MELEKÛT - TDV İslâm Ansiklopedisi

MELEKÛT

ملكوت
Müellif: NİHAT AZAMAT
MELEKÛT
Müellif: NİHAT AZAMAT
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2004
Erişim Tarihi: 04.11.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/melekut--gayb-alemi
NİHAT AZAMAT, "MELEKÛT", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/melekut--gayb-alemi (04.11.2024).
Kopyalama metni

Muhâsibî ve Hücvîrî gibi ilk sûfî müelliflerin eserlerinde “melekût”a bir terim olarak yer verilmediği ve genellikle “âlem” kelimesiyle birlikte (melekût âlemi) “gayb” karşılığı olarak kullanıldığı, ancak niteliği üzerinde durulmadığı görülmektedir. Gazzâlî âlemi ruhanî ve cismanî, hissî ve aklî, ulvî ve süflî, gayb ve şehâdet, mülk ve melekût gibi ikili tasniflerle ele almış, lafızları farklı olmakla birlikte bu tasniflerin birbirine yakın anlamlar taşıdığını belirttikten sonra insanların çoğu tarafından bilinemediğinden (gayb) melekût âlemine “gayb âlemi”, herkes tarafından hissedilip görüldüğü için diğerine “şehâdet âlemi” denildiğini, bu iki âlem arasında bir münasebet bulunduğunu, şehâdet âleminin melekût âlemine ulaştıran bir merdiven olduğunu söylemiştir. Gazzâlî’ye göre şehâdet âlemi melekût âlemine yükselme yeridir ve sırât-ı müstakîme girmek melekût âlemine yükselmeye başlamak demektir. İlâhî rahmet şehâdet âlemiyle melekût âlemi arasında denge kurmuştur. Bu âlemde olan her şey o âlemden bir örnektir. Melekût âleminde melekler diye ifade edilen, kendilerinden beşerî ruhlara nurlar taşan nûrânî, şerif ve ulvî ruhlar; şehâdet âleminde bunlara misal olarak yıldızlar, ay ve güneş vardır. Gazzâlî, daha sonra En‘âm sûresindeki Hz. İbrâhim’le ilgili âyetlere (6/75-79) atıf yaparak konuyu seyrüsülûk bağlamında ele almış, sâlikin önce şehâdet âlemindeki yıldızlar mertebesinin karşılığı olarak melekût âlemindeki nûrânî varlıklar mertebesine yükseleceğini, bunu ay ve güneş mertebesindeki nûrânî varlıklar mertebesine yükselmesinin takip edeceğini belirtmiştir (Mişkâtü’l-envâr, s. 152-154). Sûfîler aklın şeriatın nuruyla şehâdet âleminin bilgilerine ulaşabileceğini, ancak melekût âlemini sadece şeriatın nuruyla aydınlanan mükâşefe sahibi basiret erbabının kavrayabileceğini söylemişlerdir.

Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye göre Hak kendini hem zâhir hem bâtın olarak tanımladığı gibi âlemi de gayb (melekût) ve şehâdet (mülk) olarak vücûda getirmiş, bâtını “emr”, zâhiri “halk” diye isimlendirerek, “Bilin ki emr de halk da O’nundur” buyurmuştur (el-A‘râf 7/54). Hakk’ın zâhir ismi âlemin bütün sûretlerine, bâtın ismi o sûretlerin örttüğü mânalara tekabül etmektedir. Vücûd ise Hakk’ın vücûdu olup onun taayyün ve tenezzül suretiyle tecellisi zuhura meyliyle mümkün olmuştur. İbnü’l-Arabî’yi takip eden muhakkik sûfîler, onun eserlerinden hareketle vücûdun taayyün ve tenezzülünü daha iyi anlaşılabilmesi için itibarî olarak mertebeler şeklinde ele almışlar, her mertebeye (hazret) bir âlem adı vermişler ve bunları çeşitli şekillerde tasnif etmişlerdir. Bunlar içinde ahadiyyet/lâ-taayyün, taayyün-i evvel, taayyün-i sânî, ruhlar âlemi, misal âlemi, şehâdet âlemi, insân-ı kâmil şeklinde yedili ve lâhût, ceberût, melekût ve nâsût şeklinde dörtlü tasnifler vardır. Dörtlü tasnife göre ilk mertebe olan lâhût yedili tasnifteki zât-ı ahadiyyet mertebesi olup cem‘u’l-cem‘ halidir ve “hû” ismiyle işaret edilir. Ceberût taayyün-i evvel ve taayyün-i sânînin müşterek olduğu cem‘ halidir. Melekût ervah ve misal âlemlerini, nâsût şehâdet âlemi ve insan mertebelerini içermektedir.

Hazarât-ı hams denilen beşli tasnifte ise önceki tasnifte melekût olarak tanımlanan ervah ve misal âlemleri ayrı mertebeler olarak kabul edilmiş ve bu beş mertebeye ahadiyyet (lâ-taayyün, gayb-ı mutlak, amâ-yi mutlak, âlem-i lâhût, gaybü’l-guyûb), vâhidiyyet (âlem-i ceberût, taayyün-i evvel, hakîkat-i Muhammediyye, akl-ı evvel, kitâb-ı mübîn), ervah, misal ve şehâdet âlemleri adı verilmiştir.

İbnü’l-Arabî gibi âlemin zahirinin mülk, bâtınının melekût olduğunu söyleyen Necmeddîn-i Dâye melekûtu “eşyayı var kılan şey” olarak tanımlamış ve, “Her şeyin melekûtu O’nun elindedir” (Yâsîn 36/83) meâlindeki âyeti zikrederek eşyanın hakikatinin Cenâb-ı Hakk’ın kayyûmiyyet sıfatı olduğunu ve her şeyin onunla kāim bulunduğunu belirtmiştir. Necmeddîn-i Dâye’ye göre başka tasnifler de bulunmakla birlikte melekûtî varlıklar genellikle ruhlar ve nefisler âlemi olarak iki kısma ayrılır. Ruhlar âlemi de insan ve melek ruhları gibi ulvî ruhlar; cin, şeytanlar ve hayvan ruhları gibi süflî ruhlar olmak üzere iki kısımdır. Aynı şekilde nefisler âlemi de ulvî ve süflî nefisler olarak düşünülmüştür. Yıldızlar ve gezegenler semavî nefislerin ulvî olanları, yeryüzündeki cisimlerin nefisleri ise süflî olanlarıdır. Ulvî ve süflî nefis ve varlıkların her birinin melekûtu diğer melekûtî varlıkların sıfatlarından bir sıfat taşıyabilir, ancak onun üzerinde bunlardan biri hâkimdir (Mirṣâdü’l-ʿibâd, s. 46-47).

Azîz Nesefî mülk, melekût ve ceberût adlı üç âlemden bahsetmiş, ceberût âleminin mülk ve melekût âleminin zatı, mülk ve melekûtun onun sûreti olduğunu söylemiştir. Buna göre Ceberût âlemi mücmel kitap, mülk ve melekût âlemi mufassal kitaptır. Ceberût âlemi tohum, mülk ve melekût âlemi ağaçtır. Azîz Nesefî’ye göre mülk hissî, melekût aklî âlemin, ceberût mahiyetler âleminin adıdır. Bu ifadeden onun ceberûtu ahadiyyet mertebesi olarak kullandığı anlaşılmaktadır. Aynı müellif bu üç âlemin her birinin ve toprağın bir âdemi olduğunu söyler. Ona göre ceberût âdemi mevcûdatın evvelidir. Melekût âdemi akl-ı evvel olup melekût âlemi ondan meydana gelmiştir. Mülk âleminin evveli olan mülkî âdem birinci felektir; bütün mülk âlemi birinci felekten meydana gelmiştir. Toprak âdemi ise bütün ilimlerin ve ilâhî isimlerin mazharı olan insân-ı kâmildir.

Cenâb-ı Hakk’ın insân-ı kâmili mülk ve melekût âlemleri arasında köprü olarak tayin ettiğini söyleyen İbnü’l-Arabî halife, kutup veya gavs dediği insân-ı kâmilin “imâmeyn” diye andığı iki veziri bulunduğunu, kutbun sağındaki imâmın âlem-i mülkü, solundaki imamın âlem-i melekûtu müşahede etmekle görevli olduğunu (el-Fütûḥât, II, 6) ve kutup vefat edince âlem-i mülkü müşahede eden imamın onun yerine geçtiğini kaydeder (a.g.e., a.y.; Iṣṭılâḥâtü’ṣ-ṣûfiyye, s. 235). İbnü’l-Arabî’nin bu tanımı Seyyid Şerîf el-Cürcânî (, “İmâmân” md.) ve Kâşânî (İbnü’l-Arabî, Iṣṭılâḥâtü’ṣ-ṣûfiyye, s. 235) tarafından tekrar edilmiştir.


BİBLİYOGRAFYA

İbnü’l-Arabî, Iṣṭılâḥâtü’ṣ-ṣûfiyye (Cürcânî, et-Taʿrîfât içinde), Kahire 1357/1938, s. 235.

a.mlf., , II, 6.

, “İmâmân” md.

Muhâsibî, Kalb Hayatı: er-Riâye (trc. Abdulhakim Yüce), İzmir 1997, s. 374.

, s. 524.

Gazzâlî, Mişkâtü’l-envâr (nşr. Abdülazîz İzzeddin es-Seyrevân), Beyrut 1407/1986, s. 152-154.

Necmeddîn-i Dâye, Mirṣâdü’l-ʿibâd (nşr. M. Emîn Riyâhî), Tahran 1365 hş., s. 46-47.

Azîz Nesefî, el-İnsânü’l-kâmil (nşr. M. Molé), Tahran 1403/1983, s. 344-360; a.e.: Tasavvufta İnsan Meselesi: İnsan-ı Kâmil (trc. Mehmet Kanar), İstanbul 1990, s. 76-87.

, s. 32.

, s. 109-110.

Ahmet Avni Konuk, Fusûsu’l-hikem Tercüme ve Şerhi (haz. Mustafa Tahralı – Selçuk Eraydın), İstanbul 1987-89, I, 66-67; II, 182-183.

a.mlf., Tedbîrât-ı İlâhiyye Tercüme ve Şerhi (haz. Mustafa Tahralı), İstanbul 1992, s. 11-12.

Mahmut Erol Kılıç, Muhyiddin İbnü’l-Arabî’de Varlık ve Mertebeleri (doktora tezi, 1995), MÜ Sosyal Bilimler Entitüsü, s. 200-201.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2004 yılında Ankara’da basılan 29. cildinde, 47-48 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER