https://islamansiklopedisi.org.tr/suleyman-celebi-emir
Yıldırım Bayezid’in Ertuğrul Çelebi’den sonra doğan ikinci oğludur. Bazı Batı kaynaklarında Fetret dönemindeki hükümdarlığı sebebiyle Osmanlı padişahları arasında sayılarak I. Süleyman diye anılır. Hayatının ilk yılları hakkında fazla bilgi yoktur. Tarihî kayıtlar ondan ilk defa, Yıldırım Bayezid’in 1389-1390 kışında gerçekleştirilen Batı Anadolu seferinden sonra Balat ve Ayasuluk limanlarını kontrol eden Aydın ilinin idarecisi diye bahseder. Nicolae Iorga, Süleyman’ın bu göreve tayin edilmeden önce Kuzey Rumeli’nin beyi olduğunu belirtir. Bu muhtemelen 1387-1388 kışından 1389 ilkbaharına kadar Çandarlı Ali Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusunun Bulgaristan’ın kuzeydoğusunun fethini tamamlaması hadisesiyle bağlantılıdır. Süleyman Çelebi’nin 1393’te Bulgar Çarlığı’nın merkezi Tırnova’yı fethetmesinden (Jorga, s. 253) Osmanlı kaynaklarında söz edilmez. Bazı kroniklerde ona 794’te (1392) Sivas’ın, ertesi yıl Kastamonu yöresinin idaresinin verildiği belirtilirse de bunlar olayların karıştırılmasından kaynaklanmıştır (Neşrî, I, 321, 323). 1396’da Niğbolu Savaşı’na katıldığı anlaşılan Süleyman Çelebi’nin Amasya’nın alınmasından sonra babası Yıldırım Bayezid tarafından bir orduyla 800 (1398) yazında Sivas’a gönderildiği ve bölgeyi kontrol etmeye çalışan Akkoyunlu Karayülük Osman Bey’i yenilgiye uğratarak Sivas ilinin idarecisi olduğu bilinmektedir (Yücel, s. 161). Bu savaş esnasında Bavyeralı seyyah Schiltberger de Süleyman Çelebi ile birlikte bulundu (Türkler ve Tatarlar Arasında, s. 52-59). Ancak Süleyman Çelebi Sivas’ta uzun süre kalmadı. Muhtemelen 1400’de ağabeyi Ertuğrul Çelebi’nin vefatıyla Aydın, Saruhan ve Karesi bölgesinin idareciliğine getirildi. Kısa bir süre sonra gerçekleşen Ankara Savaşı’na emrindeki Saruhan, Aydın ve Karesi askerleriyle birlikte katıldı.
Bazı rivayetlere göre Ankara Savaşı sırasında diğer kardeşleriyle beraber babası Yıldırım Bayezid’e Timur ordusuna âni bir baskın yapma teklifinde bulunduysa da bu kabul görmedi. Osmanlılar açısından savaşın kötüye gitmesi üzerine subaşı Eyne Bey, Çandarlı Ali Paşa, yeniçeri ağası Hasan Ağa, Kara Timurtaş Paşa ve Evrenos Bey gibi Osmanlı ümerâsı Süleyman Çelebi’yi savaş meydanından hızla uzaklaştırdı. Önce Bursa’ya giden Süleyman Çelebi, Timur’un torunu Muhammed Sultan’ın onu yakalamak için harekete geçtiğini duyunca küçük yaşta olan kardeşi Kasım Çelebi, kız kardeşi Fatma Sultan ve hazineden götürebildiği kadarını yanına alarak 20 Ağustos 1402’de Anadolu topraklarını terkedip Gelibolu’ya ulaştı (Schreiner, 1, 634; Dennis, XXXIII [1967], s. 72-88). Burada bir süre Timur’un Anadolu harekâtını takip etti, Balkanlar’daki hareketlenmelerin etkisiyle 1404 yılı başına kadar Anadolu’ya geçemedi (Zachariadou, Isl., LX [1983], s. 290-291). Bu sırada Eflak Voyvodası Mircea, Tuna nehri boyunca sahip olduğu eski toprakları geri almış, Osmanlı vasalı olan Tebe Lordu Acciaiouli, Venedik idaresindeki Atina’ya girmiş, Mora Despotu Theodoros Paleologos, Rodos şövalyelerinin yardımıyla İzdin (Zitouni/Lamia) ve Salona’yı (Amphissa) zaptetmişti. Süleyman Çelebi, Rumeli’de Osmanlı Devleti’nin dağılmadan varlığını sürdürebilmesi için Balkan devletleri, Bizans, Venedik ve Ceneviz gibi İtalyan şehir devletleriyle barış siyaseti izledi. 4 Eylül 1402 tarihinden önce Bizanslılar’a barış antlaşması teklif etmişti. Ancak Selânik’in 1403’te Bizanslılar’a verilişi esnasında şehirde bulunan ve 1394-1429 yılları arasında Selânik tarihi konusunda Logos Historikos adlı bir eser kaleme alan Selânik Başpiskoposu Symeon onun, babası Bayezid’in yolundan giderek Selânik’i imparatora teslim etmek istemediğini belirtir (Balfour, s. 44). Ayrıca Symeon, antlaşmalara rağmen Selânik şehrinin askerî açıdan önemli olan Akropolis kısmının Osmanlılar’ın elinde kaldığını, buranın Manuel’in geri dönmesinin ardından teslim edildiğini ve bundan dolayı Selânik şehrinin gerçek kurtuluş tarihinin 17 Haziran (1403) olduğunu yazar. 20 Eylül 1402’de Süleyman Çelebi, İstanbul Pera’dadır ve barış teklifini yenilemektedir (Alexandrescu-Dersca, s. 138-140). 805 Rebîülevvelinde (Ekim 1402) Mircea’nın Tuna’da işgal ettiği toprakların Osmanlılar tarafından tanındığı ve bunun karşılığında onun Osmanlılar’a vergi yükümlülüğünü kabul ettiği, ilk antlaşmanın Niğbolu’da imzalandığı dikkati çeker. Bundan sonra kuzey sınırını güvence altına alan Süleyman Çelebi’nin durumu kabullenmeyerek Balkanlar’da eski Osmanlı statüsünü korumaya çalıştığı görülür. Kasım 1402’de Osmanlılar, Sırbistan’da Vuk ve Stefan Lazareviç’e, Evrenos Bey de Bodonitza markizliğine karşı akın düzenledi. Bununla birlikte Süleyman Çelebi barış arayışlarını sürdürmüştür. Nitekim Batı seyahatine çıkmış olan II. Manuel Paleologos ile barış yapmak için elçisini Venedik’e yolladı (Barker, s. 223). Bizans’la barış antlaşması Ocak ya da Şubat 1403’te ortak Bizans İmparatoru VIII. Ioannes Paleologos tarafından imzalandı. Bu antlaşma 9 Haziran 1403’te Batı seyahatinden dönen imparator II. Manuel tarafından da onaylandı. Bunun üzerine 17 Haziran’da Osmanlı kuvvetleri Selânik şehrinin Akropolis mevkiinden çekildi. Bu antlaşmaya sadece Bizans değil Nakşa Dukalığı, Sakız adası idarecisi, Cenova, Venedik, Rodos şövalyeleri, Sırp Despotu Stefan Lazareviç ve Bodonitza Markizliği de katıldı (Dennis, XXXIII [1967], s. 72-88). Antlaşma ile Selânik ve Halkidi kıyı şeridiyle birlikte Vardar ırmağına kadar olan yerler, Marmara denizinden Karadeniz’deki Mesembria’ya (Misivri) uzanan sahil toprakları Bizanslılar’a terkedildi. Ayrıca Bizanslılar daha önce Osmanlılar’a ödedikleri bütün haraçlardan muaf oldu, Bizanslı esirler serbest bırakıldı. Stefan Lazareviç, Bizans döneminde sahip olduğu topraklarını korudu, ancak Osmanlı Devleti’ne askerî destek ve yıllık haraç vermeyi sürdürdü. Cenovalılar, Karadeniz’deki kolonileri için Osmanlı Devleti’ne ödedikleri ticarî haraçlardan muaf tutuldu. Aynı şey Sakız’daki Cenevizliler için de geçerlidir. Nakşa Dukalığı da Batı Anadolu limanları için haraç ödemeyecekti. Bodonitza markizi ise Yıldırım Bayezid devrinde kabul ettiği yükümlülüklerini Süleyman Çelebi’ye karşı da yerine getirecekti. Bunun yanı sıra Süleyman Çelebi eskiden verilmiş ticarî imtiyazları teyit ettiğini, ticaretin güvenle yürütüleceğini, buğday ihracatı yasağının kaldırıldığını ve Batı ittifakının izni olmadan donanmasını Çanakkale Boğazı’ndan hareket ettirmeyeceğini kabul etti (Zachariadou, Isl., LX [1983], s. 276-283).
Bu antlaşma Süleyman Çelebi’nin öldüğü Şubat 1411’e kadar korundu. Bununla birlikte 1407 Mart ve Nisan aylarında Osmanlı vasalı olan Kefalonya yöneticisi Tocco ile bölgede yerel Arnavut beyi olan Paul Shpata arasında Angelokastro ve İnebahtı (Lepanto) konusunda çıkan anlaşmazlıkta Evrenos Bey’in oğlu Barak Bey, Angelokastro’yu aldı (Cronaca dei Tocco di Cefalonia, s. 256) ve Spata 27 Mayıs 1407’den önce İnebahtı’yı Süleyman Çelebi’ye teslim etti. Ayrıca Kasım 1408’de Osmanlılar’a yıllık haraç vermekte olan Patra’nın Venedikliler’e teslim edilmesi Osmanlı-Venedik ilişkilerinin gerginleşmesine, bazı Venedikli tüccarların Osmanlılar tarafından cezalandırılmasına yol açtı. Ancak Süleyman Çelebi, Venedik’le barışı sürdürmek istediğinden 1409 yılının Haziran ayında Patra ve İnebahtı için Venedikliler’den yıllık haraç alma karşılığı yeni bir antlaşma imzaladı.
Osmanlı Devleti’nin Anadolu topraklarında Süleyman Çelebi, Timur’un hâkimiyetini kabul etti. Bunun üzerine İzmir kuşatması esnasında (6 Cemâziyelevvel - 10 Cemâziyelâhir 805 / 2 Aralık 1402 - 5 Ocak 1403) Timur, Boğaz’ın öte yakasındaki topraklar (Rumeli) üzerinde Süleyman Çelebi’nin hâkimiyetini gösteren bir yarlık verdi (Şerafeddin, s. 417-431). Süleyman Çelebi, 1403 antlaşmasıyla Rumeli’de Osmanlı Devleti’nin bir bakıma varlığını sağlayıp gayri müslim komşularıyla iyi ilişkiler kurduktan sonra Anadolu’daki olaylarla ilgilenmeye başladı. Çelebi Mehmed, Ankara Savaşı’nı takip eden ilk yıllarda büyük kardeşi Süleyman Çelebi’nin saltanat konusundaki hakkını kabul etmişti (Anonim Osmanlı Kroniği, s. 57). Ancak kardeşi Îsâ’ya Anadolu’da kendi otoritesini kabul ettirmeye uğraşıyordu. Îsâ Çelebi ise 1402 yılının Kasım ayından itibaren Boğazlar’ın Anadolu yakasında kalan Marmara bölgesinin hâkimi durumundaydı. 24 Mart 1403’te Venedik Senatosu, Rumeli’de Süleyman Çelebi’ye elçi gönderirken Turchia’ya da (Anadolu) Îsâ Çelebi’ye buranın hâkimi olduğundan ayrıca elçi yollamıştı. İstanbul Pera’daki Ceneviz idaresi 19 Mart 1403’te Îsâ Çelebi’ye giden elçinin masraflarını ödedi. Aynı şekilde Cenevizliler, Turchia üzerine hükmeden Mehmed’e elçiler yollamayı ihmal etmediler. Îsâ ve Mehmed Çelebi’ye Ağustos 1403 tarihine kadar Ceneviz’den sık sık elçiler gönderilmesi adı geçen kişilerin Anadolu’nun belli bölgelerinde kendi hâkimiyetlerini kurduklarını gösterir (Zachariadou, Isl., LX [1983], s. 283-284).
Timur’un 1403 yılının başında Karaman’dan Erzincan’a doğru geri çekilmesiyle Batı Anadolu’da özellikle Bitinya bölgesinde 1403 ilkbaharında Îsâ ile Mehmed arasında mücadele başladı. Çelebi Mehmed, Îsâ Çelebi’yi Ulubat’ta yenip Bursa ve İzmit’i ele geçirdi, Saruhan ve Aydın beylikleri üzerine de sefer düzenledi. Îsâ Çelebi, Bizans İmparatoru’na sığınıp ağabeyi Süleyman’ın aracılığıyla Bizans imparatoru tarafından serbest bırakıldı ve öldüğü 1403 yılının Ağustos ayına kadar (Clavijo, s. 29; Zachariadou, Isl., LX [1983], s. 288) Anadolu’da mücadelesini sürdürdü (Neşrî, s. 422-453). Îsâ Çelebi ile Süleyman Çelebi’nin birlikte hareket ettiklerini sadece Osmanlı kaynakları değil bazı Bizans kaynakları da doğrular. Kısa bir Bizans kroniğinde 1403 yılının Mart ayından Haziran ayına kadar Îsâ’nın Süleyman’la birlikte ortak rakibe karşı mücadele ettiği ve Îsâ’nın İmparator VII. Ioannes tarafından kabul edildiği bildirilir (Schreiner, I, 113-114). Bazı araştırmacılar Îsâ Çelebi’nin Süleyman Çelebi tarafından öldürüldüğünü ileri sürer; ayrıca Îsâ Bey’in Mehmed Çelebi tarafından öldürüldüğüne dair bilgiler de vardır (Barker, s. 248-249; Filipoviç, s. 5-131). Bununla birlikte XV. yüzyıl tarihçilerinden Enverî, Memlük tarihçisi İbn Hacer, Süleyman Çelebi’nin Îsâ’yı yakalatıp öldürttüğünü, Bizanslı tarihçi Laonikos Chalkokondyles ise Îsâ’nın Süleyman ile savaştığını ve onun tarafından esir alındığını belirtir.
Süleyman Çelebi, muhtemelen Çelebi Mehmed’in Bursa’yı ele geçirmesi üzerine Anadolu’ya geçerek Ramazan 806’da (Mart 1404) Bursa’yı hâkimiyeti altına aldı. 22 Mart 1404’te İspanyol Clavijo, Trabzon’a seyahat ederken Karadeniz Ereğlisi’nin ve Samsun’un Süleyman Çelebi’nin yönetimi altında olduğunu zikreder (Anadolu, Orta Asya ve Timur, s. 64, 67). Hatta Ankara’nın onun kontrolü altında bulunduğu, Cüneyd Bey’in yönettiği Aydın ilinin de ona tâbi olduğu anlaşılır. Çok kısa bir sürede Anadolu’nun büyük kısmını kontrolü altına alan Süleyman Çelebi’ye karşı kardeşi Çelebi Mehmed ciddi bir direniş gösteremedi. Osmanlı kaynakları Çelebi Mehmed’in bu dönemde Süleyman Çelebi’nin üstünlüğünü kabul ettiğini, “Emrem ve ulum ve ulu karındaşım, eğer atamız öldüyse kendileri sağ olsun, mübarek bâd dedi. Dahi pîşkeşler ve armağanlar gönderdi” cümleleriyle açıklar (Oruç b. Âdil, s. 38; Anonim Osmanlı Kroniği, s. 57). Bunun üzerine Süleyman Çelebi 1404 yılının ikinci yarısıyla 1405 yazı arasındaki bir tarihte Rumeli’ye geri döndü. Dönmeden önce küçük kardeşi Kasım ve kız kardeşi Fatma’yı Anadolu’daki durumunu koruyabilmek amacıyla Bizans imparatoruna rehin olarak bıraktı. Onun Anadolu’ya ikinci gelişi 808 (1405) yaz mevsiminde gerçekleşti. Kardeşi Mûsâ Çelebi tarafından Rumeli’ye dönmeye zorlandığı 1410 yılının başlangıcına kadar yaklaşık beş yıl Anadolu’da kaldı. Bu sürede Çelebi Mehmed ile sürekli mücadele halinde olmasına rağmen Anadolu’daki egemenliğini genişletti. Bundan dolayı onun için Venedikliler, 1406 yılında “Türkler’in sultanı” mânasında Musulmanum Çalabi Imperatorem Turchorum unvanını kullanırlar.
Süleyman Çelebi’nin 1405’ten 1410 yılına kadar Anadolu’daki mücadelesi büyük ölçüde Neşrî’nin eserinden takip edilebilir. 1405’te Anadolu’ya geri dönen Süleyman Çelebi, Bursa’da devlet işlerinden uzakta rahat bir hayat sürmeye başladı. Evrenos Bey kumandasına asker verip Karamanoğlu’nun memleketine göndermeyi de ihmal etmedi (Neşrî, II, 470-473). Onun Anadolu’ya gelmesinden rahatsızlık duyan Çelebi Mehmed, bu durumdan istifade ederek Karaman’da bulunan kardeşi Mûsâ’nın Rumeli’ye geçmesini sağladı (a.g.e., II, 472-477). Mûsâ Çelebi 1406 yılı sonlarında deniz yoluyla Eflak’a geçti. Başlangıçta bu olayı önemsemeyen ve Bursa’da kalmakta ısrar eden Süleyman Çelebi, Rumeli’de Mûsâ Çelebi’nin başarılı olması karşısında Rumeli’ye geçmek zorunda kaldı. Lapseki ve Gelibolu yolu ile Edirne’ye geldi. Anadolu’da ise Karamanoğlu, Süleyman Çelebi’ye ait yerleri başta Sivrihisar olmak üzere ele geçirmeye başladı. Çelebi Mehmed, Ankara ve Bursa’yı alıp burada tahta geçtiğinin işareti olarak 813 tarihli para bastırdı. Süleyman Çelebi, Mûsâ Çelebi ile Balkanlar’da giriştiği mücadelede 13 Şubat 1410’da Yanbolu’da yenilmesine rağmen daha sonra Mûsâ’yı Haziran 1410 tarihine kadar iki defa yenilgiye uğrattı. Ancak 22 Şevval 813’te (17 Şubat 1411) Edirne’ye âni bir baskın yapan Mûsâ Çelebi şehri aldı. Kaçarak İstanbul yönüne doğru giden Emîr Süleyman, Düğüncü köyünde yakalanıp katledildi. Naaşı Bursa’ya yollanarak I. Murad’ın türbesi yanına defnedildi. Süleyman Çelebi’nin 1395-1429 yılları arasında yaşayan Orhan adında bir oğlu vardır. Babasının, amcası Mûsâ tarafından öldürülmesinden sonra Bizans’a sığındı ve taht mücadelesine girişti. Ancak Sultan Mehmed tarafından Yenişehr-i Fenâr’da (Larissa) yakalanarak gözlerine mil çekilip Bursa’ya gönderildi (a.g.e., II, 424-425). 1429 yılındaki büyük veba salgınında öldü ve Bursa’da Hudâvendigâr Türbesi’ne gömüldü.
Kaynaklarda Süleyman Çelebi savaşçı, güçlü, hoşgörülü, çok merhametli, iyi ve kerametli bir insan olarak nitelenir (Dukas, s. 121). Süleyman’ın gittiği her yerde otuz gün kaldığına ve cömertliğinden dolayı yiyeceğe muhtaç olanların bile zenginleştiğine vurgu yapılır (a.g.e., s. 123). Enverî, Süleyman Çelebi’nin şair Ahmedî’yi koruduğunu, samimi dostluk ilişkisi kurduğunu, içki ve eğlence meclislerinde sürekli bir arada bulunduklarını yazar (Fatih Devri Kaynaklarından Düstûrnâme-i Enverî, s. 42). Ahmedî Cemşîd ü Hurşîd ve İskendernâme adlı eserlerini ona sunmuştur. Dede Süleyman Çelebi mevlidi bu dönemde kaleme almıştır. Ayrıca şair Niyâzî, Hamzavî ve tıp eserleriyle meşhur hekim Hacı Paşa onun himaye ettiği ilim adamı ve edebiyatçılardır. Edirne’deki Eskicami’nin Süleyman Çelebi’nin Edirne’de ikamet ettiği sırada (805/1402-1403) temellerinin atıldığını hemen hemen bütün Osmanlı kronikleri kabul eder. Dukas, Süleyman Çelebi’nin Gelibolu’nun karşısında Lapseki’de Cenevizli bir asilzade olan Salgruzo de Negro’ya kale inşa ettirdiğini ve mimara çok para verdiğini belirtir. Süleyman Çelebi’nin kişiliğine yönelik bu olumlu ifadelerin yanı sıra olumsuz yönlerine de kaynaklarda yer verilir. Onun içkiye ve eğlenceye aşırı düşkünlüğü dönemin bütün tarihçilerince tekrarlanır. Chalkokondyles, Süleyman Çelebi’nin yemeklerden önce bile içtiğini ve akşama kadar tasadan uzak sohbet ederek ve dinlenerek vaktini geçirdiğini belirtir (Historiarum Demonstrationes, I, 163). Bazı Osmanlı, Bizans ve Batı kaynaklarında meşrû hükümdar olarak zikredilirse de Fetret döneminin karışıklığı, kardeşlerinin her birinin bulundukları yerde kendilerini müstakil bey ilân etmeleri, Timurlu vesâyeti gibi sebeplerle modern literatürde Osmanlı padişahları arasında sayılmaz.
BİBLİYOGRAFYA
Ahmedî, Dâstân ve Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osmân (haz. Çiftçioğlu N. Atsız, Osmanlı Tarihleri I içinde), İstanbul 1949, s. 23-25.
Fatih Devri Kaynaklarından Düstûrnâme-i Enverî: Osmanlı Tarihi Kısmı: 1299-1466 (haz. Necdet Öztürk), İstanbul 2003, s. 42, ayrıca bk. hazırlayanın girişi, s. LXIV.
Şerefeddin, Ẓafernâme (Urumbayev), s. 417-431.
R. G. de Clavijo, Anadolu, Orta Asya ve Timur (trc. Ömer Rıza Doğrul, s.nşr. Kâmil Doruk), İstanbul 1993, s. 29-67.
J. Schiltberger, Türkler ve Tatarlar Arasında: 1394-1427 (trc. Turgut Akpınar), İstanbul 1997, s. 52-59.
Dukas, Istoria turco-bizantina (ed. V. Grecu), Bucereşti 1958, s. 115-127.
G. Sphrantzes, Memorii: 1401-1477, în anexă, Pseudo-Phrantzes, Macarie Melissenos, Cronica: 1258-1481 (ed. V. Grecu), Bucereşti 1966, s. 4, 206.
Âşıkpaşazâde, Târih (Giese), s. 59-72.
L. Chalkokondyles, Historiarum Demonstrationes (ed. E. Darkó), Budapestini 1922, I, 159-163.
Oruç b. Âdil, Tevârîh-i Âl-i Osmân, s. 37-38.
Anonim Tevârîh-i Âl-i Osman (nşr. F. Giese, haz. Nihat Azamat), İstanbul 1992, s. 37-40.
Bihiştî Ahmed Sinan Çelebi, Tevârîh-i Âl-i Osmân, British Museum, Add, Or., ms. 7869 (bundan çekilmiş bir nüsha için bk. Süleymaniye Ktp., Mikrofilm Arşivi, nr. 2764, vr. 55a-b).
Anonim Osmanlı Kroniği: 1299-1512 (haz. Necdet Öztürk), İstanbul 2000, s. 42-57.
16. Asırda Yazılmış Grekçe Anonim Osmanlı Tarihi: 1373-1512 (haz. Şerif Baştav), Ankara 1973, s. 107-109.
Neşrî, Cihannümâ (Unat), I, 321, 323-365; II, 422-487.
Hadîdî, Tevârîh-i Âl-i Osman: 1299-1523 (haz. Necdet Öztürk), İstanbul 1991, s. 115-123.
İbn Kemal, Tevârîh-i Âl-i Osmân, IV, 187, 436-437.
Rûhî Târîhi (TTK Belgeler, XIV/18 [1992] içinde, tıpkıbasımı ile birlikte nşr. Yaşar Yücel – Halil Erdoğan Cengiz), s. 359-472, ayrıca bk. metin.
Belîğ, Güldeste, s. 40.
M. M. Alexandrescu-Dersca, La campagne de Timur en Anatolie, Bucharest 1942, s. 138-140.
Cüneyt Ölçer, Yıldırım Bayezıd’ın Oğullarına Ait Akçe ve Mangırlar, [baskı yeri ve tarihi yok].
J. W. Barker, Manuel II Palaeologus (1391-1425): A Study in Late Byzantine Statesmanship, New Brunswick 1969, s. 223-249.
Yaşar Yücel, Kadı Burhaneddin Ahmed ve Devleti (1344-1398), Ankara 1970, s. 161.
Nedim Filipoviç, Princ Musa i Šejh Bedreddin, Sarajevo 1971, s. 5-131.
Artuk, İslâmî Sikkeler Kataloğu, II, 459-460.
Cronaca dei Tocco di Cefalonia (ed. G. Schirò), Roma 1975, s. 256.
P. Schreiner, Die Byzantinischen Kleinchroniken, Wien 1975, I, 113-114, 634.
D. Balfour, Politico-Historical Work of Symeon Achibishop of Thessalonica (1416/17 to 1429), Wien 1979, s. 44.
P. Wittek, Menteşe Beyliği (trc. Orhan Şaik Gökyay), Ankara 1986, s. 82-83.
a.mlf. – F. Taeschner, “Die Vezirfamilie der Ğandarlyzāde (14./15. Jhdt.) und ihre Denkmäler”, Isl., XVIII/1 (1929), s. 89-90.
N. Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (trc. Nilüfer Epçeli), İstanbul 2005, s. 253-278.
Şevkiye İnalcık, “İbn Hacer’de Osmanlılara Dair Haberler”, DTCFD, VI/3 (1948), s. 193.
G. T. Dennis, “The Byzantine-Turkish Treaty of 1403”, Orientalia Christiana Periodica, XXXIII, Roma 1967, s. 72-88.
E. A. Zachariadou, “Ertugrul Bey il sovrano di Teologo (Efeso)”, Atti della Società ligure di storia patria, LXXIX, Genova 1965, s. 157, 161.
a.mlf., “Süleyman Çelebi in Rumili and the Ottoman Chronicles”, Isl., LX/2 (1983), s. 271-296.
M. T. Gökbilgin, “Süleyman Çelebi”, İA, XI, 179-181.