEDRESESİ; ULUĞ BEY MEDRESESİ).
İlk defa 1409’da inşa edilen Uluğ Beğ Rasathânesi diğer önemli bir yapıdır. Fen bilimleri alanında müslüman Türkler’in ulaştığı yüksek seviyeyi göstermesi bakımından son derece önemli olan bu yapının günümüze sadece meridyen ölçümünün yapıldığı bölümü gelebilmiştir. Araştırmacılar bu mimarlık şaheserinin çok katlı silindirik yapıda bir bina olduğunu ileri sürmektedir (bk. SEMERKANT RASATHÂNESİ). Semerkant’ın Sovyet dönemi binaları, Rus mimarisinin etkilerini Özbekistan’ın eski mimari özellikleriyle birleştirerek Taşkent’te de yoğun biçimde görüldüğü gibi modern mimari örneklerini oluşturur. Semerkant’taki müze yapıları ve bazı resmî binalar bu grup içinde gösterilebilir.
BİBLİYOGRAFYA
Emel Esin, Türkistan Seyahatnamesi, Ankara 1959, s. 35-44.
G. A. Pugaçenkova – L. İ. Rempel, İstoriya İskusstvo Uzbekistana, Moskova 1965, s. 265-266, 282-320 vd.
İstoriya Semerkanda (ed. İ. M. Müminov), Taşkent 1969-70, I-II.
J. D. Hoag, Islamic Architecture, New York 1977, s. 26, 90, 125, 130-135, 136, 138, 141, 161, 168, 170, 176, 184, 186.
Mustafa Cezar, Anadolu Öncesi Türklerde Şehir ve Mimarlık, İstanbul 1977, s. 47-48, 116-117, 189-190, 218, 219, 227-228, 275-277, 373-376, 379-380, 430-458.
Architecture of the Islamic World (ed. G. Michell), London 1978, s. 261-262.
Suut Kemal Yetkin, İslâm Ülkelerinde Sanat, İstanbul 1984, s. 81-83, 96-97.
N. Nemtseva, Şahi Zinda-Shahı Zındah, Taşkent 1987.
Oktay Aslanapa, Türk Cumhuriyetleri Mimarlık Abideleri, Ankara 1996, s. 209, 244-256.
K. Pander, Zentralasien, Köln 1996, s. 198-235.
A. Petersen, Dictionary of Islamic Architecture, London 1996, s. 247-249.
İ. Şoymerdanov v.dğr., Amir Temir-Jahon Tarihida, Taşkent 1996, s. 154-160.
Gözde Ramazanoğlu, Orta Asya’da Türk Mimarisi, Ankara 1998, s. 81-130.
L. Kehren, “La Samarkand de Tamerlan: Jardins et monuments”, Etudes orientales, XI-XII, Paris 1991, s. 162-177.
Yolande Crowe, “Samarḳand”, EI2 (İng.), VIII, 1034-1038.