III. MİMARİ
Kafkasya’da çağlar boyunca sık sık görülen çatışma ve istilâlar, bölgede yaşayan insanların varlıklarını koruyabilmeleri için savunma tipli mimari yapıları geliştirmelerini zorunlu kılmıştır. Bu amaçla tesis edilen yapılar birbirine birleşik komplekslerden oluşuyor, genellikle yüksek tepelere ve sarp vadilere inşa ediliyordu. Ayrıca Gürcistan’da Gognari, Avranlo, Santa ve Lodovani’de olduğu gibi labirent şeklinde yapılmış örneklere de rastlanmaktadır. Korunaklı bir şekilde tahkim edilen bu yapılar dörtgen şeklinde planlanıyor ve içlerinde gözetleme kuleleri de bulunuyordu. Bu tür gözetleme kuleleri, daha sonraki çağlarda da bölgenin birçok yerinde yaygın şekilde yapılarak günümüze kadar ulaşmıştır. En sağlam biçimde zamanımıza ulaşan kuleler Orta ve Doğu Kafkaslar’da görülmektedir. Farklı biçimlerde inşa edilen bu kulelerin belirgin özelliği olan çatı biçimleri dikkate alınarak sivri-basamak çatılı, beşik çatılı, kırma-düz çatılı ve çatısız-hisar tipli olarak dört grupta toplanmaktadır. Sivri basamak çatılı kuleler, Kafkasya’da en çok örneği bulunan mimari yapılar olarak Çeçenya topraklarında yüksek dağ vadileri ve sarp yamaçlarda inşa edilmiştir. Daryal Geçidi bölgesinden başlayarak doğuya doğru İnguş ve Çeçen topraklarından uzanan bir hat üzerinde yoğunlaşan bu tür kulelerin Erzi, Leilakh, Eğikal, Malkhisthi gibi yerlerdeki örnekleri dikkat çekicidir. Bilim dünyasında “Vaynah kuleleri” olarak tanınan bu yapılar, iyi korunan ve az bilinen mimari eserler olarak günümüze kadar gelmiştir. Bazı araştırmacılar, kulelerin Kafkasya’da Bronz çağından beri yapıldığını iddia ederken 1925-1932 yılları arasında Çeçen-İnguş Özerk Cumhuriyeti’nde arkeolojik kazılar yapan Semenov ve Krupnov gibi bilim adamları Eğikal, Hamhi ve Doşhakle yakınlarında milâttan önce 700-500 yıllarına tekabül eden İskit uygarlığı döneminden kalma kule kalıntılarına dayanarak bu tür yapıların en azından İskitler’in Kafkasya’da bulundukları devirlerden itibaren inşa edilmeye başlandığını ileri sürmüşlerdir. Kuzey Kafkasya’da 1220’li yıllardan sonra Moğol istilâsı ve saldırıları sırasında dağlık bölgelere çekilen Çeçenler’in bu yıllarda kule yapımını yaygınlaştırarak geliştirdikleri ve bugünkü klasik görünümüne kavuşturdukları ortak bir kanaat olarak ileri sürülmektedir. Kule mimarisinin uzun gelişim yılları boyunca askerî, sivil ve dinî işlevlerle yapıldığı anlaşılmaktadır. Yükseklikleri ve birbirlerinin görüş menzilleri içerisindeki stratejik yerleri sebebiyle savunmaya, gözetlemeye ve haberleşmeye imkân veren bu kuleler Rus-Kafkas savaşlarında büyük hizmetler görmüş, “misket topu”nun Ruslar tarafından kullanılmaya başlandığı 1800’lü yıllardan sonra ise önemini kaybetmiştir. Kafkasya’nın hemen her bölgesinde kule mimarisi aynı zamanda yerleşim amaçlı olarak da inşa edilmiştir. Çeçenya’da Yetkali’de olduğu gibi dinî amaçlarla yapılan kuleler de mevcuttur. Ortalama 20 ile 30 m. yükseklikte hafif piramidal gövdeli, beş veya altı katlı olarak inşa edilen Vaynah kulelerinden bölgede 3000’e yakın kalıntı bulunmaktadır. Günümüzde bu kalıntılardan 300’e yakını sağlam veya yarı yıkık olarak ayakta kalabilmiştir. Vaynah kulelerinin oldukça dar bir alanda çok sayıda olması sebebiyle Çeçen-İnguş dağları dünya kule mimarisinin merkezi sayılmıştır. Beşik çatılı kulelere daha çok Gürcistan’da Svanetya ve Güney Osetya’da rastlanmaktadır. Ayrıca Kabarday-Balkarya ve diğer bölgelerde de bu tür kule örnekleri mevcuttur. Özellikle Svanlar’ın yaşadığı Uşguli yöresindeki kuleler bu grubun karakteristik örnekleri arasındadır. Bu türe giren kule örneklerinin ilginç bir özelliği de çatı katında bulunan pencere sayılarındaki çeşitliliktir. Kırma-düz çatılı kule örnekleri ve çatısız-hisar tipli kuleler, genellikle Kuzey Kafkasya’da Balkarya’dan başlayarak Osetya, Çeçenya ve Dağıstan’dan geçerek Azerbaycan’a kadar ulaşan bir hat üzerinde yaygın olarak bulunmaktadır.
Kafkasya’da, bilhassa dağlık bölgelerle kuzey bölgelerinde henüz tam anlamıyla özellikleri tesbit edilmemiş çok sayıda mezar anıtı yer almaktadır. Kafkasyalı halkların putperest oldukları dönemlere ait olduğu sanılan bu mezar anıtları, bölge halklarının semavî dinleri kabul etmesinden itibaren artık yapılmamıştır. Kafkasyalılar, mezar biçimlerini ve ölü gömme âdetlerini değiştirmelerine rağmen bu tür yapılara dokunmamışlardır. Kabarday-Balkarya’dan başlayan bir hat üzerinde Osetya ve Çeçenya topraklarında görülen bu tür mezar anıtlarına kısaca “güneş mezarları”, anıtların bulunduğu nekropollere ise “ölüler şehri” veya “sükûnet diyarı” denilmektedir. Kafkasya’daki kulelerle yapı ve biçim benzerlikleri olan bu anıtların plan ve çatı şekilleri açısından başlıca altı çeşidi vardır. Yapıldıkları bölgedeki malzemenin türü bu çeşitlenmede başlıca etken olmuştur. Meselâ mezarlar, Kabarday bölgesinde taş örme tekniğiyle beşik çatılı olarak inşa edilirken Çeçen-İnguş bölgesinde o yörede bol miktarda bulunan plaka arduvaz taşlarla basamak çatılı olarak yapılmıştır. Kabarday-Balkarya’da Çeğem ve Muhol; Osetya’da Saniba, Dargavs ve Koban; Çeçen-İnguş bölgesinde Vovnişki, Targim, Malkhisthi, Hamhi, Tzidsi, Eğikal ve Falhan bu tür anıtların bulunduğu önemli nekropollerdir.
Dinî mimari örnekleri Kafkasya’nın daha çok Gürcistan, Azerbaycan ve Dağıstan topraklarında yoğunlaşmıştır. Hıristiyanlığın en erken yapılarını da bünyesinde barındıran Gürcistan’daki kilise mimarisi, Ermeni kilise geleneğiyle paralellik göstererek taş işçiliğinin kullanıldığı plastik özellikleriyle dikkat çekmektedir. Mtskheta’da ahşaptan yapılan Azize Nino Kilisesi’yle başlayan bu gelenek Zegani, Gurcaani, Bolnisi, Urbnisi, Ninotzminda, Alaverdi, Cvari vb. eserlerle sürdürülmüştür. XI. yüzyıldan itibaren dağlık bölgelerde yaşayan Çeçenler arasında Hıristiyanlığı yaymak isteyen Gürcü misyonerlerin etkisinin görüldüğü İnguş bölgesindeki Albi Erda, Targim ve Thaba Erda bu tür yapılar arasında sayılabilir.
İslâmiyet’in ilk dönemlerinden itibaren Müslümanlık’la tanışan Dağıstan ve Çeçenistan’ın doğusunda VII. yüzyıldan başlayarak dinî mimari örneklerinde büyük bir artış olmuştur. 1913 yılında Dağıstan’da 360’ı ulucami olmak üzere 2060 adet cami tesbit edilmişti. Bu ülkelerde camiler kadar medreseler ve tekkeler de özellikle Nakşibendî ve Kādirî tarikatlarının yaygınlığı sebebiyle yoğun bir şekilde yapılmıştı. Bu eserler aynı zamanda abartısız ölçülerde ve düz-kırma çatılı olarak inşa edilmişti. Günümüzde Kafkas ülkelerindeki mimari örneklerin büyük bir bölümü, Moğol ve Çarlık Rus istilâlarıyla geçen işgal asırları ve 1920-1990 yılları arasındaki komünist rejimin baskıları sonucunda yok edilmiştir. Bu yıkım döneminden sonra 1984’te Dağıstan’da yirmi yedi adet cami kalmıştı. Hazar kıyısındaki Derbend Cuma Camii (1368) Bakülü bir mimar tarafından ele alınan önemli bir eserdir. Kafkas ülkeleri içerisinde İslâm’ı en erken dönemde kabul etmelerine rağmen savaş ve işgaller yüzünden Çeçenistan’daki mimari örneklerinden çok azı günümüze ulaşabilmiştir. Bu eserler arasında, Pliyevo civarında Borgakaş Türbesi (1405-1406) kare mekân ve taş kubbesiyle dikkati çeker. Ayrıca XVII. yüzyıla ait Himoy Camii, XIX. yüzyıla ait Tunduk Camii ve taş kabartma yazı ve figürlerine sahip yine XVII. yüzyıla ait Tsontroy Camii ve Makajov camileri ilk akla gelen örneklerdir.
Azerbaycan Kafkasya’daki ülkeler içerisinde mimarisi en gelişmiş olan ülkedir. Özellikle Kuzey Kafkasya’ya göre istilâlara daha az mâruz kalması ve ülkenin güneyi ile güneybatısında bulunan eski uygarlıkların köklü mimari gelenekleri Azerbaycan’ı mimari açıdan olumlu yönde etkilemiştir. VII. yüzyıldan itibaren bölgede hâkim olan İslâm kültürü neticesinde mimaride büyük bir gelişme olmuştur. Kumlah-Hudaferin arasında Aras çayı üzerinde 636 yılında yapılan Hudaferin Köprüsü bölgedeki İslâmî döneme ait en eski eser olup on bir gözlüdür. İlhanlılar devrinde bu köprünün yanına on beş gözlü ikinci bir köprü ilâve edilmiştir (XIII. yüzyıl).
Bakü’de yer alan Mescid-i Muhammedî ve taş minaresi (Sınık Kule, 1078-1079) bu şehirdeki Selçuklu eserleri olarak günümüze kadar gelmiştir. Daha sonraki dönemlerde de şehirde pek çok eser yapılmıştır. Bakü’deki camiler içinde XIV-XV. yüzyıllara tarihlendirilen Mescid-i Cum‘a ile XIV. yüzyılın başına tarihlenen Molla Ahmed Camii dışında kalede bulunan Lezgi Camii (1169), Hıdır Camii (1301), Gîlek Camii (1309), Mirza Ahmed Camii (1345), Cin Camii (XIV. yüzyıl), Şeyh İbrâhim Camii (1415), Mektep Camii (1646), Gazi Aybat Camii (1791) ve Beyliyar Camii (XIX. yüzyıl) önemli yapılardır. Ayrıca Kız Kulesi (XII. yüzyıl), Bakü-Şemaha arasında hankah (1256), Apşeron / Mardakyan’da kale (1232), Apşeron / Nardaran’da kale (1301), Apşeron / Şihova Camii (XIII. yüzyıl), Apşeron / Mardakyan’da Tûbeşah Mescidi (1482) bu bölgedeki diğer yapılardır. XV ve XVI. yüzyıllarda inşa edilen Şirvanşahlar Sarayı Külliyesi’nde Keykubad Camii (Eskicami XV. yüzyıl), Seyyid Yahyâ Baküyî Kümbeti, Saray Camii (1441) ve Sultan III. Murad Kapısı da (1587) önemli birimlerdir. Evliya Çelebi’nin deniz kenarında büyük ribâtı, 1000 kadar evi, bağı, bahçesi, camileri, üç hamamı, han, çarşı, pazarı ile mâmur bir şehir olarak nitelendirdiği Bakü’de, adını belirttiği kaledeki Haydar Şah Camii ile şehirdeki Mirza Han Hamamı hakkında bilgi yoktur.
Nahcıvan bölgesinde Selçuklu Atabegleri döneminden günümüze ulaşan Yûsuf b. Küseyr Kümbeti (1162), Mümine Hatun Kümbeti (1186) ve Cuga köyündeki Gülistan Kümbeti (XII-XIII. yüzyıl) en eski önemli yapılardır. Bölgede daha sonra inşa edilen Nahcıvan Ulucamii (1368) ve Cuma Camii de (1368) dikkat çeken eserlerdir. Evliya Çelebi’nin yetmiş adet camisi, kırk mescidi, yirmi mihman sarayı, yedi hamamı, 1000 kadar dükkânı olduğunu yazdığı Nahcıvan’da isimlerini belirttiği Cenâbî Ahmed Paşa, Ferhad Paşa, Güzelce Ali Paşa, Cağaloğlu, Hadım Câfer Paşa camileriyle Cenâbî ve Lâl Paşa hamamları Osmanlı devri eserleri olup haklarında bilgi bulunmamaktadır. Ayrıca Nahcıvan’ın kuzeybatısında yer alan Karabağlar Kümbeti yivli gövdesi ve çift minareli girişiyle dikkat çeker.
Karabağ bölgesinde Berde’de Berde Kümbeti (1322), Aksadan Baba Türbesi (XIV. yüzyıl başları), İmamzâde Mescidi (1868); Şuşa’da kale (1748), Gövher Ağa Mescidi (XIX. yüzyıl), Aşağı Gövher Ağa Mescidi (XIX. yüzyıl), Şuşa Kervansarayı ve Şuşa evleri (XVIII ve XIX. yüzyıllar); Babi’de Şıh Babili Türbesi (670/1271-72); Ahmedallar’da türbe (XIII. yüzyıl), Mehmedbeyli’de türbe (1305); Huçin’de Dörbentli Türbe (XIII-XIV. yüzyıl); Ağdam’da Penah Han Sarayı (XIII. yüzyıl); Kargapazar’da kervansaray (1681) ve Helifli’de Kız Kalesi (XVII. yüzyıl) önemli eserler olarak bilinmektedir.
Kafkasya’nın sivil mimari örnekleri ülkenin yöresel yaşantı tarzı, bölgede bulunan malzeme ve coğrafî farklılıklara uygun bir şekilde çeşitlilik arzeder. Batı kıyılarında görülen genellikle tek veya iki katlı ahşap ve kâgir evler, doğuda yerini taş veya tuğladan yapılmış yüksek ve kulevari evlere bırakır. Karaçay bölgesinde “başı cabılgan arbaz”, Dağıstan’da “saklia” adı verilen korunaklı taş yapılar, Gürcistan’da “darbazi evleri” biçimsel olarak ve kullanılan malzeme açısından birbirinden tamamen ayrı yapılardır. Bu yapılardan Gürcü darbazi evleri piramide benzeyen, yontulmuş kütükten dirseklerle desteklenen ve “ışık” kubbeleriyle dikkat çekmektedir.
Bunlardan başka Kafkasya’da mimari açıdan özgün biçim ve tekniklere sahip, farklı çağlara ait çeşitli yapılar ülkenin hemen tamamına yayılmış durumdadır. Gürcistan’da Ucarma kale şehri ve David Garece, Vardzia vb. kaya oyma manastırları, Nari Kale, Azerbaycan’da Çirah Kale, Bakü’deki Zerdüştîliğin önemli kalıntılarından olan Âteş-i Baguan kompleksi ve bu yapıdan günümüze ulaşan Kız Kalesi, Dağıstan’da Derbent Kale’yi bu yapılar arasında saymak mümkündür.
BİBLİYOGRAFYA İ. Tisitsişvili, Kartuli Arhitekturis İstorii, Tiflis 1955; V. V. Beridze, Samtshis Hurotmodzğvreba, Tiflis 1955; a.mlf. v.dğr., Arhitektura Respublik Zakavkaz, Moskova 1951; G. N. Çubinaşvili, Arhitektura Kakhetii, Tiflis 1956; İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya, İstanbul 1958; M. K. Garakanidze, Gruzinskoe Derevyannoe Zodçeztvo, Tiflis 1959; L. Sumbadze, Gruzinskie Darbazi, Tiflis 1960; A. M. Apakidze, Goroda i Gorodskaya Zhizn’v Drevnei Gruzii, Tiflis 1963; S. B. Aşurbeyli, Oçerki İstorii Srednevekovogo Baku, Bakü 1964; M. M. Hüseynov v.dğr., Eneoliticeskie Nahodki i Petserah Azıh i Taglar, Bakü 1968; A. İ. Dcavahişvili, Stroitelnoe Delo i Arhitektura Poseleniy Yujnogo Kavkaza, Tiflis 1973; A. Goldşteyn, Başni i Gorah, Moskova 1977; Oktay Aslanapa, Kırım ve Kuzey Azerbaycan’da Türk Eserleri, İstanbul 1979, s. 33-108; a.mlf., Türk Cumhuriyetleri Mimarlık Abideleri, Ankara 1996, s. 83-169; R. M. Munchaev, Eneolit Kavkaza, Moskova 1982; D. A. Ahundov, Arhitektura Drevnego i Rannesrdnevekovogo Azerbaydcana, Bakü 1986; V. V. Agibalova, Na Assu Çerez Armhi, Grozniy 1988; M. B. Mujuhoev, Srednevekovoie Kultovie Pamyatniki Tsentrelnoğo Kavkaza, Grozniy 1989; L. V. Usmanov - H. N. Mazhiev, “The Analysis of Earthquake Resistance and Some Questions Concerning Construction Strengthening of Tower Architecture of the Vainakhs”, Proceeding of the Ninth European Conference on Earthquake Engineering, Moscow 1990, IX, 91-98; A. Aydamirov, Hronologiva İstorii Çeçeno-İnguşetii, Grozniy 1991; B. A. Kirikov, Earthquake Resistance of Structures: From Antiquity to Our Times, Moskova 1992; Ufuk Kavkul, Kafkasya Dağlılarında Hayat ve Kültür, İstanbul 1993; M. A. Aziyev v.dğr., Kamenneya Letopis Stranı Vaynahov, Moskova 1994; K. M. Memedzâde - A. A. Hesenova, “Qarabagın Me‘marlıq Abideleri”, Türk Cumhuriyetleri Mimarlık Abideleri (haz. O. Aslanapa), Ankara 1996, s. 171-192; D. M. Lang, Gürcüler, İstanbul 1997; Erol Yıldır, Kuzey Kafkasya’da Vaynah Kule Mimarisi, İstanbul 1997; a.mlf., “Kafkasya’nın Gizleri Çözülüyor: Çeçen Kuleleri Bir Toplumu Nasıl Korudu?”, Kafkasya Gerçeği, sy. 7, Samsun 1992, s. 46; a.mlf., “Çeçen Savunmasının Mimariye Yansıması”, Yeni Yüzyıl, sy. 16, İstanbul 11 Mart 1995; a.mlf., “Kuzey Kafkasya’da Çeçen Kuleleri”, SÜ Çevre Araştırma Dergisi, sy. 3, Konya 1995, s. 16-17; a.mlf., “Vaynah Kule Mimarisi”, Çveneburi, sy. 29, İstanbul 1998, s. 35-36; P. Dolukhanov, Eski Ortadoğu’da Çevre ve Etnik Yapı, İstanbul 1998; Jale Kuşhan, “Ölüm Evleri”, İpekyolu, sy. 22, İstanbul 1995, s. 12-21; G. Y. Movçan, “Dağıstan-Avar Mimarisi”, Kafkasya Yazıları, sy. 5, İstanbul 1998, s. 75-81; M. İslamoğlu, “Unutulan Laz Evleri”, a.e., s. 105-113.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2001 yılında İstanbul’da basılan 24. cildinde, 160-162 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.