- 1/4Müellif: CEMALETTİN ŞAHİNBölüme GitBatıda ve kuzeyde Kazakistan, güneyde Afganistan, güneybatıda Türkmenistan, doğuda Kırgızistan ve güneydoğuda Tacikistan ile komşudur; sınırları içeri...
- 2/4Müellif: ABDULLAH MUHAMMEDCANOVBölüme GitII. TARİH Eskiden Turan, Ortaçağ’larda Türkistan, Mâverâünnehir, günümüzde Özbekistan denilen topraklar zengin bir tarihî geçmişe sahiptir. Fergana va...
- 3/4Müellif: İSMAİL TÜRKOĞLUBölüme GitIII. KÜLTÜR ve MEDENİYET Emevîler ve Abbâsîler’den sonra Sâmânîler, Karahanlılar, Me’mûnîler, Gazneliler, Selçuklular, Hârizmşahlar ve Timurlular gibi...
- 4/4Müellif: YAŞAR ÇORUHLUBölüme GitIV. MİMARİ Özbekistan’da erken yerleşmeler içindeki mimari eserler arasında Koy Kırılgan Kale (m.ö. IV. yüzyıl), Canbas Kale (m.ö. III. yüzyıl), Angka...
https://islamansiklopedisi.org.tr/ozbekistan#1
Batıda ve kuzeyde Kazakistan, güneyde Afganistan, güneybatıda Türkmenistan, doğuda Kırgızistan ve güneydoğuda Tacikistan ile komşudur; sınırları içerisinde Karakalpakistan Özerk Cumhuriyeti yer alır. Yüzölçümü 447.400 km2, nüfusu 26.800.000 (2005), başşehri Taşkent (2.100.000), diğer önemli şehirleri Nemengân (471.000), Endican (413.000), Nukus (325.000), Buhara (299.000) ve Semerkant’tır (282.000).
I. FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA
Yaklaşık beşte dördü düzlük alanlardan oluşan ülkenin özellikle orta ve kuzeybatı kesimleri ova ve platoların yer aldığı sade bir topografyaya sahiptir. Aral gölünün güneyindeki Amuderya deltası ile Turan, Taşkent, Semerkant, Buhara, Fergana ovaları ve Kızılkum çölü başlıca düzlük alanları teşkil eder. Tanrı dağları (Tien Şan) ile Pamir dağlarının batı uzantılarının meydana getirdiği dağlık alanlar ülkenin güneydoğusundadır (Çatkal dağında Adelunga zirvesi 4301 m.). Ülkede sıcak yazlar ve soğuk kışların yaşandığı karasal bir iklim, özellikle alçak alanlarda çöl iklimi hâkimdir. Yazlar uzun, sıcak ve yağışsız olup sıcaklık yer yer 40 °C’nin üzerine çıkar. Buna karşılık kısa süren kış mevsiminde sıcaklığın zaman zaman -38 °C’ye kadar indiği şiddetli soğuklar görülür. Batı kesiminde yağışlar azdır. Doğuya doğru gidildikçe yükseltinin de etkisiyle büyük bölümü kış ve ilkbahar aylarında düşen yıllık yağışlarda bir miktar artış görülür: Karakalpakistan ve Hârizm bölgelerinde 75-100, Taşkent’te 350-400, dağların etek kesimlerinde ise 600 mm.
Bitki örtüsünün esasını alçak düzlükler ve havza tabanlarında çöl bitkileri, plato ve dağlık alanlarda step bitkileriyle dağ çayırları teşkil eder. Ülke topraklarının yaklaşık % 10’u çalı ve orman formasyonuyla kaplıdır. Önemli akarsular Orta Asya’nın en büyük nehirleri olan Amuderya ile Siriderya’dır. Aral gölüne dökülen bu akarsulardan Amuderya gölün güney kıyısında büyük bir delta oluşturur. Siriderya ise Kazakistan’a geçtikten sonra Aral’a ulaşır. Amuderya’nın kollarından Zerefşân Semerkant, Buhara ve Nevai ovalarını, Siriderya Fergana ovasını, kollarından Çirçik Taşkent ovasını sular. Başlıca göller Sarıkamış, Aydar ve Aral’dır. Bunlardan güney bölümü Özbekistan’a ait olan Aral’da büyük bir çevre felâketi yaşanmış ve Sovyetler Birliği tarafından uygulanan yanlış tarım politikaları sonucu gölü besleyen iki nehrin sularının önemli bir bölümü pamuk tarlalarının sulanmasında kullanıldığı için göl 1960’lardan itibaren kurumaya başlamış ve yüzeyi yaklaşık % 60, hacmi ise % 80 oranında küçülmüştür; bu sebeple eski kaynaklarda dünyanın dördüncü büyük gölü olarak gösterilirken günümüzde altıncı sıradadır. Diğer taraftan pamuk tarımında kullanılan kimyasal maddeler göl tabanında birikmiş ve bunlar suların çekilmesiyle birlikte toz fırtınaları tarafından çevreye yayılarak binlerce canlı türünün yok olmasına ve insanların ölümüne yol açmıştır.
Özbekistan, Orta Asya Türk cumhuriyetleri arasındaki en kalabalık ülke olup nüfusunun yıllık artış hızı yaklaşık % 1,5, yoğunluğu 53 kişidir (km2). Nüfus özellikle Amuderya ve Siriderya ile bunların kollarının suladığı vadi ve ovalarda toplanmıştır; Nemengân, Endican ve Fergana gibi büyük şehirlerin bulunduğu Fergana havzası ile Taşkent, Buhara, Semerkant, Ürgenç, Nukus ve Karşi çevreleri en yoğun alanlardır. Halkın yaklaşık % 80’ini Özbekler, % 10’unu diğer Türk boyları, geri kalanını da büyük bölümü Taşkent’te yaşayan Ruslar (% 5), Tacikler, Ermeniler, yahudiler, Almanlar ve Koreliler oluşturur. Resmî dil Özbekçe’dir; ayrıca her etnik grup kendi dilini de konuşur. Nüfusun % 90’ı hemen tamamı Sünnî müslüman, % 6 kadarı hıristiyan, geri kalanı ise farklı dinlerin mensubudur.
İnsanların büyük bir bölümünün kırsal kesimde yaşadığı Özbekistan’da tarım en önemli geçim kaynağı ve ekonominin temelidir. Toprakların yaklaşık % 10’undan elde edilen ürünlerin başlıcaları pamuk, buğday, pirinç, çeşitli sebze ve meyvedir. Yağışların azlığı sebebiyle tarım büyük ölçüde sulamaya bağlıdır. Özbekistan dünyanın önde gelen pamuk üreticilerinden biridir. Ancak tahıl ihtiyacını karşılamak amacıyla son yıllarda pamuk üretim alanlarının bir kısmı başta buğday olmak üzere çeşitli tahıllara ayrılmış ve 1999’da 3,6 milyon ton olan pamuk üretimi 2003’te 2,8 milyon tona inerken 1999’da 3,7 milyon ton olan tahıl üretimi 2003’te 5,7 milyon tona çıkmıştır. İpek böcekçiliğinin çok gelişmiş olduğu ülkede başlıca geçim kaynaklarından biri de hayvancılıktır. Geniş bozkır alanlarındaki iklim ve bitki örtüsünün özellikleri sebebiyle koyun, bilhassa karakul koyunu yetiştiriciliği ve buna bağlı astragan üretimi ve ihracatı büyük önem taşımaktadır.
Özbekistan yer altı zenginlikleri bakımından şanslı bir ülkedir ve tabii kaynaklarının en önemlileri doğalgaz, altın, petrol, uranyum ve kömürdür. Tahminî 1,8 trilyon metreküp doğalgaz rezervinin bulunduğu ülkede Kaşkaderya, Buhara, Endican ve Surhanderya üretim yapılan başlıca idarî bölgelerdir. Petrol Buhara, Kaşkaderya, Surhanderya, Fergana, Nemengân ve Endican idarî bölgelerinde üretilmektedir. Buhara Petrol Rafinerisi ve Fergana petrol tesisleri ülke için büyük değer taşımaktadır. Özbekistan dünyanın önde gelen altın üreticisi ülkelerden biridir ve pamuktan sonra ikinci ihracat ürünü altındır. Kızılkum çölündeki Muruntau madeni sadece Özbekistan’ın değil dünyanın en önemli altın madenlerinden biridir. Yıllık üretim miktarı yaklaşık 6 milyon ton olan kömür, Taşkent’in doğusunda Angren ile Termiz’deki Şargun ve Baysun ocaklarından çıkarılmaktadır.
Ülkede tarım ürünleri ve zengin yer altı kaynaklarına bağlı çeşitli sanayi kolları gelişmiştir. Bunların başında tarım ve tekstil makineleri, çeşitli kimyasallar, gaz, metalürji, gıda ve otomobil sektörleri gelir. Taşkent makine, gıda, otomotiv; Semerkant ve Fergana tekstil, petrol, kimya, gübre; Endican ve Nemengân tekstil, makine, kimya, elektronik ve petrol sanayiinin toplandığı başlıca merkezlerdir. Orta Asya’nın en büyük tekstil fabrikası ve tek uçak fabrikası Taşkent’tedir. Taşkent civarındaki Bekâbâd demir çelik tesisleri de önemli sanayi kuruluşlarından biridir. Bu ekonomik etkinliklere bağlı olarak ülkenin dış ticareti gelişme yolundadır. Özbekistan 1992’de Ekonomik İşbirliği Teşkilâtı’na ve 1996’da İslâm Konferansı Teşkilâtı’na üye olmuştur.
BİBLİYOGRAFYA
Talip Yücel, Asya Coğrafyası, Ankara 1960, I, 72-73, 181.
a.mlf., Asya’nın Beşerî ve İktisadî Coğrafyası, Ankara 1965, s. 116, 171, 209.
L. Ligeti, Bilinmeyen İç Asya (trc. Sadrettin Karatay), Ankara 1986, s. 27, 28, 29.
Yusuf Dönmez, Türk Dünyası’nın Beşerî ve İktisadî Coğrafyası, İstanbul 1987, s. 64, 68, 69, 73, 75, 78, 83.
D. T. Twiniry, Guide to the Repulolics of the Former Soviet Union, Westport 1993, s. 151-155.
Ali Yiğit, Türk Ülkeleri ve Türklerin Yaşadıkları Bölgelerin Coğrafyası, Elazığ 1996, s. 87-95.
İbrahim Atalay, Kıtalar ve Ülkeler Coğrafyası, İzmir 2001, s. 187-192.
Faruk Uysal, Özbekistan Ülke Raporu, Ankara 2004, s. 6-15, 41-43, 50.
https://islamansiklopedisi.org.tr/ozbekistan#2-tarih
II. TARİH
Eskiden Turan, Ortaçağ’larda Türkistan, Mâverâünnehir, günümüzde Özbekistan denilen topraklar zengin bir tarihî geçmişe sahiptir. Fergana vadisi (Selungun mağarası), Taşkent vahası (Kölbulak ve Âbirahmet mağarası), Surhanderya vadisi (Teşiktaş/Deliktaş mağarası), Semerkant vahası (Âmankotan mağarası) ve diğer yerlerde gerçekleştirilen arkeolojik araştırmalar sonucu yerleşim tarihinin Eskiçağ’lara kadar indiği, ilkel insan topluluklarının geniş bir coğrafyada yayılmış olduğu tesbit edilmiştir. Bilhassa avcılık ve hayvancılıkla geçinen kabilelerin, milâttan önce V-III. binyıllarda “Kaltaminarlılar medeniyeti” adıyla bilinen medeniyeti kuran eski balıkçı ve avcı kabilelerin geniş alanda dağıldığı belirtilmiştir. Milâttan önce III. binyılın sonu ile II. binyıllarda ilkel tarım şekillenerek ilk sulama kolları, bunların yanında küçük köyler ortaya çıkmış, ardından ilk şehirler (Sopollitena, Carkotan) kurulmuştur. Milâttan önce VI-IV. yüzyıllarda bu ülkede Bahtar Krallığı ve Büyük Hârizm gibi eski devletlerin kurulduğu anlaşılmakta, bu dönemlerde ticaret ve küçük zanaatların geliştiği bilinmektedir. Söz konusu devirde eski Turan diyarının güney sınırlarında Aryaniler, kuzeyde ise Törler adıyla meşhur olan halklar yaşamıştır. Aynı zamanda Ârâmî yazısı esasında Soğd yazısı ve Hârizm yazısı gibi eski yazılar ortaya çıkmıştır.
Eski Turan halkı milâttan önce V-IV. yüzyıllarda İran Ahamenîleri, milâttan önce 329-327 yıllarında İskender’in istilâsına karşı mücadele etti. Milâttan önce III-II. yüzyıllarda bu kesimde güçlü Kang Hakanlığı, onun güney kısmında Kuşan, Fergana vadisinde Dâvân devletleri hüküm sürdü. IV-VI. yüzyıllarda bu sınırlar önceleri Akhunlar, Kidariylar ve Eftalitler idaresi altında bulunuyordu. Halkın önemli bir kısmı hayvancılıkla uğraşıyordu, bir kısmı da şehir ve köylerde yerleşik bir hayat sürüyordu. Burada birçok din hâkim durumdaydı. Soğd ve Çaç’ta Zerdüştîlik, Tâaristây ve Doğu Türkistan’da Buda dini yaygındı. Şehirlerde Nestûrîler ve yahudi cemaatleri de yaşıyordu. Yerli halkın çoğunluğu Soğdca, göçebeler ise Türkçe konuşuyordu.
VI. yüzyılın ikinci yarısı ile VII. yüzyılda bölgede yaşayan topluluklar Yettisuv’da (Yedisu) kurulan Batı Türk Hakanlığı bayrağı altında birleşti. Bunlar birkaç küçük feodal hâkimliğin bir araya gelmesiyle teşekkül etmişti. İçlerinde en güçlüsü Zerefşân ve Kaşkaderya vadilerinde yerleşmiş Soğd Konfederasyonu idi. Konfederasyona Semerkant ve Buhara dışında Maymurg, İştihan, Kuşaniya, Vardana, Keş ve Mahşab gibi meliklikler bağlıydı. Soğd’da nüfus çok kalabalık olup çiftçilik ve bağcılıkla uğraşılıyordu. Buğdaydan başka pamuk ve pirinç yetiştiriliyor, pamuk dokumacılığı yaygın biçimde yapılıyordu. Soğd şehirlerinde çeşitli küçük el sanatları, dokumacılık, seramikçilik, dericilik, seracılık, bakırcılık ve kuyumculuk, ayrıca iç ve dış ticaret oldukça gelişmiş durumdaydı.
707-715 yıllarında Mâverâünnehir ve Hârizm, Kuteybe b. Müslim kumandasındaki İslâm orduları tarafından fethedildi ve bölge halkı tedrîcen İslâmiyet’i kabul etmeye başladı. Ancak Emevîler’in bölge halkına yönelik siyasetleri Mâverâünnehir ve Horasan halkının birkaç defa ayaklanmasına yol açtı. IX. yüzyılda bu kesimde bağımsız Sâmânîler Devleti ortaya çıktı. Aynı asırda Karahanlılar ve XII. yüzyılda Karahıtaylılar’ın hâkimiyetine giren ülkede XII. yüzyılın ikinci yarısıyla XIII. yüzyılın başında Hârizmşahlar Devleti kuruldu. IX-XII. yüzyıllardaki bu çok karışık siyasî ortam beraberinde birçok sosyal ve ekonomik değişimi getirdi, ayrıca kültürel hayatın gelişmesine vesile oldu. Dünyaca ünlü düşünürler, ilim ve fen adamları, din âlimleri ve kumandanlar yetişti. Bunlardan Fergānî, Muhammed b. Mûsâ el-Hârizmî, Fârâbî, Bîrûnî, İbn Sînâ, İmam Buhârî, Hakîm et-Tirmizî, Burhâneddin el-Mergīnânî gibi âlimler dünya ilmine büyük katkıda bulunmuştur. 1220-1221 senelerinde bölge Cengiz Han liderliğindeki Moğollar’ın istilâsına uğradı. Onlara karşı direnen Buhara, Semerkant, Ürgenç, Hucend ve Tirmiz şehirleri tamamen tahrip edildi. Moğollar XIII-XIV. yüzyıllar boyunca ülkede hâkimiyetlerini sürdürdüler. Onlara karşı direniş ise devam etti.
XIV. yüzyılın ikinci yarısı ile XV. yüzyılda ülkede yeni siyasî değişiklikler meydana geldi. Moğol hâkimiyeti ve feodal dağınıklık sona erdirildi. Emîr Timur başkanlığında feodal bir devlet kuruldu. Türk kabileleri başta olmak üzere Orta Asya’daki toplulukların bir araya gelişi Timur sayesinde gerçekleşti. Yirmi yedi devleti idaresi altına alarak bir imparatorluk kuran Timur’un hükümranlığı döneminde Türkistan’da önemli gelişmeler oldu. Semerkant ve Buhara gibi şehirlerde birçok âbide inşa edildi. Ticarî hayatta ilerleme kaydedildi. Timur’un ölümünden sonra ülkede başlayan taht mücadeleleri siyasî sıkıntılara yol açtıysa da onun vârisleri Şâhruh, Uluğ Bey, Ebülkāsım Bâbür, Ebû Said ve Sultan Hüseyin yaklaşık bir asır boyunca Timurlular’ın hükümranlığını sürdürdü.
XV. yüzyıl sonunda Timurlular Devleti’nin kuzeyinde Deştikıpçak’ta ortaya çıkan Şeybânîler giderek güçlenip Mâverâünnehir’e doğru yayıldılar. Batu Han’ın kardeşi Şeybânî ahfadından gelen Ebülhayr Han, büyük dedesi Özbek Han’ın adını taşıyan topluluğunu siyasî bir çatı altında bir araya getirip bağımsızlığını ilân etti (831/1428) ve Timurlu topraklarına girdi, Timurlular saltanatına son verdi ve 855’e (1451) kadar bütün ülkeye hâkim oldu. Bir ara durumları sarsılan Özbekler, Muhammed Şeybânî Han döneminde (1500-1510) yeniden toparlandılar ve kısa bir müddet sonra hâkimiyetlerini Orta Asya’ya yaymaya başladılar. Ancak XVI-XVII. yüzyıllarda Türkistan ülkesinde devlet bölünerek küçük hanlıklar ortaya çıktı. XVI. yüzyılda Hîve Hanlığı (Amuderya’nın aşağı kısmında), Buhara Hanlığı (Semerkant, Buhara, Kaşkaderya, Surhanderya vilâyetleri ve Güney Tacikistan toprakları), XVIII. yüzyılda Hokand Hanlığı (Fergana vadisi, Taşkent, Siriderya vilâyetleri, Kırgızistan ve Kazakistan’ın güney bölgesi) kuruldu. Türkistan tarihinde bu dönem “Üç Özbek Hanlığı” adıyla bilinir. Bu sırada İran’da ortaya çıkan Safevîler’e karşı Özbek hanları Osmanlılar’la daha XVI. yüzyılda irtibat kurdular. Özellikle XVI. yüzyıl sonunda başlayan mücadelelerde Şah Abbas’a karşı Özbek hanları ile Osmanlılar arasındaki ilişkiler siyasî açıdan da gelişti. XVIII. yüzyılda İran’da duruma hâkim olan Nâdir Şah, Orta Asya’daki hanlıkları kendi kontrolü altına aldıysa da bu durum uzun sürmedi. İran’la başlayan bu mücadeleler XIX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar devam etti. Bu durum Hîve ve Buhara hanlıkları arasındaki rekabet ve çekişmeyi alevlendirdi. Buhara Emîri Haydar, İran ve Hîve Hanlığı ile yapılan mücadelede zor durumda kalınca İstanbul’a başvurdu. Fakat Ruslar’ın ilerleyişi Hîve, Hokand ve Buhara hanlıkları için yeni bir dönemin başlangıcını oluşturdu.
XIX. yüzyılın ikinci yarısında bütün Türkistan, Rusya İmparatorluğu tarafından işgal edilmeye başlandı. 1865 yılı Haziranında Çarlık ordusu Taşkent’i aldı. İşgal edilen ülkeyi yönetmek üzere 1867’de Türkistan Genel Gubernatörlüğü kuruldu. 1876’da Hokand Hanlığı’na son verilip Buhara Emirliği ve Hîve Hanlığı müstemleke haline getirildi. Çar Rusyası Türkistan’ı alınca doğal kaynakları ve zengin toprakları eline geçirdi. Burayı ham madde merkezi yaptı ve sanayi malları için pazara dönüştürmeye çalıştı. Pamuklu sanayi geliştirildi, pamuklu dokuma, yağ, sabun ve çeşitli atölyeler kuruldu. 1898’de 1748 kilometrelik demiryolu hattı yapıldı. Böylece Çarlık Rusyası, Türkistan’ın doğal zenginliklerini ucuz ve kolay taşıma imkânına sahip oldu. Her ne kadar bu dönemde hanlıklar arasındaki çekişmelere son verildiyse de Rus idaresi altında halkın durumu kötüleşti. Ruslar’a karşı birçok ayaklanma çıktı. Çarlık Rusyası’nın sömürgeci baskısına karşı 1893’te Taşkent’te, 1898’de Endican’da Dukçi İşan ayaklanması ve 1916’da Taşkent, Mergilân ve Cizzah’ta halk ayaklanmaları oldu. Bu ayaklanmalar kanlı bir şekilde bastırıldı.
1 Kasım 1917 tarihinde Taşkent’te Bolşevikler tarafından silâhlı ayaklanma çıkarılıp Türkistan ülkesinde Sovyetler hâkimiyeti gerçekleştirildi. Nisan 1918’de Türkistan Genel Gubernatörlüğü ortadan kaldırıldı ve Türkistan Otonom Cumhuriyeti kuruldu. 1920’de Buhara Halk Sovyet Cumhuriyeti ile Hîve’de Hârizm Halk Cumhuriyeti teşkil edildi. Lenin başkanlığındaki Sovyetler hükümeti ülkede hâkimiyetin devamlılığını sağlamak için çok uğraştı. 1918 yılının Haziran ayında Taşkent’te Bolşevikler’in birinci ülke dönem toplantısı yapıldı. Türkistan Komünist Partisi, Rusya Bolşevikler Partisi’nin bir parçası olarak onaylandı. Bu parti sonradan güçlenip yetmiş yıldan fazla hâkim oldu, sosyalizmin rehberliğini yaptı. Bu dönemde Özbekistan’da sanayi, tarım, ilim, teknik ve kültür alanında belli gelişmeler olduysa da mahiyet itibariyle dünya sosyal ve ekonomik gelişmesinin çok gerisinde kaldı. Özbekistan’dan ham madde ve ürün götürülüp buraya günlük ihtiyaç için gerekli mallar getiriliyordu. Böylece Özbekistan, eski Sovyetler Birliği içinde ucuz ham madde ve stratejik zenginlikler verici ülke, hazır ürün satılacak bir pazar oldu. Sovyetler rejimi döneminde Özbekistan mâneviyat alanında çok zarar gördü. 1930-1950 yıllarında 40.000 kadar aydın ve din âlimi rejimin kurbanı oldu.
Şimdiki Özbekistan sınırı 1917’de Bolşevik İhtilâli’ne kadar Türkistan Genel Gubernatörlüğü, Rusya’nın yarı sömürgesi olan Buhara Emirliği ve Hîve Hanlığı’na bölünmüştü. Ülkede esas idarî taksimat vilâyet, kaza, nahiye ve köylerden oluşuyordu. Buhara Emirliği yirmi sekiz beylikten ibaret olup bunlar mülklere, Buhara şehri ve Buhara vahası ise şehirlere ve yedi ilçeye bölünmüştü. Hîve Hanlığı, Hîve şehri yanında yirmi beylik ve iki nâibliğe taksim edilmişti. Sovyet devleti millî cumhuriyetler kurma perdesi altında emirlik ve hanlıkları yok etti. Türkistan ülkesi parçalandı. 1924 yılında Orta Asya’da Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulunca yedi vilâyete (Semerkant, Taşkent, Fergana, Zerefşân, Surhanderya, Kaşkaderya, Hârizm), yirmi iki kazaya ve 241 nahiyeye bölündü. Semerkant başşehir oldu. 1926’da yeni bir yapı oluşturuldu. On bölge kuruldu (Hârizm, Buhara, Orta Zerefşân, Semerkant, Taşkent, Hucend, Kokond, Endican, Surhanderya, Kaşkaderya). Ayrıca seksen yedi ilçe ve 1746 köy mevcuttu. 1936’da Karakalpakistan Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti içine alındı. Böylece Özbekistan içinde bir otonom cumhuriyet, dokuz vilâyet, üç bölge, 109 ilçe, yirmi iki şehir, on sekiz köy tipindeki kasaba ve 1392 köyden oluştu. Sonradan vilâyetler daraltıldı. 1957’de bir otonom cumhuriyet, dokuz vilâyet, altı şehir ilçesi, 115 köy ilçesi, yirmi dokuz şehir, elli yedi şehir tipinde kasaba ve 993 köy vardı.
Özbekistan Cumhuriyeti. Sovyetler Birliği sisteminin çöküşüyle birlikte 31 Ağustos 1991 tarihinde Özbekistan Cumhuriyeti bağımsızlığını ilân etti. 20 Aralık’taki referandumda Özbekistan Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı seçildi. 8 Aralık 1992’de Özbekistan Cumhuriyeti anayasası kabul edildi. Başkanlık sisteminin uygulandığı Özbekistan’da başkan geniş yetkilerle donatıldı. Ülkede 100’den fazla milletten oluşan insan yaşamaktadır. Bunların eğitimlerini, inanç ve geleneklerini yerine getirmeleri için şartlar mevcuttur. Cumhuriyette yirmi beş milletlerarası kültür merkezi faaliyet göstermektedir. Vilâyet, ilçe ve şehirlerde hâkimlik makamı ihdas edildi. Özbekistan 21 Aralık 1991’de Bağımsız Devletler Topluluğu’na üye oldu. Dünyada 160’tan fazla devlet Özbekistan Devleti’nin bağımsızlığını tanıdı, yetmiş yediden fazla ülke ile diplomatik ilişki kuruldu. Ülkenin başşehri olan Taşkent’te Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri, Hindistan, Fransa, Almanya ve diğer devletlerin büyükelçilikleri, uluslararası teşkilâtların temsilcilikleri açıldı. 2 Mart 1992’de Özbekistan Birleşmiş Milletler’e kabul edildi. 1 Temmuz 1994’te millî parası “som” tedavüle girdi. Cumhuriyette dış ticaret gelişmekte ve yabancı sermaye girişi sürmektedir.
BİBLİYOGRAFYA
Seyfi Çelebi, L’ouvrage de Seyfī Çelebī: Historien ottoman du XVIe siècle (nşr. ve trc. J. Matuz), Paris 1968, s. 123-133.
Feridun Bey, Münşeât, II, 73, 147, 281-282.
V. V. Barthold, Four Studies on the History of Central Asia (trc. Vladimeir-Tatiana Minorsky), Leiden 1962, III, 136, 163-166.
D. S. Carlisle, “Uzbekistan and the Uzbeks”, Handbook of Major Soviet Nationalities (ed. R. Rogers), New York 1975, s. 298-303.
a.mlf., “Geopolitics and Ethnic Problems of Uzbekistan and its Neighbours”, Muslim Eurasia (ed. Y. Roi), London 1995, s. 71-103.
Republic of Uzbekistan: Laws and Decrees, Taşkent 1992.
I. A. Karimov, Uzbekistan: The Road of Independence and Progress, Tashkent 1992.
Essays on Uzbek History: Culture and Language (ed. Bakhtiyar A. Nazarov v.dğr.), Bloomington 1993.
Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyâsî Münâsebetleri: 1578-1612, İstanbul 1993, s. 191, 200-219.
A. R. Muhammedcanov, Özbekistan Tarihi (V. Asırdan XVI. Asrın Başlarına Kadar), Taşkent 1994.
E. Allworth, The Modern Uzbeks, from the Fourteenth Century to the Present: A Cultural History, Stanford 1995.
Mehmet Saray, Yeni Türk Cumhuriyetleri Tarihi, Ankara 1996, s. 261-325.
Heirs to the Silk Road: Uzbekistan (ed. J. Kalter – M. Pavaloi), London 1997.
R. Hanks, Uzbekistan, Oxford 1999.
N. J. Melvin, Uzbekistan: Transition to Authoritarianism on the Silk Road, Amsterdam 2000.
“Özbekistan Cumhuriyeti”, Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel v.dğr.), Ankara 2002, XIX, 625-708.
Th. Zarcone, “Uzbekistan”, EI2 (İng.), X, 960-963.
“Uzbekistan”, Encyclopedia of Asian History, New York 1988, IV, 176-178.
https://islamansiklopedisi.org.tr/ozbekistan#3-kultur-ve-medeniyet
III. KÜLTÜR ve MEDENİYET
Emevîler ve Abbâsîler’den sonra Sâmânîler, Karahanlılar, Me’mûnîler, Gazneliler, Selçuklular, Hârizmşahlar ve Timurlular gibi devletlerle Çağatay, Buhara, Hîve ve Hokand hanlıklarının hüküm sürdüğü Özbekistan toprakları İslâm kültür ve medeniyeti açısından büyük önemi haiz Mâverâünnehir, Hârizm ve Fergana bölgelerinin mühim bir kısmını, bu arada Buhara, Semerkant, Taşkent (Şâş), Nesef, Tirmiz ve Gürgenç gibi tarihî şehirleri ihtiva etmesi dolayısıyla çok değerli bir İslâm kültür mirasına ev sahipliği yapmıştır. Çeşitli dönemlerde kurulan medrese, kütüphane ve rasathânelerin yanı sıra gerek dinî ilimler gerekse fen ve tabiat bilimleri alanında yetişen âlimlerle bölge dünyanın sayılı ilim merkezlerinden biri olmuştur. Fıkıh, tefsir, hadis, kelâm ve tasavvuf gibi ilimlerde başlı başına ekol oluşturmuş, eserleri temel başvuru kitabı haline gelmiş çok sayıda âlim bulunmaktadır. Bunlar arasında Abdullah b. Abdurrahman ed-Dârimî, Muhammed b. İsmâil el-Buhârî, Ebû Îsâ et-Tirmizî, Hakîm et-Tirmizî, Mâtürîdî, Hakîm es-Semerkandî, Muhammed b. Ali el-Kaffâl (Kaffâl eş-Şâşî/el-Kebîr), Ebü’l-Leys es-Semerkandî, Muhammed b. İbrâhim el-Kelâbâzî, Ebü’l-Muîn en-Nesefî, Zemahşerî, Ahmed Yesevî, Abdülhâliḳ-ı Gucdüvânî, Kādîhan, Burhâneddin el-Mergīnânî, Necmeddîn-i Kübrâ, Bahâeddin Nakşibend ve Hâce Ubeydullah Ahrâr zikredilebilir. Felsefe, tıp, matematik, astronomi, tarih, edebiyat, coğrafya alanındaki meşhur âlimlerden bazıları da şunlardır: Muhammed b. Mûsâ el-Hârizmî, Fergānî, Ceyhânî, Nerşahî, Ebû Bekir el-Hârizmî, Muhammed b. Ahmed el-Hârizmî, İbn Sînâ, Bîrûnî, Çağmînî.
1. Dil ve Edebiyat. Özbekistan Cumhuriyeti’nin resmî dili olan Özbekçe, Çağatay Türkçesi’nin bir devamı olup Özbekistan’ın yanı sıra Afganistan, Kırgızistan, Kazakistan, Doğu Türkistan, Tacikistan, Türkmenistan, Rusya Federasyonu, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi ülkelerde yaşayan yaklaşık 35 milyon Özbek tarafından konuşulmaktadır. Arapça ve Farsça’nın Özbekçe üzerindeki tesiri diğer Orta Asya Türk dillerine göre daha fazladır. Özbekistan’da 1929 yılına kadar Arap alfabesi, daha sonra Latin (1929-1940) ve Kiril (1940-1993) alfabeleri kullanılmış, bağımsızlığın ardından 2 Eylül 1993’te yeniden Latin alfabesine dönülmüş, bu arada imlâ kuralları beş defa yenilenmiştir (1923, 1929, 1935, 1956, 1995). Orta Asya’da yaşayan diğer Türk boyları gibi Özbekler de Orhon yazıtlarını ve eski Uygur metinlerini ilk edebî eserleri olarak kabul etmektedir. Bugün Özbekistan sınırları içinde yer alan Fergana ve Siriderya havzasında yirmi civarında runik Türk yazıtı bulunmuştur.
Çağdaş Özbek edebiyatı tarihlerinde Özbek edebiyatı kadim dönem, mümtaz edebiyat, yeni edebiyat adıyla üç dönemde ele alınmaktadır. Zerdüştîliğin kutsal kitabı Avesta ve runik Türk yazıtlarıyla başlatılan kadim dönem VII. yüzyılda yerini bu dönemin ikinci evresine bırakır. Kâşgarlı Mahmud, Yûsuf Has Hâcib, Edib Ahmed Yüknekî, Ahmed Yesevî ve Rabgūzî’nin eserleriyle Oğuznâme bu evreye aittir. Mümtaz edebiyat Timurlular dönemi ve XVI-XIX. yüzyıllar arası olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Seyf-i Sarâyî, Lutfî, Hâfız-ı Hârizmî, Hüseyin Baykara, Ali Şîr Nevâî, Bâbür, Atâî, Sekkâkî ve Gedâyî birinci dönemin; Şeybânî Han, Muhammed Sâlih, Ebülgazi Bahadır Han, Sûfî Allahyâr, Nâdire, Muhammed Şerîf Gülhanî, Üveysî, Nûr Muhammed Andelib ikinci dönemin temsilcileridir. Yeni edebiyat millî uyanış (1850-1905), Cedîd edebiyatı (1905-1930), Sovyet devri edebiyatı (1930-1980) ve müstakillik devri (1990’dan itibaren) olarak dört dönemde incelenir. Millî uyanış devrinde Kâmil Hârizmî, Muhyiddin Muhyî, Yûsuf Saryomiy, Mukīmî, Zevkî; Cedîd edebiyatı döneminde Sıddîkī Azîz, Abdullah Avlânî, Abdürraûf Fıtrat, Hamza Hekimzâde Niyâzî, Abdullah Kādirî, Abdülhamid Süleymanoğlu Çolpan; Sovyet edebiyatı devrinde Gafûr Gulâm, Aybek, Mîrkerîm Âsım, Mîrtemir, İzzet Sultan, Zülfiye, Şükrullah, Mîrmuhsin, Âdil Yâkubov, İbrâhim Gafurov, Pîrimkul Kadirov gibi yazarlar yetişmiştir. Hüsnüddin Şerifov, Muhtar Omonov, Âzâd Şerefeddinov, Naîm Kerimov, Yoldaş Süleyman, Erkin Vahidov, Şükür Halmîrzaev ve diğerleri müstakillik dönemi yazarları arasında dikkat çekmektedir.
Özbek halk edebiyatının en hacimli eserleri Köroğlu ve Alpamış destanlarıdır. Köroğlu destanının 100 civarında varyantı tesbit edilmiştir. Halk edebiyatının günümüze aktarılmasında en büyük rolü bahşı, şair, cirav, cırçi gibi adlar verilen halk ozanları oynamıştır. Cumanbülbül, Ergeş Cumanbülbüloğlu, Fazıl Yoldaşoğlu, Polken, İslâm Şair Nazaroğlu, Çarı Bahşı Umiroğlu, Rahmetullah Yusufoğlu meşhur bahşılardır. Sovyet döneminde 200’den fazla bahşı tesbit edilip eserleri kayda geçirilmiştir.
1875 yılından itibaren Türkistan Vilayatining Gazeti isimli gazetede Tolstoy ve Puşkin’in eserlerinin Özbekçe çevirileri yayımlanmış, Özbek yazarları bu çevirilerden etkilenerek modern şiir ve edebiyatın örneklerini vermeye başlamıştır. 1913’te Özbekçe olarak çıkan Sadâ-yı Türkistan, Semerkand ve Ayna gazetelerinde eserlerini tefrika etme imkânı bulan Özbek yazarlarının modern şiir, hikâye ve romanla tanışmalarında Rus ve Batılı edebiyatçıların yanında Türk yazarların da katkısı olmuştur. Şinâsi, Nâmık Kemal, Ziyâ Paşa, Tevfik Fikret, Rûşen Eşref Ünaydın, Yahya Kemal Beyatlı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Hâlit Karay ve Fâlih Rıfkı Atay gibi Türk yazar ve şairlerinin eserleri Özbekçe ve Tatarca’ya tercüme edilmiştir.
1917 Bolşevik İhtilâli’ne kadar sadece Mîrmuhsin’in Bezerfend Açıldıbey adlı romanı (1914), Abdülhamid Süleyman Çolpan’ın Dohtor Muhammedyar isimli hikâyesi (1914), Hamza Hekimzâde Niyâzî’nin Yeni Saadet: Millî Roman’ı (1915) yayımlanma imkânı bulmuştur. Özbek romanının kurucusu olarak kabul edilen Abdullah Kādirî’nin ilk romanı Ötken Künler, 1923-1924’te İnkılâb dergisinde tefrika edildikten sonra 1926 yılında kitap halinde basılmıştır. 1929’da Semerkant’ta yayımlanan ikinci romanı Mehrabdan Çayan’da Rus işgali öncesinde Hokand Hanlığı’nda taht kavgası veren hânedan mensuplarıyla valileri, dergâh ve camiler etrafında toplanan asalak tiplerin maceralarını, Abid Ketman isimli romanında kolhoz ve köy hayatını anlatmıştır.
Abdürraûf Fıtrat’ın 1918 yılında Taşkent’te kurduğu Çağatay Gürüngi adlı yazarlar birliği modern Özbek edebiyatının gelişmesine önemli katkıda bulunmuştur. Stalin döneminde pantürkizm ve panislâmizm suçlamalarıyla ortadan kaldırılan şair Çolpan’ın sağlığında dört şiir kitabı yayımlanmıştır (Uyanış [1922], Çeşmeler [1924], Tan Sırları [1926], Koşuklarım [1935]). Çolpan komünizmin inşa sürecinde (1920-1937) şiirlerinin propaganda aracı olarak kullanılmasına izin vermemiş; Elbek, Aydın ve Aybek gibi dönemin diğer şairleri de onun yanında yer almıştır. Abdullah Kādirî, Abdürraûf Fıtrat ve Çolpan gibi Özbek millî uyanış edebiyatının önemli şahsiyetleri 4 Ekim 1938 tarihinde kurşuna dizilmiştir. Bu dönemde Erkin Vahidov, Berat Baykabilov, Abdullah Aripov gibi şairler rejimin istekleri doğrultusunda eser vermek zorunda kalmıştır. Çolpan’ın hayatının en kritik döneminde yayımlanan Keçe ve Kündüz adlı romanı (1936) Özbek edebiyatında roman türünün gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Romanda Rus İmparatorluğu zulmü altında ezilen Türkistan halkı ele alınmıştır. Aybek mahlasıyla tanınan Musa Taşmuhammedoğlu Nevaî (1942) adlı romanında Ali Şîr Nevâî’yi anlatmıştır. Özbek edebiyatının en parlak eserleri arasında yer alan roman defalarca basılmış, Türkiye Türkçesi’ne aktarılmış ve yabancı dillere tercüme edilmiştir. Özbek edebiyatının tarihî konuları işleyen önemli eserlerinden biri de Pîrimkul Kadirov’un büyük devlet adamı, Çağatay edebiyatının ünlü temsilcisi Bâbür’ün hayatını konu edinen Yulduzlu Tünler adlı romanıdır. Yazar, bunun bir devamı olan Evladler Davani’de Bâbür’ün kurduğu imparatorluğu sürdüren Hümâyun ve Ekber Şah’ın hayatını ve mücadelelerini anlatmıştır.
Stalin döneminde milyonlarca mâsum insanın ölümünü, sürgüne gönderilmesini, hapsedilmesini konu edinen ilk romancı olan Şöhret (Âlimov Gulâm) Altın Zenlemes adlı romanında saf, iyi niyetli ve açık sözlü öğretmen Sâdık’ın trajik yaşamını hikâye etmiştir. Eser Özbek edebiyatında otobiyografik roman tarzının seçkin örneklerindendir. Stalin devrinde yaşayan insanların çektikleri sıkıntıları dile getiren başka bir roman da Şükrullah’ın Kefensiz Kömilgenler’idir. Abdulla Kahhar’ın 1934 yılında yayımlanan Serah isimli romanının kahramanı yazar olma arzusuyla yanıp tutuşan yetenekli genç Rehimcan Seidiy’dir. Ancak ideolojik baskılar onun özgür düşünmesine, hayatı ve insanları doğru algılamasına engel olur. Âdil Yâkubov Diyanet adlı romanında (1973) perestroykadan önceki Sovyet yönetimini sert bir dille eleştirir. Yâkubov daha sonra yazdığı Ak Kuşlar, Apak Kuşlar’da (1988) yine Sovyet yıllarını daha derin ve geniş olarak yansıtmıştır.
Özbek romanında dikkati çeken konulardan biri de Afganistan, Arabistan, Türkiye gibi ülkelerde göçmen olarak yaşayan Özbekler’dir. Şöhret Cennet Kıdırgenler adlı romanında (1968) muhaceretteki Özbekler’in çektikleri sıkıntıları anlatmış, İstanbul’da yaşayan Özbek asıllı yazar Sabir Seyhan Edeşgenler romanında (Taşkent 1996) aynı konuyu işlemiştir. II. Dünya Savaşı da Özbek edebiyatında en çok işlenen konulardan biridir. Aybek Kuyaş Karaymes, Şöhret Şinelli Yıllar, Âdil Yâkubov Er Başige İş Tüşse, Seid Ahmed’in Ufk adlı romanlarında savaş yıllarında ölen, sakat kalan, kaybolan Özbek gençlerinin dramı, askere gidenlerin geride bıraktıkları ailelerinin çektikleri sıkıntılar, savaşın getirdiği yoksulluk ve kıtlık, aşklar, acılar anlatılmıştır. Sadreddin Aynî’nin Buhara Cellatları (1970), Abdullah Kādirî’nin Ötgen Künler (1993), Âdil Yâkubov’un Uluğbeyin Hazinesi (1993), Köhne Dünya (1993), Adalet Menzili (1994), Nur Ali Kabul’un Unutulan Sahiller (1996), Aybek’in Nevâî (1995), Pîrimkul Kadirov’un Son Timurlu I, II (2004), Şükrullah’ın Kefensiz Kömilgenler (2005), Tulepbergen Kaipbergenov’un Karakalpak Kızı (2006) adlı romanları Türkiye Türkçesi’ne çevrilmiştir.
Özbek edebiyatında ilk tiyatro yazarı Mahmud Hoca Behbûdî’dir. 1911 yılında kaleme aldığı Pederkûş yahut Okımegen Balenin Hali isimli üç perdelik oyunu Turan mecmuasında tefrika edilmiş ve 1913’te basılmıştır. Tiyatro türünün gelişmesinde Hamza Hekimzâde Niyâzî’nin önemli katkısı olmuştur. Hekimzâde eserlerinde dinsizliği yaydığı gerekçesiyle 1928 yılında halk tarafından linç edilmiştir. Abdürraûf Fıtrat 1920’de yazdığı Hind İhtilâlcileri isimli tiyatro eserini 1923’te Berlin’de bastırmak zorunda kalmıştır. Gulâm Zaferi, Usman Nâsır, Kâmil Yaşın, Maksud Şeyzâde, Sabir Abdulla, Uygun, Nezir Seferov, Hamid Gulâm, Şükrullah, Âdil Yâkubov, Cumaniyaz Cabbarov ve Şeref Başbekov da önde gelen tiyatro yazarlarıdır. Bunların eserleri Rusça, Kazakça, Kırgızca, Tacikçe gibi dillere çevrilmiştir. Özbek yazarlarının komünist döneminde yasaklanmış olan eserleri bugün yeniden basılmaktadır.
2. Eğitim ve Öğretim. XIX. yüzyılın sonlarında Taşkent, Buhara, Semerkant, Hîve gibi önemli şehirler başta olmak üzere çevre illerle birlikte Özbekistan topraklarında toplam 7860 mektep ve medrese mevcuttu. Taşkent’te 167, Siriderya bölgesinde 1402 mektep ve medrese bulunuyordu. Öğrenci sayısı 70.864 idi. 1890’lardan itibaren açılmaya başlanan Cedîd mektepleri dışındaki mektep ve medreselerde eğitim çağın çok gerisindeydi. Öğrenciler Arapça’yı Farsça ders kitaplarından öğrenmeye çalışıyordu. Cedîd okullarının açılmasıyla Mahmud Hoca Behbûdî, Münevver Kārî, Abdürraûf Fıtrat, Hamza Hekimzâde Niyâzî gibi yazarlar Özbekçe ders kitapları hazırlamaya giriştiler. Özbekistan topraklarında ilk Rus okulu 1875’te Taşkent’te açıldı. 1916’da Ruslar’ın bölgede açtığı okulların sayısı seksen üçe ulaştı; ancak eğitim Rusça yapıldığı ve Ortodoksluğun esasları öğretildiği için halkın bu okullara ilgisi fazla olmadı, seksen üç okulda sadece 2800 öğrenci eğitim görüyordu. 1897 nüfus sayımına göre halkın yalnız % 2’si okuma yazma biliyordu. 1914-1915 yıllarında erkek çocukların % 2-3’ü eğitim alıyordu. Sovyetler döneminde Özbekler’e diğer Türk boylarından daha fazla yüksek tahsil imkânı sağlanmıştır ve sosyalizmin Orta Asya’da bu okumuş sınıf tarafından inşa edilmesi amaçlanmıştır. Özbekistan’da ilk üniversite 1920’de Türkistan adıyla açılmış, adı 1960’ta Taşkent olarak değiştirilmiştir. 1926 yılında eğitim seferberliği başlatıldığında halkın ancak % 11,6’sı okuma yazma biliyordu. 1970’te okuma yazma oranı % 99,7’ye ulaştı. 1975-1976 öğretim yılında 9700 ilkokulda 3.803.000 öğrenci okuyor ve 210.900 öğretmen görev yapıyordu. Kırk iki üniversite ve yüksek okulda 246.600 öğrenci eğitim görüyordu.
Özbekistan Cumhuriyeti’nde iki eğitim bakanlığı vardır. Birinci sınıftan on birinci sınıfa kadar eğitim veren ve adına “mektep” denen okullar ve pedagoji enstitüleri Halk Eğitimi Bakanlığı’na; diğer okul, kolej, enstitü ve üniversiteler Yüksek ve Orta Meslekî Eğitim Bakanlığı’na bağlıdır. Zorunlu eğitim dokuz yıldır. Yüksek öğretim yirmi dört üniversite ve kırk enstitüde sürdürülmektedir. Bunların yarısı Taşkent’tedir. Üniversite ve yüksek okullardaki öğrenci sayısı 280.000 civarındadır. Taşkent’te ayrıca Rusya’nın meşhur yüksek öğretim kurumlarından olan Plehanov Ekonomi Akademisi ve Lomonosov Moskova Devlet Üniversitesi’nin şubeleri bulunmaktadır. İngiliz Westminster Üniversitesi Taşkent’te bir şube açmıştır. Ülkede 6500 civarında kütüphane bulunmaktadır. Başarılı öğrenciler Umid, Ulugbek, Kamolot gibi vakıflarca desteklenmektedir. 2003-2005 yılları arasında Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri fonlarından 2,5 milyon dolar, 2005 yılında Avrupa Birliği fonlarından 2,6 milyon euro eğitim yardımı alınmıştır. Özbekistan’a bağlı tek muhtar cumhuriyet olan Karakalpakistan’daki Berdah Devlet Üniversitesi 1935’te öğretmen enstitüsü olarak açılmış, 1944’te Pedagoji Enstitüsü’ne dönüştürülmüş, 1976’da Nukus Devlet Üniversitesi adını almış, 1992’de Berdah Devlet Üniversitesi olarak yeniden yapılandırılmıştır.
Basın-Yayın. 1917 yılında Özbekistan’da orta ölçekli yirmi beş matbaa ve litografya bulunuyordu, bunların çoğu devlete aitti. 1913’te basılan elli altı kitabın otuz üçü Özbekçe idi. İlk Türkistan devlet matbaası 1920’de açıldı, 1925’te 334 kitap ve broşür yayımlandı. Kitap ve broşürlerin tirajı 1940’ta 11,2 milyona, 1960’ta 20 milyona ulaştı. 1975 yılında basılan 2280 kitap, broşür, gazete ve derginin toplam tiraji 47 milyon kadardı. Aynı yıl altı ciltlik ilk Özbek ansiklopedisi neşredildi. İlk Özbekçe gazete 1870’te Turkistanskie Vedomosti adıyla çıkmaya başladı. 1883’te adı Türkistan Vilayatining Gazeti olarak değiştirilen gazete ancak 500-600 adet basılıyordu. 1914’te ülkede yayımlanan on beş gazeteden biri Özbekçe, diğerleri Rusça idi. İhtilâl yıllarında İştirakiyun, 1918’den itibaren Kommunist, 1924’te Kambagal Dehkon, İşçi, Kolhoz Yolu gibi değişik adlarla on altı Özbekçe gazete çıkarıldı. 1975’te ülkede yayımlanan 256 gazetenin 169’u Özbekçe idi. Bugün Özbekistan’da toplam 507 gazete yayın hayatını sürdürmektedir. Özbekçe Halk Sözü, Rusça Narodnoye Slovo, Pravda Vostoka, Özbekçe-Rusça Darakçi en önemli gazetelerdir. Ülkede yayımlanan 157 derginin büyük bölümü çeşitli devlet ve sivil toplum kuruluşlarınındır. Dergiler genelde Özbekçe ve Rusça ağırlıklıdır. Ülkede yaşayan diğer azınlıkların kendi dillerinde (Tacikçe, Kazakça, Ermenice, Korece) çıkarmakta oldukları bazı dergiler de bulunmaktadır. 1921’de Taşkent’te kurulan ilk radyo istasyonu 1927 yılından itibaren düzenli biçimde yayın yapmaya başladı. Özbek Radyosu 1975’te Özbekçe ve Rusça’nın yanı sıra Kazakça, Tacikçe, Karakalpakça, Tatarca ve Uygurca; Özbekistan’ın Sesi Radyosu İngilizce, Farsça, Arapça, Hintçe, Urduca, Uygurca yayın yapıyordu. Düzenli televizyon yayınları 1956 yılında başladı. Bugün ülke genelinde dört televizyon kanalı yayın yapmaktadır.
3. Dinî ve Tasavvufî Hayat. Bugünkü Özbekistan topraklarında Buhârî, Tirmizî, Mâtürîdî, Bahâeddin Nakşibend gibi İslâm dünyasının meşhur din âlimleri ve mutasavvıfları yetişmiştir. % 82’si müslüman olan nüfusun büyük çoğunluğu Hanefî mezhebine mensuptur. Buhara ve Semerkant civarında çok az sayıda Şiî topluluğu mevcuttur. Sovyet müslüman cumhuriyetleri, 1923’te kendilerini İslâm dünyasından ayıran bir demir perdenin üzerlerine inmesiyle birlikte sınırları ötesindeki din kardeşleriyle bütün ilişkilerini kesen yeni bir döneme girdiler. Haccın yanında İran (Kum, Meşhed) ve Irak’taki (Necef, Kerbelâ) Şiî kutsal merkezlerine ziyaret yapılması yasaklandı. Orta Asya ve Kafkasya bu bölgeler dışından gelen müslümanlara kapatıldı ve hemen hemen hiçbir Sovyet müslümanına yurt dışına çıkma izni verilmedi. İslâm dünyasından kopuş alfabenin değiştirilmesiyle doruk noktasına ulaştı. Arap alfabesi 1929’da yerini Latin alfabesine bıraktı. Alfabenin değiştirilmesiyle Sovyetler Birliği’nin diğer bölgelerinde olduğu gibi Özbekistan’da da İslâmiyet’i ortadan kaldırma çabaları hızlandırıldı. Camiler ve Kur’an kursları kapatıldı, vakıf malları devletleştirildi, şeriat mahkemeleri kaldırıldı, din âlimleri asalak, sabotajcı, Alman veya Japon casusu suçlamasıyla tutuklanmaya, sürgüne gönderilmeye veya idam edilmeye başlandı. Bu dönemde öldürülen, sürgüne gönderilen veya uzun yıllar hapis yatan müslümanların sayısı milyonlarla ifade edilmektedir. Stalin bu imha kampanyasının İslâm dünyasından gizli tutulmasına özen gösteriyordu. Stalin sonrası dönemde din âlimleri üzerindeki baskılar hafiflemekle birlikte dine karşı mücadele devam etti. 1948-1976 yılları arasında İslâm karşıtı yaklaşık 177 kitap Özbekçe olarak yayımlandı. Nikita Kruşçev’in görevden alınması Moskova, Sovyet müslümanları ve müslüman ülkeler üçgeninde büyük bir değişikliğe sebep oldu. Müslümanlar ilk defa devletin Sovyetler Birliği sınırları dışındaki müslüman ülkelere ilişkin çeşitli birimlerinde görev almaya başladılar.
Sovyetler döneminde Özbekistan Orta Asya müslümanları açısından özel bir konuma sahipti. Orta Asya ve Kazakistan Müslümanlarının Dinî İdaresi (Taşkent Müftülüğü) Taşkent’te bulunuyordu. Faaliyetlerine izin verilen Buhara’daki Mîr Arap ve Taşkent’teki İsmâil el-Buhârî medreseleri bütün Sovyetler Birliği’nin müslüman din görevlisi ihtiyacını karşılıyordu. Sovyetler Birliği’nde basılarak yurt dışına dağıtılan tek dinî neşriyat müftülük tarafından hazırlanan Sovyet Şarkî Müslümanları adlı dergiydi. Bu dergi beş ayrı dilde yayımlanıyordu (Özbek, İngiliz, Fransız, Arap ve Urdu). Özbekistan’da Sovyetler Birliği’ndeki diğer müslüman ülkelerden daha fazla sayıda ibadete açık cami bulunuyordu. Taşkent müftüsü gerek hükümet gerekse yabancı ülkeler nezdinde Sovyetler Birliği’ndeki müslümanların resmî lideri gibi hareket etmekteydi. Sovyetler Birliği’ni ziyaret eden müslüman delegasyonlar Taşkent müftüsü tarafından karşılanıyor, milletlerarası İslâmî konferanslar ve toplantılar da genel olarak Taşkent, Semerkant ve Buhara’da düzenleniyordu.
Bağımsızlık sonrasında ülkede İslâmî faaliyetlerde büyük canlanma oldu, cami ve mescidler inşa edilmeye başlandı. Bugün ülkede Özbekistan Müslümanlarının Dinî İdaresi, Karakalpakistan Kadılığı, Taşkent İslâm Enstitüsü, on medrese ve 2000’den fazla cami devlete bağlı olarak faaliyet göstermektedir. Abdürreşid Kori Bahramov 1993 yılından beri Özbekistan Müslümanlarının Dinî İdaresi’nin başkanlığını yapmaktadır. Özbekistan Bakanlar Kurulu’na bağlı olarak çalışmakta olan bu kurum İslâm Nuru isimli bir gazete ve Hidâyet isimli bir dergi neşretmekte, yine bu kuruma ait Mâverâünnehir Yayınevi çeşitli dinî kitaplar basmaktadır. 1999’da kurulan İmam Buhârî Taşkent İslâm Üniversitesi 2003 yılında ilk mezunlarını verdi. Özbekistan’da bugün 2222 dinî vakıf, dernek, cami ve kilise bulunmaktadır. Bu kuruluşların 2042’si müslümanlara, diğerleri çeşitli dinî gruplara aittir (164 hıristiyan, sekiz yahudi, altı Bahâî, bir Budist ve diğerleri). Ülkede müslümanlar dışında Provaslavyan, Katolik, Lutheryan, Baptist, Evangelist, Buhara ve Avrupa yahudileri, Bahâî ve Krişna gibi dinî cemaat ve gruplar bulunmaktadır. Müslümanlardan sonra en güçlü grup Rus Ortodoksları’dır. Ortodokslar’ın otuz dernek ve vakfı, üç manastırı ve çeşitli okulları mevcuttur.
Bağımsızlık sonrasında ülkede tasavvufî faaliyetler büyük bir canlılık kazanmıştır. Nakşibendiyye Özbekistan’ın en yaygın tarikatıdır. Kübreviyye Hârizm oblastında ve Karakalpak Muhtar Cumhuriyeti’nde, Yeseviyye Kuzey Özbekistan’da tesirlidir. Kādiriyye, Özbekistan’a II. Dünya Savaşı’ndan sonra Orta Asya’ya sürülen Çeçen-İnguşlar tarafından getirilmiştir. Kalenderiyye tarikatı da bütün Özbekistan’da yaygındır. Özbekistan’da Buhara, Semerkant ve Hârizm gibi vilâyetler başta olmak üzere 160 civarında türbe, ziyaretgâh ve kutsal mekân bulunmaktadır. İmam Buhârî, Ebû Hafs el-Kebîr, Seyfeddin el-Bâharzî, Muhammed Bahâeddin Nakşibend, Çor Bakr, Şah Zinde, Zengi Ata ve Hâce Ubeydullah Ahrâr türbeleri en meşhurlarıdır. Komünist döneminde din aleyhtarı müzelere çevrilen bu ziyaretgâhların bazıları bağımsızlık sonrası tekrar eski hüviyetini kazanmıştır.
BİBLİYOGRAFYA
M. Buzruk Slahof, Özbek Edebiyatında Milletcilik Körünişleri, Taşkent 1933.
V. Koçarov, İz istorii organizatsii i razbitiya narodnogo obrazovaniya v Turkestanskom krae, Taşkent 1969.
Baymirza Hayit, Sovyetler Birliği’ndeki Türklüğün ve İslâmın Bazı Meseleleri, İstanbul 1987, s. 192-199.
Stratejik Açıdan Sovyet Müslümanları ve Diğer Azınlıklar (ed. S. E. Wimbush, trc. Yuluğ Tekin Kurat), Ankara, ts. (Yeni Forum Yayınları), s. 303-328.
Timur Kocaoğlu, “Çağdaş Özbek Edebiyatı”, TDEK, III, 756-768.
Mirzà Şahmuhamadov S., Şimdiki Özbek Edebiyatı Tarihi, Taşkent 1993.
Nadir Devlet, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi: Çağdaş Türkîler (ek cilt), İstanbul 1993, s. 323-353.
a.mlf., Rusya Türklerinin Millî Mücadele Tarihi (1905-1917), Ankara 1999, s. 205-210.
Yusuf Avcı, Fıtrat ve Eserleri, Ankara 1997.
İristay Kuçkartayev, “Özbek Romanı Üzerine”, IV. Türk Dünyası Yazarlar Kurultayı: Bildiriler (haz. İsmail Çetin – Hasan Avni Yüksel), Ankara 1999, s. 99-107.
Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi: Özbek Edebiyatı I-III, Ankara 2000, XIV-XVI.
Türk Dünyası Edebiyatı, Ankara 2002, I-II.
Aynur Öz, “Özbek Edebiyatında Tiyatro Türü Üzerine”, Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel v.dğr.), Ankara 2002, XIX, 702-708.
Orhan Söylemez, “Özbek Edebiyatı”, Türk Dünyası Kültür Atlası: Türk Devlet ve Toplulukları (haz. Ahmet Taşağıl – Aydın Usta), İstanbul 2003, s. 595-604.
a.mlf., “Türkiye Türkçesinde Yayınlanmış Türk Dünyası Romanlarında Tarih”, II. Uluslararası Türk Uygarlığı Kongresi, Bişkek 2005, s. 101-109.
a.mlf., “Özbek Edebiyatından Tarihî Bir Roman: Yıldızlı Geceler (Babür)”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, sy. 15, Erzurum 2000, s. 117-131.
a.mlf., “Türkiye Türkçesinde Özbek Tarihi Romanı”, a.e., sy. 21 (2003), s. 113-122.
Ali İhsan Kolcu, Çağdaş Türk Dünyası Edebiyatı, Ankara 2004, s. 325-327.
Özbekistan Ülke Raporu (haz. Faruk Uysal), Ankara 2004.
C. D. Eltazarov, Özbekistan’da 20. Asırda Amele Koyulan Yazı ve İmla Islahatları Tarihinden, Taşkent 2006.
Rahmetulla Barakaev, “Rus Edebiyatından İlk Tercümeler Tarihine Dair”, Özbek Dili ve Edebiyatı, sy. 2, Taşkent 1992, s. 44-49.
Aziz Merhan, “Abdulla Qodiriy ve Özbek Romanının Doğuşu”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sy. 20, Konya 2006, s. 138.
“Uzbekskaya Sovetskaya Sotsialistiçeskaya Respublika”, BSE, XXVI, 483-494.
“Özbekler”, TDEA, VII, 198-204.
https://islamansiklopedisi.org.tr/ozbekistan#4-mimari
IV. MİMARİ
Özbekistan’da erken yerleşmeler içindeki mimari eserler arasında Koy Kırılgan Kale (m.ö. IV. yüzyıl), Canbas Kale (m.ö. III. yüzyıl), Angka Kale (I-II. yüzyıl) ve Toprak Kale (III. yüzyıl) sayılabilir. İslâm medeniyetinin Özbekistan’a nüfuz ettiği sıralarda Kâfir Kale (VI-VII. yüzyıl), Teşik Kale (VI-VII. yüzyıl), Varahşa (VII-VIII. yüzyıl) başlıca örneklerdir. 674-751 yılları arasındaki mücadelelerden sonra (Talas Savaşı) Araplar Özbekistan topraklarında elde ettikleri yerlerde mevcut olan eski din ve kültürlere ait yerleşmeleri İslâmî kimliğe büründürmek amacıyla çeşitli imar faaliyetlerinde bulundular. Bazan eski mâbedleri camiye çevirmekle birlikte (Beykend ve Semerkant’ta olduğu gibi) çoğu kere yeni cuma camileri inşa ettiler. Zerdüşt ve Budist tapınaklarını yıktılar. Bazan da onların hemen yanına camiler yaptılar.
Türk idaresindeki Buhara’yı fetheden Kuteybe b. Müslim 93 (712) yılında burada bir cuma camii yaptırdı. Bugün mevcut olmayan caminin yerinde XVI. yüzyılın başında inşa edilen bir cami ile birlikte daha erken tarihli, Karahanlılar devrinden kalma tuğladan yapılmış silindirik formdaki Kalan Minaresi bulunmaktadır (bk. KALAN CAMİİ). Buhara şehrinin en eski anıtlarından biri de Sâmânî İsmâil b. Ahmed’in (892-907) türbesidir. Tuğladan kare planlı türbe dört ana yöne kemerlerle açılan öncü bir yapıdır. Bazı araştırmacılar, Tim’deki Arap Ata Türbesi’nin de Sâmânîler devrine ait olduğunu ileri sürmektedir. Buhara’ya 40 km. mesafede Karahanlılar devrinde yapılan Hazara (Diggaran) Camii (XI. yüzyıl) kare şeklinde merkezî planlıdır. İslâm öncesi Orta Asya mimarisinin etkilerini taşıyan bu yapı bağlantılar az olsa da bu plan tipini sonraki devirlere ulaştırır. Arslan Han tarafından 513’te (1119) ilk şekli bir musallâ olarak inşa edilen Namazgâh Camii ve özellikle taçkapılarından birindeki süslemeleriyle ünlü XI-XII. yüzyıllara ait Mugak Attari Camii altı sütunla üç bölüme ayrılmıştır ve kısmen geleneksel düz çatılı ulucami tipini devam ettirmektedir. Karahanlı mezar anıtlarının en dikkate değer örneklerinden 367 (977-78) tarihli Tim’deki Arap Ata Türbesi dışarıya taşkın bir cephe halindeki pîştâk tarzı taçkapısıyla dikkat çekmektedir. Tirmiz’deki Sultan Saâdet Türbeleri ile (XI-XII. yüzyıl) XII. yüzyıla ait Şaburgan Ata Türbesi de Karahanlılar devrine aittir.
Günümüze sadece taçkapısı gelebilmiş olmakla birlikte Karahanlı döneminin kayda değer kervansarayı olan Ribât-ı Melik (1078-1079) Buhara-Semerkant yolu üzerindedir. İslâm öncesi Orta Asya mimarisinin etkilerini taşıyan yivli cephe uygulamasının Türk İslâm dönemindeki önemli örneklerinden olan yapı, tek bünyede iki bölüme ayrılıp arka kısımdaki küçük kubbelerle çevrili büyük kubbeli mekânı ve salonlarıyla Kırgızistan’daki Taş Ribât’ı hatırlatmaktadır. Karahanlılar’ın Tirmiz Sarayı da devrin önemli eserlerindendir (XI-XII. yüzyıl).
Günümüzde sadece belirli bölümleri ayakta duran Semerkant’taki Bîbî Hanım Camii 1399-1405 yılları arasında yapılmış olup Timurlu devrinin ihtişamını yansıtan tipik bir örnektir. Timur’un torunu Muhammed Sultan adına Semerkant’ta inşa edilen, daha sonra Timur’un kendisinin de gömülmesi sebebiyle Gûr-ı Emîr adıyla anılan türbe ile çoğu XIV-XV. yüzyıllardan kalma Şah Zinde Mezarlığı’ndaki yapılar ve bilhassa türbeler de bu dönemin şaheserlerindendir. Uluğ Bey’in yaptırdığı bir taçkapı vasıtasıyla girilen, içinde sahâbî Kusem b. Abbas’ın türbesinin yer aldığı inişli çıkışlı bir yolun iki tarafındaki, çoğunluğu dörtgen planlı bu anıtlar özellikle çok renkli sır ve mozaik çini tekniğinin kullanıldığı süslemeleriyle dikkati çeker. Bir diğer önemli yapı ise Semerkant’ta ilk defa 1409’da inşa edilen Uluğ Beğ Rasathânesi’dir (bk. SEMERKANT RASATHÂNESİ).
Semerkant’ın Registan denilen meydanının çevresindeki Uluğ Bey (1417-1420), Şîrdâr (1619-1636) ve Tillâkârî (1646-1660) medreseleri tipik Timurlu veya Timurlu tarzını devam ettiren eserlerdir. Bunlardan başka aynı geleneği sürdüren Taşkent Kükeltaş Medresesi, Buhara Uluğ Bey Medresesi (1417), Buhara Abdülaziz Han Medresesi (1654) gibi pek çok medrese vardır. Buhara’da önemli medrese ve yapıların bir kısmı da bir havuzun etrafında toplanmıştır. 86 × 69 m. ölçüsündeki Kükeltaş Medresesi (976/1568-69) ve bir hankahla Nâdir Divan Beyi Medresesi de (1620) burada bulunur. Şehirde ayrıca kuyumcuların toplandığı Tâk-ı Zergeran Çarşısı ve Tim denilen diğer çarşılar ekonomiye verilen önemi yansıtan mimari eserlerdir.
Buhara şehrinin doğusunda Halif Niyazkul tarafından yaptırılan medresenin bir bölümü olan Çâr Minâr (dört minare) ilginç bir anıttır. Şehir, VIII. yüzyıldan itibaren çeşitli devirlerde elden geçirilmiş ve ilâveler yapılmış duvarları ve kapıları ile de ünlüdür. Ayrıca şehirde Çâr Bekir nekropolisi, Sitoray ve Mohi Hoca Sarayı gibi geç Özbek anıtları bulunmaktadır. Eski ismi Keş olan Şehrisebz’deki Aksaray çok meşhur bir yapı olmakla birlikte ondan günümüze sadece büyük kemerli bir giriş kalmıştır. Vaktiyle bu sarayın merkezindeki dört eyvanlı avlu etrafında idare binaları, harem ve taht odası gibi mekânların bulunduğu bilinmektedir. Keş’te 1437’de Uluğ Bey’in yaptırdığı Kök-Gumbaz Camii, Timur’un inşa ettirdiği Dârüttilâvet ve Dârüssaâdet adlı türbeler de önemli yapılardır.
Aslında IX-X. yüzyıllarda kurulmuş olan Hîve’de Hîve Hanlığı devrinde sanat ve mimarlık değeri olan zengin süslemeli pek çok bina inşa edilmiştir. Cuma Mescidi (1788-1799), Şîr Gazi Han (1725), Muhammed Emin İnak (XVIII. yüzyıl), Muhammed Emin Han (1268/1852), Muhammed Rahim Han (1871), Dost Alyam (1882), Metniyaz Divan Begi (XIX. yüzyıl), Kutluğ Murad İnak (XIX. yüzyıl), Allahkulı Han (XIX. yüzyılın ilk yarısı) ve İslâm Hoca (1917) medreseleri; Şeyh Said Alâeddin ve Pehlivan Mahmud türbeleri (1810), Tura Murad Tura ve Kelte, Minâr minareleri (1855), Allahkulı Han Çarşısı (XIX. yüzyıl ilk yarısı), Allahkulı Han Kervansarayı (1835) ve Taş Avlu Sarayı (XIX. yüzyıl) bu şehirde yer alan önemli eserlerdir. Ayrıca Endican’daki ulucami ile Hokand Hanlığı’nın eseri olan Hokand Han Sarayı Özbekistan’ın önemli yapılarındandır.
Özbekistan’ın Sovyet dönemi mimarisi günümüzdeki mimari faaliyetlere bağlanan son halkayı teşkil eder. Bu dönem binaları Rus mimarisinin etkilerini Özbekistan’ın eski mimari özellikleriyle birleştirerek ülkenin modern mimarisini oluşturmuştur. Bu iki üslûbun kaynaştığı mimari eserlere Taşkent’te eski ismiyle Sovyet Halklarının Dostluğu Lenin Sarayı ile Taşkent’teki ünlü Nevâî Tiyatrosu (1941-1948) örnek olarak verilebilir.
BİBLİYOGRAFYA
Emel Esin, Türkistan Seyahatnamesi, Ankara 1959, s. 28-44.
G. A. Pugaçenkova – L. İ. Rempel, İstoriya İskusstvo Uzbekistana, Moskova 1965.
J. D. Hoag, Islamic Architecture, New York 1977, s. 199, 201.
Mustafa Cezar, Anadolu Öncesi Türklerde Şehir ve Mimarlık, İstanbul 1977, s. 55-64, 112-113, 148-167, 189-192, 220-229, 370-381, 429-459.
Lutfiya Ainy, İskusstvo Sredney Azii Epohi Avutsennı-The Central Asian Art of Avicenna Epoch, Duşanbe 1980, s. 202-215.
G. Pugaçenkova – A. Khakimov, The Art of Central Asia, Leningrad 1988, s. 8-11.
Zekeriya Kitapçı, Türkistan’da İslamiyet ve Türkler, Konya 1988, s. 105-110, 125-131, 148-152, 160, 173 vd.
T. W. Lentz – G. D. Lowry, Timur and the Princely Vision: Persian Art and Culture in the Fifteenth Century, Los Angeles-Washington 1989, s. 34-37, 40-45.
Günkut Akın, Asya Merkezi Mekan Geleneği, Ankara 1990, s. 9, şekil 2-3.
L. Yu. Mankovskaya, Buhara Oçik Osmon Ostidagi Muzey-Buhara Muzeypod Otkırıtım Nebom-Bukhara-A Museum in The Open, Taşkent 1991, tür.yer.
P. Ş. Zahidov – R. H. Avanesov, Khiva, Taşkent 1994, tür.yer.
İ. Şoymerdanov v.dğr., Amir Temur-Jahon Tarihida, Taşkent 1996, s. 151-160.
K. Pander, Zentralasien, Köln 1996, s. 137-259.
Oktay Aslanapa, Türk Cumhuriyetleri Mimarlık Abideleri, Ankara 1996, s. 198-203, 209, 211-213, 233-235, 244-257, 262, 271-317.
Gözde Ramazanoğlu, Orta Asya’da Türk Mimarisi, Ankara 1998, s. 65-71, 84-242.
Uzbekistan: The Monuments of Islam, Taşkent 2002, tür.yer.
İnci Kuyulu, “Özbekistan ve Türkmenistan’da Bulunan Ortaçağ Kervansarayları Üzerine Gözlemler”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, sy. 1, İzmir 1996, s. 97-116.
Taşkent Entsiklopediya, Glavnaya Redaktsiya Uzbekskoy Sovetskoy Entsiklopedii, Taşkent 1983, ilgili maddeler.