- 1/2Müellif: İSMAİL DURMUŞBölüme GitSözlükte “şaka, latife yapmak, eğlenmek” mânasına gelen Arapça hezl kelimesi “şaka, mizah, latife, alay ve eğlence” anlamlarında isim olarak da kullan...
- 2/2Müellif: İSKENDER PALABölüme GitTÜRK EDEBİYATI. Hezl türü klasik Türk edebiyatına İran’dan geçmiştir. Fars edebiyatında genel olarak hicivle aynı anlamda kullanılan ve “bir kimsenin ...
https://islamansiklopedisi.org.tr/hezl--edebiyat#1
Sözlükte “şaka, latife yapmak, eğlenmek” mânasına gelen Arapça hezl kelimesi “şaka, mizah, latife, alay ve eğlence” anlamlarında isim olarak da kullanılır. Aynı kökten gelen hüzâle de bu mânadadır. Ebû Abdullah İbnü’l-A‘râbî’nin, kelimenin sözlük anlamını açıklarken “sert sözün yumuşak ve rahat bir biçimde ifade edilmesi, sözün değişik anlatım tarzlarıyla dile getirilmesi” şeklinde verdiği mâna (Lisânü’l-ʿArab, “hzl” md.) hezlin terim anlamına yakındır. Yeni bazı Arapça sözlüklerde bu kavram hezlî (çoğulu hezliyyât, hezeliyyât) terimiyle karşılanmıştır (Muhammed Altuncî, II, 873).
Hezl kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de bir yerde geçmekte ve burada ilâhî kitabın hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı birbirinden ayıran gerçek ve ciddi bir söz olduğu, şaka ve mizah (hezl) olmadığı belirtilmektedir (et-Târık 86/13-14). Âyette, şaka ve mizah ifade eden sözlerin kesin hüküm bildiren bir niteliğe sahip olamayacağına işaret vardır. Hezl kelimesi birçok hadiste karşıtı olan cid ile birlikte yer almaktadır (meselâ bk. Müsned, I, 410; İbn Mâce, “Ṭalâḳ”, 9; Ebû Dâvûd, “Ṭalâḳ”, 9; Tirmizî, “Ṭalâḳ”, 9).
ARAP EDEBİYATI. Belâgat âlimlerine göre mânaya güzellik veren bedîî sanatlardan sayılan hezlin temel amacı mizah üslûbuyla ciddi bir hususu pekiştirmek olduğundan şaka, latife ve mizahla karışık halde bulunur. Bundan dolayı eski kaynaklarda türün adı, aynı zamanda edebî tanımı olan “el-hezlü’llezî yürâdü bihi’l-cid” veya “el-hezl fî ma‘riżi’l-cid” (ciddiyet amaçlı hezl) şeklinde geçer. Hezlin bu çeşidinin edebî bir sanat kabul edilerek belâgat kitaplarında ele alınmasına karşılık ciddiyet amacı taşımayan hezl ve şaka söz konusu edilmemiştir.
Edebiyatta hezl türüne ilk dikkat çeken âlim olan Câhiz (ö. 255/869), İbrâhim b. Hânî’nin açık saçık, eğlenceli, hezl ve mizah karışımı birçok sözünün bulunduğunu belirtmiş (el-Beyân ve’t-tebyîn, I, 93), hezl ve mizahın, ciddi meselelerle uğraşmaktan yorulup bunalan kimseleri neşelendirdiğini ifade ederek bu türün yararını anlatmıştır. Hezlde insanı eğlendirip güldüren faktörleri “boş ve saçma sözler, zarif sebepler, garip gerekçeler” şeklinde sıralayan Câhiz (Kitâbü’l-Ḥayevân, III, 5-6) bunlara bedevîlerin sözlerinde, kelâmcılar arasındaki tartışmalarda, ahmakların kendilerini savunmalarında rastlandığını belirttikten sonra örnek olarak birçok nükte ve fıkraya yer vermiştir. İbnü’l-Mu‘tezz’in mutlak olarak sözü güzelleştiren unsurlar arasında yer verdiği hezli Necmeddin İbnü’l-Esîr lafzî sanatlardan sayar (Cevherü’l-Kenz, s. 211). Diğer bütün bedî‘ âlimleri ise onu mânaya güzellik veren sanatlardan kabul etmişlerdir. Yahyâ b. Hamza el-Müeyyed, aralarında önemli farklar bulunduğunu söylemekle birlikte hezli tecâhül-i ârif sanatıyla ilgili görmektedir (eṭ-Ṭırâzü’l-müteżammin, s. 438-439). Hezl hakkındaki tanımı kendisinden sonra gelen birçok belâgat âlimini etkilemiş olan İbn Ebü’l-İsba‘ el-Mısrî’ye (ö. 654/1256) göre hezl, bir övgü veya yergi ifadesinin hoş bir mizah veya güldüren bir müstehcenlik içinde ifade edilmesidir (Taḥrîrü’t-Taḥbîr, s. 138). Ona göre hezlde nükteli, mizahî ve müstehcen anlatımın altında yatan temel amaç, yani hezlin ciddi tarafı övmek veya yermektir. Ancak İbn Ma‘sûm’un da belirttiği gibi hezl sadece övgü ve yergide değil her konuda geçerlidir. Hezl, alay etmek için veya latife amacıyla bir şeyin anılıp zıddının kastedildiği istiâre-i tehekkümiyye ile benzer görünmekle birlikte aslında bunlar birbirinden farklıdır. Tehekküm ciddiyet görünümünde istihza, hezl ise mizah ve alay görünümünde ciddiyettir.
Kaynaklarda hezl ile ilgili olarak kaydedilen birçok örnekte, Kur’ân-ı Kerîm’den iktibas edilen bazı ifadelere mecaz veya kinaye yoluyla hezl üslûbu içinde yer verildiği görülür. Bu konuda Câhiz tarafından yapılan en güzel iktibaslardan biri “mağarada ikinin ikincisi” âyetidir (et-Tevbe 9/40). Abbâsî halifeleri Mu‘tasım-Billâh ile Vâsiḳ-Billâh zamanında vezirlik yapan İbnü’z-Zeyyât Muhammed b. Abdülmelik, Câhiz’in yakın dostuydu. İbnü’z-Zeyyât, hasımlarına işkence etmek için yaptırdığı çivili demir tandırda Halife Mütevekkil-Alellah tarafından öldürüldüğü zaman Câhiz oradan kaçmış, sebebini soranlara da, “Tandırda ikinin ikincisi olmamak için” demiştir (İbn Ebû Avn el-Bağdâdî, neşredenin mukaddimesi, s. 143). Aynı şekilde, Kur’an’da yer alan “ekin bitmeyen vadi” (İbrâhîm 14/37) ifadesinin birçok şiirde “cimri kimse” hakkında iktibasen kullanılması da bu nevidendir.
“Ben de şaka yaparım, ancak sadece doğru olanı söylerim” (Heysemî, VIII, 89) sözüyle nezih şaka ve nükteye cevaz veren Hz. Peygamber’in bir kadının sorusu üzerine, “Yaşlı kadınlar cennete girmeyecek” (a.g.e., X, 419) demesi; yine bir başka kadına, “Gözünde ak olan kocan ne yapıyor?” (İbn Kuteybe, Teʾvîlü muḫtelifi’l-ḥadîs̱, s. 293) diye sorması ve muhataplarının üzüldüğünü görünce ilkine, “Yaşlı hanımlar cennete genç olarak girecek”; diğerine de, “Her gözde ak olmaz mı?” diyerek gönüllerini alması, hezlin Resûl-i Ekrem’in dilinden güzel ve nezih örnekleri arasında yer alır.
Ashap içinde başta Nuaymân b. Amr ile Süveybıt b. Harmele olmak üzere (Müsned, VI, 316; İbn Mâce, “Edeb”, 24) Hz. Ali, kardeşi Akīl ve oğlu Hasan, Abdullah b. Ömer, Kādî Şüreyh, Ebû Damdam gibi şaka, nükte ve hazırcevaplıkları ile meşhur olan ve bu konuda kendilerinden birçok rivayet bulunan kimseler yanında tâbiîn devrinde ve daha sonraki dönemde yetişmiş Şa‘bî, İyâs b. Muâviye, İbn Sîrîn, A‘meş, Mu‘tezile’den Sümâme b. Eşres’ten ve daha pek çok kimseden gelen bu tür nakiller kaynaklarda zikredilmektedir.
Öncüsünün İmruülkays olduğu söylenen (İbn Ebü’l-İsba‘, s. 139; İbn Hicce, s. 56) hezle dair Ebû Nüvâs ile Ebû Dülâme başta olmak üzere Beşşâr b. Bürd, Ferezdak, Hammâd Acred, Mutî‘ b. İyâs, Ebü’l-Atâhiye, İbnü’l-Haccâc gibi şairlerden müstehcen şiirler, mizah, fıkra, nükte ve latifeler nakledilmiştir. Halife Mansûr’un halası defnedilirken Ebû Dülâme’ye, “Bu çukur için ne hazırladın?” diye sorduğunda, Ebû Dülâme’nin “emîrü’l-mü’minînin halasını” şeklinde verdiği cevap (Necmeddin İbnü’l-Esîr, s. 212) güldüren hezlin güzel örnekleri arasında sayılır. Abdülganî b. İsmâil en-Nablusî’nin “Bedîiyye”sinde hezl için nazmettiği örnek beyitte Hz. Peygamber’in doğumundan önce meydana gelen olayları anlatırken İran kisrâsı için kullandığı, “Taç düştü kel göründü” sözüyle, Küşâcim’in bir şiirinde cimri bir arkadaşı tarafından yapılan davette aç kalışını, ifade ettiği “Niyetli olsaydım oruç sevabı kazanmıştım” (Nefeḥâtü’l-ezhâr, s. 151-152) cümlesinde yer alan kinayeler mizahî anlatıma güç katmıştır.
Abbâsîler’in ilk dönemlerinden itibaren çeşitli hezl örnekleri derlenip kaleme alınmış, İbnü’n-Nedîm’in el-Fihrist’inde de belirtildiği üzere (s. 158, 161, 170-171, 182, 375-376) pek çok eser meydana getirilmiştir. Bunlar arasında bir kişiye dair haberleri müstakil olarak toplayanlar bulunduğu gibi ahmak, deli, yalancı peygamber, bedevî, tufeyli, cimri, dilenci, Hâricî, nedim, celîs gibi çeşitli gruplarla halife, vezir, vali, fukaha, kurrâ, muhaddis, müezzin-imam, vâiz, kassâs, edip ve şair gibi meslek erbabına ait olanları da vardır. Ancak bu eserlerin hemen hiçbiri günümüze ulaşmamıştır. Câhiz’in Kitâbü’l-Buḫalâʾ, Kitâbü’l-Ḥayevân, el-Beyân ve’t-tebyîn’i ile bazı risâleleri içinde (Resâʾilü’l-Câḥiẓ, el-Cid ve’l-hezl, el-Meḍâḥik, el-Mülaḥ ve’ṭ-ṭuraf, Farṭu cehli’l-Kindî, Müfâḫaretü’l-cevârî ve’l-ġılmân) bu tür nakillere sıkça rastlanır. Hezliyyâta yer veren diğer eserler kronolojik olarak şöyle sıralanabilir: Ebû Hiffân el-Mihzemî (ö. 257/871), Aḫbâru Ebî Nüvâs; İbn Kuteybe, ʿUyûnü’l-aḫbâr; Beyhakī, el-Meḥâsin ve’l-mesâvî; İbn Ebû Avn, el-Ecvibetü’l-müskite; İbn Abdürabbih, el-ʿİḳdü’l-ferîd; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Eġānî; İbn Habîb en-Nîsâbûrî, ʿUḳalâʾü’l-mecânîn; Ebû Hayyân et-Tevhîdî, el-İmtâʿ ve’l-müʾânese, el-Beṣâʾir ve’ẕ-ẕeḫâʾir; Ebû Sa‘d Mansûr b. Hüseyin el-Âbî, Nes̱rü’d-dür; Ebû İshak el-Husrî, Cemʿu’l-cevâhir fi’l-mülaḥ ve’n-nevâdir, Zehrü’l-âdâb; Hatîb el-Bağdâdî, et-Taṭfîl ve ḥikâyâtü’ṭ-ṭufeyliyyîn, el-Buḫalâʾ; Râgıb el-İsfahânî, Muḥâḍarâtü’l-üdebâʾ; Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Aḫbârü’l-ḥamḳā ve’l-muġaffelîn, Kitâbü’l-Eẕkiyâʾ, Aḫbârü’ẓ-ẓırâf ve’l-mütemâcinîn; İbn Saîd el-Mağribî, el-Muḳteṭaf min ezâhiri’ṭ-ṭuraf; İbn Manzûr, Aḫbâru Ebî Nüvâs; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb; Safedî, Nektü’l-himyân, eş-Şuʿûr bi’l-ʿûr; Ebû Bekir İbn Âsım el-Gırnâtî, Ḥadâʾiḳu’l-ezâhir; İbşîhî, el-Müsteṭraf; Bahâeddin Âmilî, el-Keşkûl, el-Miḫlât; Ahmed el-Havfî, el-Fükâhe fi’l-edebi’l-ʿArabî; Yûsuf Ahmed Mürüvve, Nevâdiru aʿlâmi’l-fükâhe.
Bunlardan başka özellikle hamâse türündeki antolojilerde Ebû Temmâm’dan itibaren “el-Mülah”, “ez-Zarf” vb. adlarla anılan bölümlerde hezliyyâta dair örnekler yer almaktadır. Ebü’l-İber el-Hâşimî’nin Halife Mu‘tez-Billâh için yazıp 1000 dinar ödül aldığı, tamamı hezl olan bir kasîde-i müzdevicesinin bulunduğu kaydedilir (Ebû İshak el-Husrî, Cemʿu’l-cevâhir, s. 11-12). İbn Zeydûn’un er-Risâletü’l-hezliyye adlı eseri ise hicve dairdir.
BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “hzl” md.
İbn Manzûr, Aḫbâru Ebî Nüvâs, Bağdad 1952, tür.yer.
Müsned, I, 410; VI, 316.
İbn Mâce, “Ṭalâḳ”, 9, “Edeb”, 24.
Ebû Dâvûd, “Ṭalâḳ”, 9.
Tirmizî, “Ṭalâḳ”, 9, “Birr”, 57.
Câhiz, Kitâbü’l-Ḥayevân, tür.yer.
a.mlf., el-Beyân ve’t-tebyîn, Kahire 1395/1975, I, 93.
İbn Kuteybe, Teʾvîlü muḫtelifi’l-ḥadîs̱ (nşr. M. Zührî en-Neccâr), Kahire 1386/1966, s. 293.
İbnü’l-Mu‘tez, el-Bedîʿ (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî), Beyrut 1410/1990, s. 158-159.
İbrâhim b. Muhammed el-Beyhakī, el-Meḥâsin ve’l-mesâvî, Beyrut 1404/1984, s. 459-461, 584-588, 600-602.
İbn Ebû Avn el-Bağdâdî, Kitâbü’l-Ecvibeti’l-müskite (nşr. M. Abdülkādir Ahmed), Kahire 1983, tür.yer., ayrıca bk. neşredenin mukaddimesi, s. 5, 12, 143.
İbn Abdürabbih, el-ʿİḳdü’l-ferîd, tür.yer.
Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Eġānî (nşr. Abdullah Ebû Ali Mühennâ), Beyrut 1407/1986, III, 152-158; IX, 367-388; X, 281-322; XII, 183-186; XVII, 216-225.
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 158, 161, 170-171, 182, 375-376.
İbn Habîb en-Nîsâbûrî, ʿUḳalâʾü’l-mecânîn, Kahire 1924, tür.yer.
Ebû Hayyân et-Tevhîdî, el-Beṣâʾir ve’ẕ-ẕeḫâʾir (nşr. Vedâd el-Kādî), Beyrut 1408/1988, tür.yer.
a.mlf., el-İmtâʿ ve’l-müʾânese, Kahire 1973, tür.yer.
Ebû İshak el-Husrî, Zehrü’l-âdâb (nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî), Kahire 1389/1969, tür.yer.
a.mlf., Cemʿu’l-cevâhir fi’l-mülaḥ ve’n-nevâdir (nşr. M. Emîn el-Hâncî), Kahire 1353, tür.yer.
Hatîb el-Bağdâdî, et-Taṭfîl, Kahire 1983, tür.yer.
İbnü’l-Cevzî, Aḫbârü’l-ḥamḳā ve’l-muġaffelîn, Beyrut 1405/1985, tür.yer.
a.mlf., Kitâbü’l-Eẕkiyâʾ, Kahire 1304, tür.yer.
a.mlf., Aḫbârü’ẓ-ẓırâf ve’l-mütemâcinîn (nşr. Abdülemîr Mühennâ), Beyrut 1990, tür.yer.
İbnü’l-Esîr, Kifâyetü’ṭ-ṭâlib (nşr. Hilâl Nâcî v.dğr.), Bağdad 1982, s. 185-186.
İbnü’l-Esîr el-Halebî, Cevherü’l-Kenz: Telḫîṣu Kenzi’l-berâʿa fî edevâti ẕevi’l-yerâʿa (nşr. M. Zağlûl Sellâm), İskenderiye, ts. (Münşeetü’l-maârif), s. 211-212.
İbn Ebü’l-İsba‘, Taḥrîrü’t-Taḥbîr (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1383/1963, s. 138-139, 570-573.
Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, VII, 124.
Şehâbeddin Mahmûd, Ḥüsnü’t-tevessül ilâ ṣınâʿati’t-teressül (nşr. Ekrem Osman Yûsuf), Bağdad 1400/1980, s. 232.
Yahyâ b. Hamza el-Müeyyed, eṭ-Ṭırâzü’l-müteżammin li-esrâri’l-belâġa, Beyrut 1415/1995, s. 438-439.
Hatîb el-Kazvînî, el-Îżâḥ fî ʿulûmi’l-belâġa, Beyrut 1412/1992, s. 351.
Safiyyüddin el-Hillî, Şerḥu’l-Kâfiyeti’l-bedîʿiyye (nşr. Nesîb Neşâvî), Dımaşk 1402/1982, s. 80.
Teftâzânî, el-Muṭavvel ʿale’t-Telḫîṣ, İstanbul 1309, s. 443.
Heysemî, Mecmaʿu’z-zevâʾid, VIII, 89; X, 419.
İbn Hicce, Ḫizânetü’l-edeb, Kahire 1304, s. 56-57.
İbn Âsım el-Gırnâtî, Ḥadâʾiḳu’l-ezâhir (nşr. Ebû Hemmâm Abdüllatîf Abdülhalîm), Beyrut 1413/1992, tür.yer.
Ebû Sa‘d el-Âbî, Nes̱rü’d-dür (nşr. Osman Bû Gānîmî), Tunus 1983, tür.yer.
Abdülganî b. İsmâil en-Nablusî, Nefeḥâtü’l-ezhâr, Beyrut 1404/1984, s. 151-153.
Ahmed Matlûb, Muʿcemü’l-muṣṭalaḥâti’l-belâġiyye ve teṭavvürühâ, Bağdad 1407/1987, III, 315, 349-351.
Yûsuf Ahmed Mürüvve, Nevâdiru aʿlâmi’l-fükâhe, Beyrut 1412/1991, tür.yer.
Muhammed Altuncî, el-Muʿcemü’l-mufaṣṣal fi’l-edeb, Beyrut 1413/1993, II, 873.
https://islamansiklopedisi.org.tr/hezl--edebiyat#2-turk-edebiyati
TÜRK EDEBİYATI. Hezl türü klasik Türk edebiyatına İran’dan geçmiştir. Fars edebiyatında genel olarak hicivle aynı anlamda kullanılan ve “bir kimsenin kötülendiği, hakkında uygun olmayan şeylerin söylendiği şiir” veya “ahlâk ve edebe aykırı söz” diye tarif edilen hezl hakkında (Dihhudâ, XXVIII, 208; ayrıca bk. HİCİV) Fars şairlerinin fikirleri farklılık gösterir. Müncik-i Tirmizî bir mısraında, “Hezl söylemek küfürdür” derken Nâsır-ı Hüsrev hezli “mâzur” görür. Hâkānî hezl ile bunun karşıtı olan ciddiyeti kıyaslar ve bunları eline kâh kitap, kâh sapan alan bir çocuğa benzeterek, “Hezlden sürekli âfet görürsün” der. Sa‘dî’ye göre de hezl ciddi sözü katleder (Dihhudâ, a.y.).
Türk edebiyatında hezl, birini yermek ve ona hak etmediği bir şeyi yakıştırmak üzere genel ahlâk kurallarını zorlayıcı tarzda söylenmiş sözlere denir. Bu bakımdan latife ile hiciv arasında bir konumda bulunur. Belli bir amaca yönelik olması ve kişileri hedef alarak onları gülünç duruma düşürmesi açısından latifeden daha ağır, sövme ve müstehcenlikten arınmış olduğu için de hicivden daha hafif bir mizah türüdür. Ciddi bazı şiirlerin hezl üslûbunda yeniden nazmedilmesine tehzîl, hezl türündeki yazı ve şiirlerin toplandığı mecmualara da “hezliyyât mecmuası” adı verilir.
Hezl, en şiddetli yergiler olan hicivlerden başlayarak zem, kadh, şetm, ta‘riz, latife (mülâtafa), mutâyebe gibi mizah içeren edebî türlerle karıştırılmıştır. Mizahî türlerin pek çoğunda yer alan şakacılık, alaya alma, ahlâka ve edebe aykırılık gibi birbirine benzeyen, hatta bazan iç içe bulunan özelliklerin kesin çizgilerle ayrılması zordur. Bu konuda yapılmış bazı tasniflere göre hezl “alay ederek küçük düşürme” biçiminde tanımlanmış, alt kademesine ta‘riz (sataşma ve taşlama), üst kademesine de zem (kınama), hiciv (yergi), şetm ve kadh (sövgü) konulmuştur (Levend, TDAY Belleten [1970], s. 40; Mengi, s. 126). Latife ve nükte ise kimseyi incitmeme ve zarafeti ön planda tutma açısından hezlden ayrılır. Bu da Türk edebiyatındaki hezlin Arap belâgatında nükteyi andırır tarzdaki anlamından farklı olarak hicve yakın bir mâna taşıdığını gösterir.
Nâbî oğluna öğüt verirken hezl ve mizah uğruna dostlukların yitirildiğini, hezlin kin ve düşmanlıklara yol açabileceğini anlatır (Hayriye, s. 87-88). Sünbülzâde Vehbî’nin öğüdü de Nâbî’yi destekler niteliktedir: “Kimseyi etme sakın istihzâ / Görme Hakk’ın kulunu hezle sezâ” (Lutfiyye, s. 71-72). Bu ifadelerden, hezlin Türk edebiyatında pek rağbet edilecek bir tür olarak görülmediği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte birçok divan şairi hezliyyât türü manzumeler yazmaktan geri durmamıştır.
Şairlerin, devlet adamlarının ve devrin ünlü simalarının başından geçen hadiseler hezl türündeki sözlerle anlatılırken zarafete ve edebî inceliklere dikkat etmeye özen gösterilmesi gerektiği halde buna yeterince riayet edilmediği görülmektedir. Çok defa şairin dışında gelişen olayların hikâye edilmesi, mübalağalı ve zarif bir üslûp kullanılması hezli hicivden ayırır.
Hezliyyât mecmualarında kimliği belirsiz bazı kişilere dair alelâde ve müstehcen hikâyelere de yer verildiği görülmektedir. Hezliyyât mecmuası düzenleyen şairler nükte, mizah, hiciv ve hezliyyât örneklerini hiçbir tasnife tâbi tutmadan yazıya geçirdiklerinden bu tür mecmualar hem şekil hem de muhteva yönünden çeşitlilik gösterir. Dolayısıyla hezliyyât mecmualarında çok nezih beyitlerin yanında sövgü içeren kıtalara da rastlamak mümkündür.
Yazıldıkları devrin edebî ve tarihî şahsiyetleri hakkında önemli bilgiler ihtiva eden bu tür eserlerde diğer kaynaklarda yer almayan bazı ayrıntılar da bulunur. Meselâ Mantıkī’nin (ö. 1635) bir hezl örneği olan, “Şam’da bilmediler kıymetimi / Hicret ettim Halebü’ş-şehbâ’ya / Harların çifte-i iz‘âcından / İlticâ ettim Öküz Paşa’ya” kıtasından onun Şam’da görev yaptığı, buradan azledilince Halep’e giderek Öküz Mehmed Paşa’ya sığındığı ve yeniden görev aldığı öğrenilmektedir.
Klasik Türk edebiyatında hezllerini mecmua haline getiren önemli müellifler şöyle sıralanabilir: İshak Çelebi (ö. 944/1537; Âşık Çelebi’nin Meşâirü’ş-şuarâ’sında örnekleri vardır), Nihâlî Câfer Çelebi (Âşık Çelebi’nin Meşâirü’ş-şuarâ’sında örnekleri vardır), Nev‘îzâde Atâî (İÜ Ktp., TY, nr. 319), Bahâî-i Küfrî (İÜ Ktp., TY, nr. 3005), Hevâî (İÜ Ktp., TY, nr. 2816, 3298, 3444), Osmanzâde Tâib (hezlleri çeşitli mecmualarda kayıtlıdır), Tırsî İbrâhim (A. Sırrı Levend kitapları arasında, bk. Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 155), Kânî (İÜ Ktp., TY, nr. 3027, 5604), Seyyid Osman Sürûrî (İÜ Ktp., TY, nr. 1597), Süleyman Fâik (İÜ Ktp., TY, nr. 9577), Bayburtlu Zihnî (İÜ Ktp., TY, nr. 9601). Bu mecmualarda yer yer hezliyyât tanımına uymayan, yaşanmış küçük hikâyeler de mevcuttur. Edirneli Güftî (ö. 1088/1677), Teşrîfâtü’ş-şuarâ adlı tezkiresinde 106 şairi hezl üslûbuyla anlatmıştır.
Türk edebiyatında hezlin yaygın kullanım şekillerinden biri, şekli şairin bir manzumeye nazîre yazarak meydana getirdiği tehzîldir. Daha ziyade içinde bulunulan zamanı ve şartları eleştirmek için söylenen tehzîlde nükte esastır. Mizahî açıdan yeterince olgunlaşmamış bir tehzîl makbul sayılmaz. Tehzîl bir kişiyi, bir kurumu veya olayı konu edinebilir. Tehzîl ettiği şiire şekil bakımından bağlı kalan şair fikir ve ifadede özgürce hareket eder. İnce hayaller, zarif nükteler ve bol çağrışımlı ifadeler tehzîl söyleyen şairlerde görülen en belirgin üslûp özellikleridir. Divan şairleri içinde Mürekkepçi Hevâî ile Sürûrî’nin hicivleri kadar tehzîlleri de meşhurdur.
Millî Edebiyat döneminde çıkarılan mizah dergilerinde divan şairlerinin gazel ve manzumeleri sık sık tehzîl edilmiştir. Fazıl Ahmet Aykaç, Faruk Nafiz Çamlıbel, Halil Nihat Boztepe, Yusuf Ziya Ortaç, Osman Kaygılı, Orhan Seyfi Orhon, Hüseyin Kâmî, Rıza Tevfik gibi şairlerin siyasî muhtevalı tehzîlleri meşhurdur. Nedîm’in, “Tahammül mülkünü yıktın Hülâgû Han mısın kâfir / Aman dünyâyı yaktın âteş-i sûzan mısın kâfir” matla‘lı gazelini Hüseyin Kâmî, Hüseyin Cahit Yalçın hakkında yazdığı, “Siyâset mülkünü yıktın Ohannes Han mısın kâfir / Bütün ahrârı kızdırdın kızıl sultan mısın kâfir” matla‘lı bir gazelle tehzîl etmiştir. Fazıl Ahmet Aykaç’ın Nâmık Kemal’in “Hürriyet Kasidesi”ne yazdığı tehzîlin bir beyti şöyledir: “Nasıl âlî-himem erbâb-ı cidd ü ictihâdız kim / Bıraktık bir aşîret biz cihangîrâne devletten.”
BİBLİYOGRAFYA
Nâbî, Hayriye (haz. İskender Pala), İstanbul 1989, s. 87-89.
Vehbî, Lutfiyye (haz. Süreyya Ali Beyzâdeoğlu), İstanbul 1994, s. 71-73.
Sürûrî, Hezliyyât Mecmuası, İÜ Ktp., TY, nr. 1597.
Süleyman Fâik Efendi, Mecmua, İÜ Ktp., TY, nr. 9577.
Muallim Nâci, Istılâhât-ı Edebiyye, İstanbul 1307, s. 200-202.
Mustafa Nihat Özön, Edebiyat ve Tenkid Sözlüğü, İstanbul 1954, s. 119-120, 265.
S. Kemal Karaalioğlu, Türkçe ve Edebiyat Sözlüğü, İstanbul 1962, s. 65, 155-156.
Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügatı, İstanbul 1973, s. 53, 154.
M. Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilgi ve Teorileri: Belâgat, Ankara 1980, s. 300-303.
Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 148-155.
a.mlf., Divan Edebiyatı, İstanbul 1984, s. 522-542.
a.mlf., “Divan Edebiyatında Gülmece ve Yergi”, TDAY Belleten (1970), s. 37-45.
L. Sami Akalın, Edebiyat Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1984, s. 135.
İskender Pala, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, Ankara 1995, s. 247.
Mine Mengi, “Divan Şiirinde Yergi Amaçlı Söz Sanatları”, JTS, XX (1996), s. 126-132.
Cem Dilçin, “Mecnûnnâme (Tehzîl-i Leylâ vü Mecnûn)”, a.e., XXI (1997), s. 230-301.
Pakalın, I, 802; III, 436-437.
Dihhudâ, Luġatnâme, XXVIII, 208.