https://islamansiklopedisi.org.tr/rabbaniyyun
Arap dilcilerinin verdiği bilgiye göre rabbâniyyûn rabbânî kelimesinin çoğulu olup aslı rabbî kelimesine dayanır. Rabbî “Rabbe tâbi olan” demektir; rabbânî ise rab bilgisine sahip olma ve rabbe itaat etme özellikleriyle nitelenen kişiyi ifade eder. Rabbânî kelimesine ayrıca “din ve ilim konusunda derinleşen, hem ilim ve amelde hem muallimlikte kemale ermiş kişi” anlamları verilmiştir. Bu kelimenin, aslen Süryânîce veya İbrânîce olup Arapça’daki “fukaha ve ilim ehli” mânalarına karşılık geldiği belirtilmiştir (Tâcü’l-ʿarûs, “rbb” md.; Lisânü’l-ʿArab, “rbb” md.; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “rbb” md.). Bununla birlikte rabbânî ifadesi İbn Abbas için kullanıldığı (Fahreddin er-Râzî, VIII, 111; Âlûsî, III, 332), İmam Rabbânî isimlendirmesinde de bu kalıba başvurulduğu görülmektedir. Arapça, İbrânîce ve Süryânîce’nin Sâmî dil ailesine bağlı olduğu düşünüldüğünde her üç dilde de rab veya rabbi kelimesinin mevcut olması ve benzer terimler oluşturacak biçimde kullanılması tabiidir. Aslen İbrânîce kökenli olan rabbinin rabbânî biçiminde Arapça’ya geçmiş olması da mümkündür. Nitekim İbrânîce’de rav (çoğulu rabbanim) ve ondan türeyen rabbi, rabban kelimeleri mevcuttur. “Çok” ve “büyük” gibi anlamlara gelen, bu ikinci mânasıyla Tanrı’ya nisbetle de kullanılan rav kelimesine Eski Ahid dönemi İbrânîcesi’nde “efendi, öğretmen, yönetici, lider” veya genellikle “üst düzey bir göreve getirilmiş kişi” gibi anlamlar yüklenmiştir (Koehler – Baumgartner, III, 1170, 1172-1173). Rav kelimesinden türeyen rabbi kelimesi ise Eski Ahid’de yer almamakla birlikte yahudi sözlü geleneğine karşılık gelen Mişna İbrânîcesi’nde “efendi(m)” mânasında kullanılmış, İnciller’de de geçtiği üzere yine aynı dönemlerde (m.s. I. yüzyıl) yahudi âlimleri için bir unvan haline gelmiştir (Matta, 23/7). Hz. Îsâ’nın da rabbi olarak nitelendirildiği pasajlar mevcuttur (Matta, 26/49; Markos, 14/45).
Kur’an’da yahudi geleneğine atıfla üç yerde geçen rabbâniyyûn kelimesine (Âl-i İmrân 3/79; el-Mâide 5/44, 63) tefsirlerde “Tevrat’ı bilen ve onun hükümleri gereğince hareket eden âlim hükemâ, âlim fukaha, müttaki hükemâ, velî imamlar” veya “ibadet ve takvâ ehli” gibi anlamlar verilmiştir. Rabbâniyyûn, yahudi âlimleri için kullanılan ve Kur’an’da çok defa birlikte zikredilen (el-Mâide 5/44, 63) ahbâr sınıfından farklı bir grubu ifade eder (bk. AHBÂR). Rabbâniyyûn âlim olmanın ötesinde önce kendilerini, daha sonra diğer insanları ilim ve irfan, güzel edep ve ahlâkla terbiye eden, onların gerek dinî gerekse dünyevî işlerinden sorumlu olan kişilerin oluşturduğu daha üst bir mevkiye, yönetici ve uygulayıcı vasfına da sahip olan ve yahudi halkına önderlik eden âlim sınıfına karşılık gelmektedir (Taberî, III, 325-327; IV, 250; İbn Kesîr, II, 603; Reşîd Rızâ, VI, 398). Dolayısıyla bu ifade, yahudi âlimlerinin (ahbâr) üstünde yer alan ve hem sıradan yahudilerin hem de söz konusu ulemânın yöneticileri konumunda bulunan âlim ve fakih kişileri nitelemek için kullanılmaktadır (Fahreddin er-Râzî, VIII, 111). Bir başka yoruma göre yahudilere nisbetle rabbâniyyûn İslâm’daki velîlere, ahbâr ise zâhir ulemâsına denk düşmektedir (Reşîd Rızâ, VI, 398). Rabbi ve rabbânî kelimeleriyle bağlantılı biçimde Kur’an’da bir yerde geçen ribbiyyûn ise (Âl-i İmrân 3/146) “rabbe kulluk eden” mânasındaki ribbi kelimesinin çoğulu olup öğretici ve yönetici durumundaki rabbâniyyûna tâbi olan halkı ifade eder (Tâcü’l-ʿarûs, “rbb” md.; Taberî, III, 117-119; Âlûsî, III, 129). Bir yoruma göre rabbânî “terbiye eden” mânasındaki “rabbe”ye, ribbi ise “cemaat” karşılığındaki “ribbe”ye nisbet edilmektedir (Elmalılı Muhammed Hamdi, II, 440).
Gerek ahbâr gerekse rabbâniyyûn, peygamberlerin bulunmadığı dönemlerde veya bölgelerde ya da peygamberlerin yanı sıra ve onların izniyle kendilerine uyan İsrâiloğulları/yahudiler için Hz. Mûsâ’ya indirilen Tevrat’a göre hüküm verip uygulamışlardır (Taberî, IV, 251; Reşîd Rızâ, VI, 398). Bizzat Kur’an’da, gerek rabbâniyyûna gerekse ahbâra peygamberlerin izinden gitmek suretiyle Tevrat’ı muhafaza etme ve ona göre hüküm verme fonksiyonu yüklenmiştir (el-Mâide 5/44).
Rabbâniyyûn ve ahbâr kelimeleri, çeşitli müfessirler tarafından Tevrat’ta bahsi geçtiği üzere eski İsrâil toplumunun en tepesinde yer alan, Kohen ve Levili olarak isimlendirilen din adamı sınıfının ileri gelenleri ve sâlihleriyle özdeşleştirilmiştir (Zemahşerî, II, 242; Reşîd Rızâ, VI, 398; Elmalılı Muhammed Hamdi, III, 249). Tevrat’ta mevcut bilgiye göre Kohenler, Ya‘kūb’un on iki oğlundan Levi soyuna bağlı bulunan Hz. Hârûn’un soyundan gelen, İsrâil erkeklerinin oluşturduğu din adamı sınıfını ifade etmektedir (Çıkış, 28-29; Levililer, 1-2). Levililer ise Hârûnoğulları dışındaki Levi soyuna bağlı İsrâil erkeklerinden meydana gelen ve Kohenler sınıfını meydana getiren Hârûnoğulları’nın yardımcıları olarak görevlendirilen bir diğer din adamı sınıfını teşkil etmektedir (Sayılar, 1/48-54; 3/5-10). Kohenler, İsrâiloğulları’na Tevrat kurallarını öğretmenin yanı sıra (Levililer, 10/8-11) yerleşik hayata geçmeden önceki dönemlerde toplanma çadırında, Kudüs Mâbedi inşa edildikten sonra da mâbedde icra edilen ibadet ve bilhassa kurban ritüelini yerine getirmekle yükümlü olmuşlardır. Levililer ise ahid sandığının taşıyıcıları ve koruyucuları olmalarının yanında Kohenler’in yardımcıları olarak yine önceleri toplanma çadırında, daha sonra mâbedde hizmet etmekle görevlendirilmiştir (krş. Tesniye, 10/8-9; 33/8-10). Bununla birlikte farklı dönemlerde İsrâiloğulları arasında benimsenen uygulamalar Levili veya Hârûn soyundan olmayan kişilerin, meselâ Dâvûd soyunun da Kohen olarak görev yaptığına, erken dönemlerde ise din adamı ve sıradan İsrâilli ayırımının olmadığına işaret etmektedir (II. Samuel, 8/18). Bu doğrultuda, genel kabul gören bir görüş olmamakla birlikte özel bir Kohen sınıfının krallık döneminde (m.ö. X. yüzyıl) ortaya çıktığı, Kohen ve Levili şeklindeki ayrışmanın ise ikinci mâbed döneminde (m.ö. V. yüzyıl) oluştuğu ileri sürülmüştür (EJd., XIII, 1070-1071).
Yahudi geleneğinde Kohen ve Levili sınıflarından farklı olarak yine ikinci mâbed devrinde ortaya çıkan yazıcı ve âlim sınıfı mevcuttur. Başlangıçta Tevrat nüshalarının yazımı ve çoğaltılmasıyla ilgilenen bu âlimler İbrânîce “sayıcı, yazıcı” mânasında soferim diye isimlendirilmiştir. Aynı zamanda Yahudilik adına dönemin en önemli dinî ve hukukî karar mekanizmaları olan Büyük Meclis ve Sanhedrin üyeleri olarak görev yapmıştır. Tevrat’ın derleyicisi kabul edilen ve gelenek içinde kendisine büyük önem atfedilen Ezra ilk yazıcı âlimlerdendir. Daha sonra bilhassa ikinci mâbedin yıkılması (m.s. 70) ve Kohen ile Levili sınıflarının fonksiyon alanlarının ortadan kalkmasına paralel biçimde Tevrat öğrenimiyle meşgul olan, Tevrat hükümlerini yorumlamak ve yeni hükümler çıkarmak suretiyle her konuda yahudi halkına rehberlik ve hâkimlik eden, ayrıca yahudi din akademilerine başkanlık yapan Tevrat âlimleri ve yorumlayıcılarından oluşan sınıf öne çıkmıştır. Ferîsî olarak bilinen grup içinde de yazıcı ve âlimlerin bulunduğu bilinmektedir. Söz konusu âlimler genellikle yahudi toplumunda saygın konuma sahiptiler ve kendilerine bir nevi kutsallık atfedilmiştir. Bununla birlikte içlerinde bilgisiz ve gevşek tavır sergileyenler mevcut olup bunlar iki yüzlü oldukları ve halkı yanlış yönlendirdikleri gerekçesiyle İnciller’de şiddetli eleştirilmiştir (Matta, 15/1-14; krş. el-Mâide 5/62-63).
Bu âlimler, yahudi geleneğinde üstlendikleri farklı görev ve fonksiyonlara atıfla nasi, dayan, hasid ve ahbâr kelimesiyle çağrışım yapacak şekilde haver gibi farklı sıfatlarla nitelendirilmekle birlikte bilhassa Talmud literatüründe rabbi veya rav şeklinde isimlendirilmişlerdir. Daha ziyade İsrail topraklarındaki yahudi cemaati tarafından benimsenen rabbi unvanı gerekli eğitimi almış, resmî olarak tayin edilmiş âlimler için kullanıldığından ve İsrail toprakları dışında söz konusu tayin yapılmadığından Babilonya’da (bugünkü Irak) yaşayan ve ilmî açıdan daha büyük itibara sahip bulunan yahudi âlimleri rabbi (efendim) yerine rav unvanını kullanmışlardır. Yüksek yahudi dinî mahkemesi Sanhedrin’e başkanlık eden daha yüksek konumdaki rabbiler ise “rabban” diye çağrılmış, daha sonra bu kalıp “rabbenu” biçiminde de kullanılmıştır. Muhtemelen bu statünün Hıristiyanlık’taki karşılığı Âbâ-i Nasrâniyye olarak isimlendirilen kilise babaları olmaktadır (bk. ÂBÂ).
Talmud’da sözü geçen rabbiler, Eski Ahid’i ve yahudi sözlü geleneğini yorumlayan ve geçimini temin etmek üzere başka bir işle de meşgul olan din âlimlerine karşılık gelmektedir. Ortaçağ’lardan itibaren rabbiler (rabbanim) Tevrat’ı yorumlama ve hüküm çıkarma işine ilâveten bugün de devam ettiği üzere öğretmen, vâiz ve dinî lider görevlerini deruhte etmişler ve genellikle “ha-rav” diye isimlendirilmişlerdir. Doğu Avrupa kökenli yahudilerin (Aşkenazi) benimsediği rabbiye karşılık İspanya kökenli yahudiler (Sefarad) din âlimleri için daha ziyade “ribbi” kalıbını kullanmışlardır. “Bilge kişi” anlamındaki haham ise İbrânîce’de genellikle bütün yahudi din âlimlerini kapsayan bir kelimeye karşılık gelmekle birlikte özel olarak rabbi kelimesi yerine de kullanılmıştır. Rabbilerin ve onların oluşturduğu sözlü geleneğin otoritesini temel alan Yahudilik, Rabbânîlik (Rabbanim) ya da Rabbânî Yahudilik olarak adlandırılmıştır. Rabbânî geleneğini reddeden azınlık durumundaki yahudi oluşumu ise Karâîlik diye isimlendirilmiştir (ayrıca bk. KARÂÎLİK; YAHUDİLİK).
BİBLİYOGRAFYA
Taberî, Câmiʿu’l-beyân, III, 117-119, 325-327; IV, 250, 251.
Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd v.dğr.), Riyad 1998, I, 574; II, 242.
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, Beyrut, ts., VIII, 111.
İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm, Beyrut 1385/1966, II, 64, 603.
Âlûsî, Rûḥu’l-meʿânî, Beyrut 1993, III, 129, 332.
Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, VI, 398.
Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, ts. (Azim Dağıtım), II, 440; III, 249.
L. Koehler – W. Baumgartner, The Hebrew and Aramaic Lexicon of the Old Testament (ed. M. E. J. Richardson), Leiden 1996, III, 1170-1173.
“Priests and Priesthood”, EJd., XIII, 1069-1086.
“Rabbi, Rabbinate”, a.e., XIII, 1446-1458.
“Sages”, a.e., XIV, 636-655.