https://islamansiklopedisi.org.tr/mesrebul-ervah
Müellifin 579 (1183) yılında tamamladığı, tek nüshası bilinen (Diyarbakır İl Halk Ktp., nr. 1529/B) eserin adı, nüshanın üzerindeki kayıttan hareketle kaynaklarda Meşrebü’l-ervâḥ şeklinde kaydedilmekteyse de bu ad eserin metninde geçmemektedir. Müellif mukaddimede âriflerin makamları hakkında müridlere bilgi vermek istediğini belirtir, eserin sonunda ise evliya makamlarının tamamlandığını söyler. Kitapta ruhların asıl kaynağına (meşreb) kavuşabilmesi için aşmaları gereken hal ve makamlardan bahsetmesine bakılarak müellifin eser tamamlandıktan sonra Meşrebü’l-ervâḥ adını verdiği veya bu adın bir başkası tarafından sonradan konulduğu söylenebilir.
Yirmi bölümden meydana gelen Meşrebü’l-ervâḥ’ın her bölümü elli makama (I, II, VIII ve XX. bölümler elli bir) ayrılmıştır. Genellikle 1001 makamı ele aldığı kabul edildiğinden Farsça konuşulan çevrelerde Hezâr u Yek Maḳām adıyla tanınan eserin her bölümü bir sûfî zümresinin ismine izâfe edilmiştir. Meselâ ilk bölüm “Makāmâtü’l-meczûbîn” adını taşımakta olup bu bölümde mezcupların elli bir makamı tanıtılmıştır. Diğer bölümlerde makamları tanıtılan sûfî zümreleri şunlardır: Sâlikîn, sâbıkīn, sıddîkīn, muhibbîn, müştâkīn, âşıkīn, ârifîn, şâhidîn, mukarrebîn, muvahhidîn, vâsılîn, nükabâ, asfiyâ, evliyâ, ehlü’l-esrâr mine’n-nücebâ, mustafîn, hulefâ, büdelâ, aktâb. Eserde ele alınan terimlerin hemen hepsi bir veya birkaç âyetle irtibatlandırılmış, 300’den fazla yerde hadis kullanılmıştır. Baklî kendinden önceki sûfîlerin konuyla ilgili tesbitlerinden faydalanmış ve gerektiğinde Arap şiirini kullanmış, her terimi “Ârif dedi ki ...” cümlesiyle tarif etmiş ve tamamlamıştır. Bu ârifin kim olduğu kesin değilse de kendisi olması kuvvetle muhtemeldir.
Rûzbihân-ı Baklî’nin görüş ve tesbitlerine başvurduğu Ebû Türâb en-Nahşebî, Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî, Hallâc-ı Mansûr, Bâyezîd-i Bistâmî, Muhâsibî, Serî es-Sakatî, Zünnûn el-Mısrî, Cüneyd-i Bağdâdî, Şiblî gibi meşhur sûfîler yanında Abdürrahîm İsfahânî, Hişâm b. Âbdân-i Şîrâzî, Ebü’l-Hüseyin Zencî gibi pek tanınmayan sûfîler de vardır. Serrâc’ın el-Lümaʿ adlı eserini sık sık kullanan Baklî, Kuşeyrî’nin risâlesini bir yerde zikretmiş, genellikle “Şeyhler dediler ki ...”; “Âriflerden biri buyurdu ki ...” gibi ifadelere yer vermiştir. “Aslü’l-aşk” tabirini açıklarken de (s. 135) Herakleitos’un bir sözünü iktibas etmiştir.
Baklî’nin, kendinden önce kırk makamı ele alan Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr’ın Çihil Maḳām’ı ile 100 makamı inceleyen Hâce Abdullah-ı Herevî’nin Menâzilü’s-sâʾirîn adlı eserine atıfta bulunmaması dikkati çekmektedir. Ondan çok sonra bin makam esasına dayanan Câmiʿu’l-ʿuṣûl adlı eserini kaleme alan Gümüşhânevî de Meşrebü’l-ervâḥ’ı hiç zikretmemiştir.
Fenâ, bekā, intizar, tevâcüd, hakikat, ruh, mahabbet, müşâhede gibi birçok terim eserin değişik bölümlerinde farklı tariflerle tekrar ele alınmıştır. İlk bakışta bir karışıklık gibi görünüyorsa da bu durum terimlerin değişik makamlarda farklı anlamlar kazandığını göstermektedir. Baklî’nin hicap terimini üç ayrı yerde ele alırken melâmet konusuna yer vermemesi dikkat çekicidir.
Meşrebü’l-ervâḥ’ta terimler genellikle beş on satırlık birer hacim içinde açıklanmış, aşk, ilmü’l-esmâ, usul, hal, semâ, vecd, vakt, rahmet, vera‘ gibi terimlere biraz daha geniş yer verilmiştir. Terimlerin büyük çoğunluğu tek kelime olduğu halde bir kısmı birden çok kelimeden meydana gelmiştir. Eserde vatar, vesm, leyse, silâh, refâif, ezîz gibi çok az kullanılan makamlara da yer verilmiş; ticaret, iktisat, istihsan, istinbat, kıyas, miras, kıtal, helâl, haram, ribh, kısas, illet, mâlûl, istislâm ve nesih gibi ilk bakışta fıkıh ilmine ait gibi görünen terimler tasavvufî makam olarak açıklanmıştır. Kitapta terimler yorumlanırken genel bilgiler verilmiş, belli sûfî veya tasavvufî zümrelerin görüşleri tercih edilmemiştir. Şeytanın mârifeti tabirini açıklarken Muâviye’yi şeytanla özdeşleştirmesi müellifin şahsiyetini belirlemeye yarayan bir ipucu olarak değerlendirilebilir.
Tasavvufî düşüncenin bütün felsefî ve psikolojik meselelerine temas edilmesi kitabın anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Muhtemelen bu sebeple eser sûfîler arasında yaygınlık kazanmamıştır. Ancak esere bir bütün olarak bakıldığında birbirine yakın olan terimlerin Meşrebü’l-ervâḥ’ın anlaşılmasını kısmen kolaylaştırdığı söylenebilir. Kitabında bir dervişin yaşayabileceği bütün tasavvufî halleri tesbit etmeye ve bunların birbiriyle olan ilgisini ortaya koymaya çalışan Baklî ayrıca Meşrebü’l-ervâḥ’ta kısaca tanıttığı bu terimlerin bir kısmı için müstakil eserler de kaleme almıştır. Şathiye konusu için Şerḥ-i Şaṭḥiyyât (Tahran 1966) ve aşka dair ʿAbherü’l-ʿâşıḳīn (Tahran-Paris 1958) bunların başında sayılmalıdır. Irâk-ı Acem bölgesinde kullanılan Arapça ile kaleme alınan eserin 812 (1409) yılında Ahmed b. İshak el-Hüseynî tarafından istinsah edilen tek nüshası Nazif Hoca tarafından neşredilmiştir (İstanbul 1974).
BİBLİYOGRAFYA
Baklî, Meşrebü’l-ervâḥ (nşr. Nazif M. Hoca), İstanbul 1974, ayrıca bk. neşredenin girişi, s. III-VII.
Nazif Hoca, Rūzbihān al-Baḳlī ve Kitāb Kaşf al-Asrār’ı ile Farsça Bâzı Şiirleri, İstanbul 1971, s. 52-56.
Mustafa Kara, “Tasavvuf Kitâbiyatında Makamların Sayılarla Tasnifi ve Usûl-i Aşere Geleneği”, Fikir ve Sanatta Hareket, sy. 11-12 (173-174), İstanbul 1980, s. 14.
Nihat Azamat, “Câmiu’l-usûl”, DİA, VII, 134-135.