https://islamansiklopedisi.org.tr/ozbekkan-suphi-ziya
25 Şubat 1887 tarihinde İstanbul’da doğdu. Babası devlet adamı ve bestekâr Yûsuf Ziyâ Paşa, annesi Ayşe Behiye Hanım’dır. Bir Fransız mürebbiyeden aldığı Fransızca dersleriyle öğrenimine başladı. Annesinden ve Şirvanlı Abdülmecid Efendi’den gördüğü Farsça derslerinin yanı sıra Hoca Kâmil Efendi, Dârüşşafakalı Ali Nâdir Efendi ile Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi hocalarından Pérard ve Lacomblez’den aldığı özel derslerle kendini yetiştirdi. İlk memuriyeti, 1903’te Hariciye Nezâreti Tahrîrât-ı Hâriciyye Kalemi’nde başladığı Fransızca kâtip yardımcılığıdır. Burada bir yıl çalıştıktan sonra büyükelçilik göreviyle Roma’da bulunan amcası Mustafa Reşid Paşa’nın yanına gitti. Ardından mühendislik tahsili için gittiği Cenevre’de altı ay kalabildi. Cenevre dönüşü Mekteb-i Hukūk-ı Şâhâne’ye girmesini müteakip 1908’de kurulan Tensîkat komisyonlarında görev aldı. Daha sonra Türkiye Millî Bankası’na geçti. 1911’de Mekteb-i Hukūk’u bitiren Özbekkan, I. Dünya Savaşı dolayısıyla faaliyetini sürdüremeyen bu bankadan 1914’te İ‘tibâr-ı Millî Bankası umumi kâtipliğine geçerek 1920’ye kadar burada çalıştı.
1920-1922 yılları arasında serbest avukatlık yaptı. Ardından Shester Demiryolları Şirketi mümessilliği göreviyle 1922’de Ankara’ya gitti. Hidiv II. Abbas Hilmi’nin kurduğu Türkiye Ticaret ve Sanayi Bankası’na müdür olarak tayin edildikten (1926) bir yıl sonra Hariciye Vekâleti’ne Umûr-i Ticâriyye müdürü ve ardından vekâlet siyasî müşaviri oldu. 1930’da İktisat Vekâleti’ne geçip sırasıyla İskenderiye, Roma ve Londra büyükelçiliklerinde ticarî müşavir sıfatıyla çalıştı. 1943’te Ankara’ya dönerek Vekâlet Tedkik Heyeti üyeliği ve Toprak Mahsulleri Ofisi İdare Heyeti üyeliğinde bulundu. 1952’de yaş haddinden emekliye ayrıldı. Bu arada 1943-1945 yılları arasında Ankara Radyosu müdürlüğünü vekâleten yürüttü. 1952-1962 yıllarında bu kurumda sanat müşaviri ve Türk mûsikisi üslûp hocası oldu. Aynı zamanda dönemin önemli bir icra topluluğu olan Küçük Koro’yu kurdu. 19 Temmuz 1966’da Ankara’da vefat etti ve Cebeci Asrî Mezarlığı’na defnedildi. Ölümünden sonra Beylerbeyi’nde (Küplüce) bir sokağa adı verildi.
Türk mûsikisinde klasik üslûbun son bestekârları arasında sayılan Suphi Ziya Bey aynı zamanda iyi bir kemençe icracısı olarak tanınmıştır. Mûsiki öğrenimine Vasilaki’den aldığı kemençe dersleriyle başlamış, dört yıl sonra onun ölümü üzerine çalışmalarını Tanbûrî Cemil Bey’le devam ettirmiştir. Düzenli bir mûsiki öğrenimi görmemesine rağmen babasının mûsiki çevresinde dönemin önemli üstatlarından faydalanma imkânı bulmuştur. Hacı Kirâmî Efendi ve Leon Hancıyan’dan teganni ve usul, Rauf Yektâ Bey ve Ali Rifat Çağatay’dan nazariyat dersleri almış; Ûdî Nevres Bey, Kaşıyarık Hüsâmeddin Bey, Üsküdarlı Ziyâ Bey, Lavtacı Andon ve Kemânî Kirkor’dan istifade etmiştir.
Nota bilmediğinden besteleri yakın arkadaşları tarafından notaya alınmıştır. Bunlardan biri de Nevzat Atlığ’dır. Bestekârlığa kırk yaşından sonra başlayan Özbekkan’ın ilk bestesi, “Ben bilmez idim gizli ayan hep sen imişsin” mısraıyla başlayan hüzzam ilâhisidir. Bir yıl sonra bestelediği, “Neden hiç durmadan sevmiş bu gönlüm, durmadan yanmış” mısraıyla başlayan uşşak şarkısıyla şöhret bulmuştur. Hamâmîzâde İsmâil Dede Efendi ile Hacı Ârif Bey’den çok etkilendiğini, en çok Kadızâde Mustafa Çavuş’u sevdiğini söyleyen Özbekkan’ın basmakalıp nağmelerden uzak, duygu zenginliği ve ifade gücünün dikkat çektiği eserlerinde zarif geçkilerin süslediği melodik yapıyla ortaya konan bir sanat anlayışı kendini gösterir. Mûsikide çok defa ön plana çıkan hüzün onun eserlerinde âdeta bir sis perdesinde yok olur. Genellikle lirizmin hâkim olduğu besteleri melodi-şiir uyumunun en çarpıcı örnekleridir. Bazısının güftelerini kendisinin yazdığı, “Dün gece ye’s ile kendimden geçtim” mısraıyla başlayan hicaz divanı, “Feryâd ediyor bir gül için bülbül-i şeydâ” mısraıyla başlayan hüseynî, “Titrer yüreğim her ne zaman yâdıma gelsen” mısraıyla başlayan muhayyer, “Semt-i dildâra bu demler güzerin var mı sabâ” mısraıyla başlayan sabâ şarkısı onun en güzel eserlerinden birkaçıdır. Çok sevdiği şairler arasında yer alan Ahmed Hâşim’in, “Bir gamlı hazânın seherinde / Isrâra ne hâcet yine bülbül” mısralarıyla başlayan şiirine yaptığı kürdili-hicazkâr şarkısı aynı zamanda şairinin zevk ve titizliğine yakışan bir örnektir. Yılmaz Öztuna beste, ağır ve yürük semâi, şarkı, türkü, koşma, köçekçe ve ilâhi formlarında bestelediği altmış iki eserin listesini vermektedir (BTMA, II, 179-180). Batı edebiyatına ve özellikle Fransız edebiyatına vukufuyla tanınan Özbekkan, Fransızca şiirler yazmışsa da bunları amatörce bir deneme olarak kabul etmiştir.
BİBLİYOGRAFYA
İbnülemin, Hoş Sadâ, s. 265-266.
Baki Süha Ediboğlu, Ünlü Türk Bestekârları, İstanbul 1962, s. 243-253.
Rahmi Kalaycıoğlu, Türk Musikisi Bestekârları Külliyâtı Sayı 20: Suphi Ziya Özbekkan, İstanbul 1962.
M. Sadık Yiğitbaş, Dil Din ve Musiki, İstanbul 1968, s. 123.
Mustafa Rona, 20. Yüzyıl Türk Musıkisi, İstanbul 1970, s. 308-312.
Özalp, Türk Mûsikîsi Tarihi, II, 206-208.
İsmail Baha Sürelsan, “Suphi Ziya Özbekkan”, MM, sy. 22 (1966), s. 132-135.
a.mlf., “Suphi Ziya Özbekkan’a Dair”, Musıkî ve Nota, sy. 9, İstanbul 1970, s. 4-5.
Öztuna, BTMA, II, 178-180.
Mehmet Güntekin, “Özbekkan, Subhi Ziya”, DBİst.A, VI, 199.