- 1/5Müellif: T. AHMET ERTEKBölüme GitYüzölçümü 83.857 km2 olup 9°-17° doğu boylamları ile 46°-49° kuzey enlemleri arasında yer alır. Doğu-batı doğrultusunda uzunluğu 500 kilometreden fazl...
- 2/5Müellif: KEMAL BEYDİLLİBölüme GitII. TARİH Habsburg hânedanı idaresi altında XVI-XX. yüzyıllar boyunca Avrupa’da Osmanlı Devleti’nin kuzey ve kuzeybatı komşusu olan Avusturya, Kutsal...
- 3/5Müellif: DAVUT DURSUNBölüme GitBirinci Dünya Savaşı’ndan Sonra Avusturya. I. Dünya Savaşı’na Almanya ve Osmanlı Devleti saflarında katılan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, savaş ...
- 4/5Müellif: ISMAIL BALIĆ, MASUM YAŞAR AYDINBölüme GitIII. ÜLKEDE İSLÂMİYET Avusturya’nın İslâm dünyası ve kültürü ile münasebetleri çok eskilere kadar gider. Habsburg hânedanı döneminde gerek Osmanlılar’...
- 5/5Müellif: DAVUT DURSUNBölüme GitIV. İSLÂM ARAŞTIRMALARI Avusturya’da şarkiyat ve İslâmiyat çalışmaları XVI. yüzyılın ortalarında I. Ferdinand’ın, Viyana Üniversitesi’nde Arapça dersl...
https://islamansiklopedisi.org.tr/avusturya#1
Yüzölçümü 83.857 km2 olup 9°-17° doğu boylamları ile 46°-49° kuzey enlemleri arasında yer alır. Doğu-batı doğrultusunda uzunluğu 500 kilometreden fazla ise de kuzeyi ile güneyi arasında 30-80 km. mesafe bulunmaktadır. Komşu olduğu ülkeler kuzeyde Almanya, Çekoslovakya, doğuda Macaristan, güneyde Yugoslavya, İtalya, batıda ise Liechtenstein ve İsviçre’dir; denize kıyısı yoktur. Avusturya Cumhuriyeti Burgenland, Kärnten (Carinthia), Aşağı Avusturya, Yukarı Avusturya, Salzburg, Tirol, Steiermark (Styrie), Vorarlberg ve Viyana eyaletlerinden meydana gelen dokuz üyeli bir konfederasyondur; başlıca şehirleri ise başkent Viyana, Graz, Linz, Salzburg, Innsbruck ve Klagenfurt’tur. 1986’da 7.552.000 olan nüfusunun çoğunluğunu Avusturyalılar teşkil eder (% 95).
I. FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA
Avusturya Avrupa’nın en dağlık ülkelerinden biridir ve topraklarının % 70’ini Alp dağları kaplar. Bu dağlar üç sıra halinde uzanır ve aralarında bulunan aynı doğrultudaki vadilerle birbirinden ayrılır. Alpler’i oluşturan üç sıradan kuzeyde ve güneyde bulunanı kalker yapıdadır; ortadaki sıra ise billûrlu kayalardan meydana gelmiştir. Yer yer buzullarla kaplı Avusturya Alpleri’nin en yüksek noktası, merkezî kesimde bulunan Grossglockner zirvesidir (3798 m.). Kuzeydoğudaki Viyana havzası alüvyonlu topraklardan ve tepelerden müteşekkil alçak bir bölge olup doğusundaki Macar ovalarının devamı görünümündedir. Ülke yüzeyinin yaklaşık % 20’si kadar bir alanı kaplayan bu bölgede yükseklikler 400-500 m. arasında değişir. Bu iki bölgeden farklı jeomorfolojik yapıdaki bir bölge de ülke yüzeyinin % 10 kadarını kaplar ve kuzeyde bulunur. Bu bölge Tuna’nın güneyden aldığı kollar tarafından yarılmış alçak tepeler ve platolar halindedir. Avusturya sınırları içinde batıdan doğuya doğru 300 kilometreden fazla bir mesafe kateden Tuna, Avrupa’nın Volga’dan sonra ikinci büyük nehridir ve üzerinde yoğun biçimde taşımacılık yapılır. Batıdan gelen nehir gemileriyle mavnalar, Viyana’daki ana kol ve kanalları da geçmek suretiyle Karadeniz’e ulaşabilirler. İnn, Salzach ve Enns Avusturya’nın diğer büyük akarsularıdır. Viyana’ya kadar olan kesimde tam bir Alp rejimi gösteren Tuna sularının en yüksek seviyesi haziran ve temmuz aylarına, en düşük seviyesi ise kış aylarına rastlar. Macaristan sınırındaki Neusiddler ve İsviçre-Almanya sınırındaki Konstanz önemli büyük göllerdir. Bunların dışında ülkede özellikle dağlık kesimlerde birçok buzul gölü vardır.
Avusturya’da genel olarak yıllık sıcaklık farkının fazla olduğu karasal bir iklim gözlenir. Orta kesimde yağışlar kar şeklindedir; büyük vadilerde kuru ve sıcak fön rüzgârı eser. Alp dağlarının yağışları engellemesi sebebiyle Tuna nehrinin bulunduğu Kuzey Avusturya daha az yağış alır. Yazlar sıcak, kışlar sert geçer. Orman varlığı yönünden Avrupa’nın en zengin ülkelerindendir. En yaygın ağaç türü ladin olup yükseklerde de çam bulunur. Dağlık bölgelerde dağ keçileri, dağ sıçanı (alpine marmot), geyik ve tavşan gibi çeşitli av hayvanları yaşar. Dağ, tabiat ve av turizmi ülkede çok yaygındır.
90/km2 olan nüfus yoğunluğu komşu ülkelerinkinden daha azdır (İsviçre 159, Çekoslovakya 121, Almanya 217, Macaristan 114, İtalya 190, Liechtenstein 169, Yugoslavya 91). Bu azlık her şeyden önce ülke yüzeyinin dörtte üçüne yakın bir kısmının yüksek dağlarla kaplı olmasının bir sonucudur. Avusturya’da nüfus daha çok Alp dışı bölgelerde yoğunluk kazanır; özellikle Viyana havzası en yoğun olduğu kesimdir. Bütün ülke halkının dörtte birine yakını Viyana ile bu şehrin yakın çevresinde yaşar. Nüfusları 100.000’in üzerinde olan beş büyük şehir Viyana (1,5 milyon), Graz (243.000), Linz (200.000), Salzburg (139.000) ve Innsbruck’ta (117.000) yaşayanlar ülke nüfusunun aşağı yukarı üçte birini oluşturmaktadır. Nüfus artış oranı son derecede düşük olan Avusturya’da kalkınma hamlesi hızlıdır. Nüfusunun % 42 kadarı endüstri sektöründe çalışır. Ülkede daha çok yüksek düzeyde uzmanlaşmış olan, faaliyetleri çeşitli küçük endüstri kollarının geliştirilmesi yoluna gidilmektedir. Son yirmi yılda gelişme gösteren en faal kollar kimya, kâğıt ve ağaç endüstrisidir; giyim endüstrisi de bunları takip eder. Kuzeydeki Linz-Wels-Steyr üçgeni ülkenin en önemli endüstri alanlarından biridir. Burada gübre, ilâç, makine ve otomotiv endüstrisi bulunur. Endüstrinin bu üçgen dışındaki başlıca toplanma alanı da Viyana ve çevresidir. Demiryolu, vagon, elektrikli aletler, giyim, mücevher, porselen gibi muhtelif ağır ve hafif sanayi kolları Viyana ve çevresinde yoğunlaşmıştır. Ülkenin en önemli petrol rafinerisi de Viyana yakınındaki Schwechat’tadır. Bu iki toplanma alanı dışında Graz çevresindeki teknik aletler ve dokuma endüstrisi, Konstanz gölü kıyısındaki Bregenz’de görülen ve daha çok turizm amaçlı olan dokuma, nakış, dantel endüstrisi ve Klagenfurt’ta toplanmış orman endüstrisi zikredilmeye değer faaliyetlerdir.
Yer altı servetleri açısından Avusturya toprakları özel bir önem taşır ve burada maden işletmeciliğinin çok eskiye inen bir tarihi vardır. Ağır endüstrinin başlıca ham maddelerinden olan demir çok eskiden beri Steiermark eyaletinde işletilmektedir; bugün ise Kärnten’deki yataklar daha önemlidir. Demirin bulunuşu yanında ülkede ve özellikle yine Steiermark, Burgenland ve Kärnten eyaletlerinde linyit yataklarının da bulunması ağır demir endüstrisinin gelişmesini sağlamıştır. Bu sonuncu eyalet Avusturya madenciliğinde en ön planda gelmekte ve bütün ülkede çıkarılan demirin % 90’ından, linyitin ise % 50’sinden çoğu ve magnezitin de % 40’ı buradan elde edilmektedir. Avusturya’nın petrol yatakları Viyana havzasının kuzeybatısında Çekoslovakya sınırı yakınlarındadır ve üretime 1935’te başlanmıştır. Başlıca petrol üretim merkezleri Gaiselberg ve Zisterdorf’tur; bu kesimde ayrıca doğal gaz üretimi de yapılmaktadır.
Avusturya’da faal nüfusun üçte biri tarım sektöründe çalışır. Ekili dikili kısımlar ülke topraklarının beşte birinden biraz fazla yer kaplar ve büyük kısmı Alp dışı alanlarda bulunur. Burgenland, Tuna vadisi ve Viyana havzaları ülkenin başta gelen tarım alanlarıdır. En fazla yer kaplayan ekin tahıl türüdür ve bu kategori içinde arpa birinci, buğday ikinci sırada gelir. Patates ve şeker pancarı, kapladıkları alan bakımından ön sıralarda olmadıkları halde, tarımsal üretim miktarı göz önüne alındığında ilk iki sırayı işgal ederler. Elde edilen tarım ürünleri ülke ihtiyacının ancak % 80 kadarını sağlayabilmektedir. Geniş dağ otlaklarının mevcudiyeti hayvancılığı geliştirmiştir. Peynir ve sığır eti başta olmak üzere çeşitli hayvansal ürünler ülke ihtiyacını karşıladığı gibi dışarıya da satılmaktadır. Süt üretiminin fazlalığı buna bağlı endüstriyi de geliştirmiştir. Daha çok makine aksamı, demir çelik mâmulleri, dokuma ürünleri, kimyasal maddeler, kereste ve kâğıt ihracatı yapılır; buna karşılık besin ve yakıt maddelerinin bir kısmı ithal edilir.
Turizm ülke ekonomisinde önemli bir yer tutar. Özellikle kış sporları Avusturya’yı Avrupa’nın bu konudaki en önemli ülkesi durumuna getirmiştir. Ülkenin en önemli turistik yöresi olan Tirol bölgesinde çalışan nüfusun üçte birinden fazlası turizmle ilgili iş kollarında hizmet vermektedir.
BİBLİYOGRAFYA
Ali Tanoğlu, Enerji Kaynakları, İstanbul 1958, s. 290.
Sami Öngör, Devletler ve Ülkeler Ansiklopedisi, Ankara 1967, s. 17-18.
Besim Darkot, Avrupa Coğrafyası, İstanbul 1969, s. 55, 65.
Selâmi Gözenç, Avrupa Ülkeler Coğrafyası II: Kuzey, Batı ve Orta Avrupa Ülkeleri, İstanbul 1983, s. 229-237.
Emm. de Martonne, “L’Autriche”, Géographie universelle (ed. P. Vidal de la Blache – L. Gallois), Paris 1930, IV, 451-504.
https://islamansiklopedisi.org.tr/avusturya#2-tarih
Habsburg hânedanı idaresi altında XVI-XX. yüzyıllar boyunca Avrupa’da Osmanlı Devleti’nin kuzey ve kuzeybatı komşusu olan Avusturya, Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu bünyesinde Türkler’le doğrudan mücadeleyi üstlenmek zorunda kalan bir arşidüklük olmuş ve 1804-1867 arasında Avusturya İmparatorluğu, 1867-1918 arasında da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu (Çifte Monarşi, Tuna Monarşisi) adlarını taşımıştır. 1526 Mohaç Meydan Savaşı sonunda Macar Krallığı’nın yıkılması ile Macaristan’ın kuzey ve kuzeybatı kısımlarının Avusturya’nın elinde kalması, XVI. yüzyıl boyunca devam edecek olan Osmanlı-Avusturya mücadelelerinin başlıca sebebini teşkil eder. 1529’daki Türk ilerleyişinin Viyana önlerine kadar gelmesiyle birlikte, Avusturya arşidükleri ve Alman imparatorları olarak Habsburglar bu ilerlemenin ağır yükünü çekmek ve uzun süre, Türk tarafının “haraç”, karşı tarafın ise “ululama hediyesi” (munus honoriarium) adını verdikleri bir çeşit vergiyi ödemek zorunda kalmışlardır. Türkler’e karşı sürdürülen mücadelenin XVI. yüzyıldaki tek galibiyeti olan ve Habsburglar’ın da dahil bulundukları hıristiyan ittifakının İnebahtı’da sağladığı deniz zaferi (1571), Osmanlılar’la sınır savaşlarını sürdüren Avusturya’ya bir fayda sağlamamıştır. Osmanlılar’a karşı, XVI. yüzyılın ortalarından itibaren zayıf da olsa belirmeye başlayan, müstahkem mevkiler ve müdafaa görevini üstlenmiş özel statülü iskânlarla geliştirilen ve XVII-XVIII. yüzyıllarda tam bir askerî sınır halinde oluşumunu tamamlayan bir savunma zinciri, bütün Osmanlı-Avusturya sınırı boyunca uzanmaktaydı. Türkler’e karşı direnişte önemli ve tarihî hizmetler gören bu savunma hattı, iki düşman dünya arasında uzanan sınır bölgeleri boyunca zamanla sadece yeni bir ahali tipinin oluşmasına yol açmakla kalmamış, aynı zamanda Osmanlı serhadlerinin de -özellikle Bosna’da görüldüğü gibi- benzeri bir askerî teşkilât ile organize edilmesinde etkili olmuştur. Bu dönemde sınırda meydana gelen çarpışmalar kolaylıkla büyük savaşların sebepleri olabilmekteydi. 1593-1606 arası devam eden ve Avrupa’da “Uzun Türk savaşları” adıyla anılan savaş, nihayet Zitvatorok Antlaşması (1606) ile sona ermiştir. Buna göre padişah, yalnız protokol yönünden de olsa imparatorun kendisiyle eşit olduğunu kabul etmiştir. Avusturya’nın senelik ödemelerine son verilmesi ve artık yavaş da olsa kuvvet dengesinin sağlanmaya başladığına dair işaretler taşımasından dolayı Zitvatorok, Avusturya-Osmanlı münasebetlerinde bir dönüm noktası teşkil eder.
İki ülke arasında alışılagelmiş küçük bazı sınır olayları dışında birçok defalar uzatılan Zitvatorok barış hali, nihayet Avusturya’nın Erdel’in iç meselelerine müdahalesi üzerine 1662’de yeniden büyük bir silâhlı mücadeleye dönüşmüştür. Raimondo Graf von Montecúccoli’nin Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerini Raab ırmağı kıyısındaki St. Gotthard’da yenilgiye uğratmış olmasına rağmen Vasvar Antlaşması (1664) ile Avusturya, Uyvar gibi önemli serhad kalelerinden bazılarını elden çıkarmak zorunda kalmıştır. Erdel ile Macaristan’daki gelişmeler ve Avusturya’nın batı cephesinde Fransa tarafından sıkıştırılması, yirmi yıl sonra Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın elinde yeni ve büyük bir savaşın sebebi oldu. II. Viyana Kuşatması ile başlayan ve Avrupa’da “Büyük Türk savaşları” (1683-1699) adıyla bilinen bu savaşlar, hıristiyan dünyasının Türkler’e karşı ittifak etmesine vesile teşkil etti. Bu ittifak içinde Alman İmparatorluğu’ndan başka Papalık, Venedik, Rusya ve Lehistan devletleri de bulunmaktaydı. Viyana başarısızlığından sonra gelişen bozgun bütün Macaristan’ın elden çıkmasının yanı sıra 1688’de Belgrad’ın da düşmesiyle doruk noktasına ulaşmış; Venedik Mora’yı, Rusya Azak Kalesi’ni zaptetmiş, Lehistan da son savaşta Türkler’e terketmek zorunda kaldığı yerleri geri almıştır. Uzun mücadeleler ve bizzat II. Mustafa’nın başında bulunduğu Osmanlı ordusunun Zenta’daki mağlûbiyeti (1697), nihayet Türkler’i kayıplarını sineye çekecek bir barışa mecbur etmiş ve Karlofça Antlaşması (1699) ile Osmanlı Devleti, 1690’da tekrar ele geçirdiği Belgrad hariç elinde tuttuğu yerlerden vazgeçmek zorunda kalmış ve ayrıca Erdel ile Tımışvar (Banat) dışında kalan bütün Macaristan topraklarını da Avusturya’ya terketmiştir. Karlofça, düşmanlarının dikte ettirmeye muvaffak oldukları ilk barış antlaşması olması bakımından Osmanlı-Avrupa münasebetlerinde yeni bir dönüm noktası teşkil etmiş, bu antlaşmayla gerileyen Osmanlı gücü yerini Avusturya ve Rusya’ya bırakmıştır. Alman-Avusturya literatüründe, Macaristan’ın Türk hâkimiyetinden çıkarılmasının mesnetsiz olarak bir “kurtarılış” şeklinde nitelendirilmesi ise bizzat Macar milliyetperverlerinin bu kurtarılışa rağmen Avusturya idaresinden duydukları hoşnutsuzluğu sayısız mücadele ve millî ayaklanmalarla dile getirmeleri ve nihayet Avusturya’yı 1867’de eşit şartlarda ikili bir devlet kurmaya zorlamaları ile yeterince tekzip edilmiş olmalıdır.
Osmanlı-Avusturya mücadeleleri XVIII. yüzyılda da üç büyük savaş ile devam etmiştir. 1716-1718 savaşı Avusturya’nın, Karlofça Antlaşması’yla kaybettiği yerleri geri almak isteyen ve bu amacına Rusya (1711 Prut) ve Venedik (1714 Mora) ile yaptığı savaşlar sonunda kısmen ulaşıp Mora ve Azak’ı tekrar ele geçiren Osmanlı Devleti’nin karşısına zorlu bir düşman olarak çıktığını göstermektedir. Prens Eugène idaresindeki Avusturya kuvvetleri Damad (Şehid) Ali Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusunu Peter Varadin’de ağır bir yenilgiye uğratmış (1716) ve Belgrad tekrar Avusturya’nın eline geçmiştir. Savaşa son veren Pasarofça Antlaşması (1718) ile Tımışvar ve Belgrad Avusturya’ya bırakılmakta ve böylece Balkanlar’daki Osmanlı hâkimiyeti de ağır bir darbe yemekteydi. 1718 Ticaret Antlaşması Avusturya’yı doğu ticaretinde o tarihe kadar Venedik’in elinde bulunan üstün durumun sahibi yapmaktaydı. Bu antlaşma ile Avusturya’ya Osmanlı topraklarında serbest ticaret yapma ve uygun gördüğü yerlerde konsolosluklar açma hakkı verilmekteydi.
Avusturya, Osmanlılar’a karşı müttefiki Rusya ile birlikte sürdürdüğü 1737-1739 savaşından mağlûp çıkmış ve yapılan Belgrad Antlaşması (1739) ile, daha önce Pasarofça’da kazandığı yerleri (Banat hariç) ve Belgrad’ı geri vermiştir. Bu yenilgi Avusturya’nın doğuya doğru genişlemesini engellemiş ve Balkanlar’daki sınırları ilerideki 140 yılda da hemen pek fazla değişmeden kalmıştır. Belgrad Antlaşması, iki devlet arasında 1787 senesine kadar sürecek uzun bir barış devrini açmıştır. Bu devirde Avusturya, özellikle Maria Theresia zamanında (1740-1780) “Veraset savaşları” ve Prusya ile giriştiği Schlesien (Silezya) ve Yediyıl savaşları sebebiyle fevkalâde zor durumlara düşmüştür. Bu dönemde iç meseleleri ve İran savaşları ile uğraşmakta olan Osmanlı Devleti de Avusturya’nın bu sıkışık ve zayıf durumundan istifade etmeyi uygun görmemiş ve Prusya Kralı II. Friedrich’in (Frederik) Avusturya’ya karşı ısrarla teklif ettiği ittifaka da özellikle Sadrazam Koca Râgıb Paşa’nın akılcı politikası sayesinde uzak kalmıştır.
1768’de Rusya’nın Lehistan’a müdahaleleri sonucu patlayan Osmanlı-Rus savaşı esnasında tarafsızlığını koruyan Avusturya’nın çıkarları Rusya’nın Eflak ve Boğdan’ı işgal etmesinden dolayı zedelenmiş ve bunun üzerine Osmanlı Devleti ile Rus ilerlemesi karşısında Avusturya-Osmanlı yakınlaşmasının ilk örneğini oluşturan bir ittifaka girmiştir (1770). Ancak bu savaş ağır bir Osmanlı yenilgisiyle sonuçlanmış ve imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması (1774), ileride Osmanlı mirasından en büyük payı talep edecek olan Rusya gibi yeni ve güçlü bir rakibi doğurduğundan Avusturya’nın Balkanlar’daki durumunu tehlikeli bir şekilde sarsmıştır.
Rusya’nın Osmanlı Devleti aleyhine tek taraflı olarak bütün dengeleri bozacak bir ölçüsüzlük içinde genişlemesini kısıtlamak isteyen Avusturya, özellikle II. Joseph zamanında (1780-1790) Rusya ile ortak hareket edilmesini politikasının esası addetmiştir. “Grek projesi” adıyla anılan parçalama planı uyarınca Osmanlı topraklarını kâğıt üzerinde bölüşen II. Joseph ve II. Katherina arasında yapılan ittifak, Osmanlı Devleti’ni 1787-1791/1792 savaşı ile bu iki zorlu düşmanı göğüslemek zorunda bırakmıştır. Savaş Osmanlı Devleti için başarılı geçmemiş olmakla birlikte, II. Joseph’in kendi ülkesinde girişmiş olduğu büyük ve köklü reformların yarattığı huzursuzluklar, 1789 Fransız İhtilâli’nin bütün Avrupa monarşilerini tehdit eder bir hale gelmesi, özellikle Osmanlı Devleti’nin Prusya ile düşmanlarını zor durumda bırakacak bir ittifak yapmış olması (1790) ve Prusya’nın Reichenbach Antlaşması (1790), yeni hükümdar II. Leopold’ü (1790-1792) Osmanlı Devleti ile barışa zorlamıştır. Böylece Osmanlı Devleti önemli bir toprak kaybına uğramadan Ziştovi (1791) ve daha sonra da Yaş (1792) antlaşmalarını yapabilmiştir. Ziştovi Antlaşması ile biten savaş, son Avusturya-Osmanlı savaşı olmuştur. Bu tarihten itibaren Avusturya, özellikle Osmanlı idaresine karşı meydana gelen ayaklanmaları Rus nüfuzunun yayılma aracı olarak telakki eden Prens Metternich devrinde (1809-1840), Sırp isyanları (1804), Eflak-Boğdan’da başlayıp birkaç ay içinde bütün Mora’yı saran Rum isyanları (1821), Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa İsyanı (1833), Hünkâr İskelesi Antlaşması (1833) ile Boğazlar ve İstanbul’da üstün bir duruma geçen Rusya’yı Osmanlı meselelerinde tek başına ve istediği gibi hareket etmesini kısıtlayan Münchengraetz Antlaşması’nı (1833) yapmaya ikna etmesi ve 1840’ta İngiltere ile birlikte Mehmed Ali Paşa’yı Suriye’yi boşaltmaya zorlaması örneklerinde olduğu gibi, Osmanlı politikasını takviye eden ve Osmanlı devlet adamlarına giriştikleri reformlar dahil hemen her konuda destek veren bir tutum içinde bulunmuştur.
1848 ihtilâlleri sırasında Avusturya’da meydana gelen Macar (veya Polonya) ayaklanması sonunda ülkeden kaçan milliyetperverlerin Osmanlı topraklarına sığınmaları ve Osmanlı Devleti’nin Rusya ile Avusturya’nın harp tehditlerine rağmen bunları iade etmeye yanaşmaması “mülteciler meselesi”ni doğurmuş ve bu yüzden Osmanlı-Avusturya devletleri arasındaki iyi münasebetler ciddi sarsıntılar geçirmiştir. Bununla birlikte, Rusya’nın “Şark meselesi”ni tek başına ve kendi arzusuna göre çözmeye kalkışmasıyla patlayan Kırım Savaşı (1853-1856), Avusturya’yı Macar ayaklanmasındaki hayatî yardımına rağmen Rusya’ya karşı sert bir tavır almak zorunda bırakmıştır. Savaşın başında tarafsız kalan Avusturya, kendi nüfuz sahasında kabul ettiği Eflak-Boğdan’ın Rus kuvvetleri tarafından istilâ edilmesi üzerine, buraların gerekirse silâh zoruyla tahliyesini sağlamak için Osmanlı Devleti ile bir antlaşma yapmış ve nihayet ciddi harp tedbirleri alarak Rusya’yı çekilmek mecburiyetinde bırakmıştır (1854). Kırım Savaşı’na son veren Paris Antlaşması’nın akdinden (1856) sonra ise İngiltere ve Fransa ile ayrı bir antlaşma imzalayarak Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü garanti etmiş, Mart 1857’de de Eflak-Boğdan’ı boşaltıp Osmanlı Devleti’nin idaresine bırakmıştır. Böylece Osmanlı Devleti ile iyi ilişkiler içinde olmaya devam eden Avusturya, İtalya (1859) ve Prusya (1866) savaşları neticesinde, yalnız İtalya’daki topraklarını (Venedik) kaybetmekle kalmamış, aynı zamanda Alman camiasındaki üstün yerini de mağlûp olduğu güçlü rakibi Prusya’ya bırakmıştır. 1867’de Macarlar’la uzlaşmaya gidilmiş ve sonuçta yeni bir isim ve anayasa ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ortaya çıkmıştır. Bu yeni imparatorluk dış politikada, “Çifte Monarşi”nin Macar kanadının eski Macar Krallığı sınırlarına erişme emelleri istikametinde Balkan meselelerine daha fazla karışmak durumunda kalmıştır. Nitekim 1875’te çıkan Hersek İsyanı’nın Balkanlar’daki Osmanlı hâkimiyetini sarstığı sırada, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Macar asıllı hariciye nâzırı Andrassy, diğer büyük devletlerle müştereken tesbit edilen ve kendi adıyla anılan, Osmanlı Devleti’nden birtakım ıslahatlar (reformlar) yapmasının istendiği notayı Bâbıâli’ye iletmiştir. 1876’da Bulgar ayaklanması, büyük devletleri İstanbul’da Osmanlı Devleti’nin mukadderatının görüşüldüğü bir konferansta bir araya getirirken (Aralık 1876-Ocak 1877), Rusya ile Avusturya-Macaristan Budapeşte’de ikili bir antlaşma yaptılar (1877). Bu antlaşmaya göre Avusturya-Macaristan, Ruslar’ın Osmanlı Devleti ile yapacağı bir savaşa, Bosna-Hersek’in kendisine verilmesi şartı ile seyirci kalacak, Rusya Balkanlar cihetinde serbestçe ilerleyebilecek, ancak Balkanlar’da kesinlikle tek ve büyük bir Slav devleti kurulamayacaktı. Rusya bu antlaşmanın akabinde 24 Nisan 1877’de Osmanlı Devleti’ne karşı açtığı savaşı muzaffer bir şekilde Ayastefanos’ta bitirdi (1878). Fakat büyük bir Bulgaristan kurulması ve Bosna-Hersek için Avusturya-Macaristan’a ilhak edilmesi yerine özerk bir statünün düşünülmüş olması, Budapeşte Antlaşması’nı ölü bir vesika haline getirmiştir. 13 Temmuz 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması ile Bosna-Hersek’in Avusturya-Macaristan tarafından işgal ve idare edilmesinin kabulü Osmanlı Devleti için bir emrivâki olmuş ve 29 Temmuz’da başlatılan işgal iki devlet arasındaki ilişkileri ağır biçimde zedelemiştir. Ancak 21 Nisan 1879’da yapılan bir antlaşma ile münasebetler tekrar normale döndürülmüştür. Sonuçta Bosna-Hersek’in idare yetkisini elinde tutmayı başaran Avusturya-Macaristan’ın böylece biraz daha genişlemesi, bölgeyi kendi yayılma alanı olarak görmek isteyen Sırbistan tarafından hazmedilememiş ve iki devlet arasındaki düşmanlığı arttırıcı bir unsur olan bu husus, I. Dünya Savaşı’nın patlamasına yol açacak başlıca etkenlerden biri haline gelmiştir.
Makedonya meselesi, Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki eski tebaası olan yeni komşularının ve onları kendi nüfuz politikaları için kullanan büyük devletlerin istismar ettikleri bir mesele olarak ortaya çıkmıştı ve Berlin Kongresi’nden sonra çizilen Balkan haritasının en problemli noktasını teşkil etmekteydi. Bu konuda Avusturya-Macaristan ve Rusya arasında varılan politik mutabakat, 1903’te Mürzsteg’de buluşan iki devlet hükümdarının aldıkları kararlarda olduğu gibi daima ağırlık taşımış ve Balkanlar’da statükonun korunmasında etken olmuştur. Bununla beraber 1908’de II. Meşrutiyet’in ilânı ile gelişen iç olaylar ve yeni Meclis-i Meb‘ûsan için Bosna-Hersek’ten de temsilciler seçilip buranın Osmanlı Devleti’ne bağlı özerk bir yer haline dönüştürülmesi niyetleri üzerine Avusturya-Macaristan, otuz yıldır fiilen idare ettiği Bosna-Hersek’i resmen ilhak etmiştir (1908). Böylece Balkanlar’da kalan Osmanlı varlığının tasfiyesi için ilk adım atılmış, Osmanlı mirasından artakalanın paylaşılmasını bekleyen diğer devletlere de fırsat doğmuştur. Nitekim Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti ile arasındaki -kâğıt üzerinde mevcut- son hukukî bağı kopararak bağımsızlığını ilân etmesi (1908), aynı yıl Girit’in Yunanistan’a ilhakı ve bir müddet sonra başlayacak olan İtalyan (1911) ve Balkan savaşları (1912-1913), bu tasfiye hareketinin neticeleridir. Bosna-Hersek’in ilhakına karşı reaksiyonunu, Girit’inkinde olduğu gibi ancak hissî infial ve etkisiz ticarî boykot kararı ile gösterebilen Osmanlı Devleti, 26 Şubat 1909’da Avusturya-Macaristan’ın 1878’den beri sürdürdüğü fiilî durumu belirli bir tazminat karşılığında resmen tanıyarak iki devlet arasındaki münasebetleri tekrar normale döndürmüştür.
Almanya ile birlikte üçlü ittifak içinde bulunduğu müttefiki İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne harp ilânında tarafsız kalan Avusturya-Macaristan, bu savaşın yalnızca Kuzey Afrika ile sınırlı kalması için etkili olmaya çalışmıştır. Özellikle Balkan savaşları sonunda kendisi için de tâciz edici bir unsur olarak ortaya çıkan ve devleti “Tuna’daki hasta adam” haline getiren Sırbistan’ın, “Tuna Monarşisi” içindeki çok sayıda Güney Slavları üzerinde etkili bir şekilde sürdürdüğü Büyük Sırbistan emelleri, Balkan savaşlarında Osmanlı Devleti’nin yanında yer almayıp buradaki son Osmanlı gücünün de yıkılmasına seyirci kalan Avusturya-Macaristan’ın ne kadar vahim bir hata işlemiş olduğu gerçeğini gözler önüne sermiştir.
1914 yılında Avusturya-Macaristan veliahdının Saraybosna’da bir Sırp suikastçı tarafından öldürülmesi Sırbistan’a karşı savaş ilânını kaçınılmaz kılmış, bu durum da mevcut ittifak sistemlerini harekete geçirerek I. Dünya Savaşı’nın patlamasına yol açmıştır. Bu savaşta Osmanlı Devleti taraf olmadığı halde Almanya ile ittifak edip İtilâf devletlerine karşı harp açmak suretiyle Avusturya-Macaristan’ın da müttefiki olmuş ve böylece savaşın ağır yükü altına girmiştir. Savaş her iki imparatorluğun da yıkılması ile sonuçlanmış ve yüzyıllardır birbirlerini başlıca düşman olarak gören bu iki devlet, XVI. yüzyılda başlayan “silâh çatışması”nı XX. yüzyılın başlarında Galiçya cephesinde bir “silâh dayanışması”na dönüştürüp dost ve müttefik olarak yerlerini kendilerinden doğacak olan Avusturya ve Türkiye cumhuriyetlerine bırakarak tarih sahnesinden birlikte ayrılmışlardır.
BİBLİYOGRAFYA
Adolf Beer, Die Orientalische Politik Österreichs seit 1774, Leipzig 1883.
H. Friedjung, Der Krimkrieg und die österreichische Politik, Stuttgart 1911.
R. W. Seton-Watson, Die Südslawische Frage im Habsburger Reiche, Berlin 1913.
Th. v. Sosnosky, Die Balkanpolitik Österreich-Ungarns seit 1866, Berlin 1913, I-II.
Cevat Erbakan, 1736-1739 Osmanlı-Rus ve Avusturya Savaşları, İstanbul 1938.
A. J. P. Taylor, The Habsburg Monarchy 1815-1918: A History of the Austrian Empire and Austria-Hungary, New York 1941.
K. M. Uhlirz, Handbuch der Geschicht Österreichs und seiner Nachbarlaender Böhmen und Ungarn, Wien 1962, I-IV.
F. R. Bridge, From Sadowa to Sarajevo: The Foreign Policy of Austria-Hungary 1866-1914, London 1972.
E. Eickhoff, Venedig, Wien und die Osmanen, Umbruch in Südosteuropa 1645-1700, München 1973.
H. Andies, Das Österreichische Jahrhundert, Die Donaumonarchie 1804-1918, Wien 1974.
V. L. Tapié, Die Völker unter dem Doppeladler, Wien 1975.
M. Lalkov, Balkanskata Politika na Avustro-Ungarija (1914-1917), Sofia 1983.
H. Heppner, Österreich und die Donaufürstentümer 1774-1812, Graz 1984.
Kemal Beydilli, 1790 Osmanlı-Prusya İttifâkı: Meydana Gelişi-Tahlili-Tatbiki, İstanbul 1984.
Habsburgisch-osmanische Beziehungen (ed. A. Tietze), Wien 1985.
K. Vocelka, “Avusturya-Osmanlı Çekişmelerinin Dahilî Etkileri”, TD, sy. 31 (1978), s. 5-28.
A. C. Schaendlinger, “Die Osmanisch-Habsburgische Diplomatie in der ersten Hälfte des 16. Jhdts”, Osm.Ar., sy. 4 (1984), s. 181-196.
W. Leitsch, “Ziele der Österreichischen Politik gegenüber dem Osmanischen Reich im 17. Jahrhundert”, a.e., s. 225-236.
M. Köhbach, “Die diplomatischen Beziehungen zwischen Österreich und dem Osmanischen Reich”, a.e., s. 237-259.
https://islamansiklopedisi.org.tr/avusturya#3-birinci-dunya-savasindan-sonra-avusturya
Birinci Dünya Savaşı’ndan Sonra Avusturya. I. Dünya Savaşı’na Almanya ve Osmanlı Devleti saflarında katılan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, savaş yıllarında barış için bazı teşebbüslerde bulunduysa da başarılı olamadı. İmparatorluğun siyasî çatısı içerisinde yer alan Çekler ve Sırp-Hırvat-Slovenler’in 1918’de bağımsızlık hareketlerini başlatmalarına ülkenin içinde bulunduğu ekonomik zorluklar da eklenince imparatorluk sarsılmaya başladı. 21 Kasım 1916’da ölen İmparator II. Joseph’in yerine geçen Karl, bağımsızlık taleplerini federal bir sistemin kurulacağı vaadiyle yatıştırmaya çalıştı, fakat bunun bir faydası olmadı. 18 Ekim 1918’de Paris’te Çekler tarafından kurulan geçici hükümetin Çekoslovakya’nın bağımsızlığını ilân etmesinin ardından Macarlar da 24 Ekim’de bağımsız bir devlet kurduklarını açıkladılar. Böylece dağılma sürecine giren imparatorluğun savaşa devamı imkânsız hale gelmiş ve mütarekeden başka çare kalmamıştı. Bunun üzerine İmparator Karl’ın 3 Kasım 1918’de İtalyanlar’la Villa Giusti’de mütareke imzalaması imparatorluğun parçalanmasını daha da hızlandırdı. 29 Ekim’de Prag’da Çekoslovakya’nın, Zagreb’de de Sırp-Hırvat-Sloven (Yugoslavya) Devleti’nin kurulduğunun ilân edilmesi üzerine Avusturya Almanları da 30 Ekim’de Avusturya Cumhuriyeti’ni kurdular. Ardından kasım ayında Macaristan Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilân edilince İmparator Karl tahtsız kaldı. İmparatorun 18 Kasım’da devlet işlerinden çekildiğini açıklamasıyla imparatorlukla birlikte hânedan da tarihe karışmış oldu.
Savaştan sonra Avusturya müttefiklerle Saint-Germain Barış Antlaşması’nı imzaladı (10 Eylül 1919). Bu antlaşmaya göre Macaristan, Çekoslovakya ve Yugoslavya’nın bağımsızlığını tanıyor, Milletler Cemiyeti’nin muvafakati olmadan Almanya ile birleşmemeyi, mecburi askerliği kaldırmayı ve orduyu 30.000 kişi ile sınırlandırmayı kabul ediyordu.
16 Şubat 1919’da yapılan seçimler sonunda oluşan kurucu meclisin hazırlamış olduğu yeni anayasa 1 Ekim 1920’de yürürlüğe kondu. Bu anayasaya göre Avusturya Federal Cumhuriyeti dokuz eyaletten oluşuyordu. Devlet konseyi kaldırılıyor ve iki meclisli (federal meclis: Bundesrat ile millî konsey: Nationalrat) bir yasama organı öngörülüyordu. Cumhurbaşkanı her iki meclis üyeleri tarafından dört yıllık bir süre için seçilecekti. Anayasanın getirdiği sisteme göre 1920’de yapılan seçimlerde sosyalistlere karşı üstünlük sağlayan sosyal hıristiyanlar 1938’e kadar iktidarda kaldılar.
Tarım bakımından büyük potansiyele sahip Macaristan’ın ayrılması Avusturya’nın ekonomisini olumsuz şekilde etkilemiştir. Bu yüzden, sadece Alman unsuruna dayanan Avusturya Cumhuriyeti 1920’li yıllarda ekonomik bakımdan ciddi sıkıntılarla karşı karşıya geldi. Saint-Germain Antlaşması’nın gerektirdiği tamirat borcunun ülke ekonomisine getirdiği yük, Milletler Cemiyeti kanalı ile dışarıdan alınan ekonomik yardımlarla giderilmeye çalışıldı ise de bu yardımların 1926’da son bulması ve 1929’da ortaya çıkan ekonomik kriz ülkeyi iflâsın eşiğine getirdi. Bunun üzerine Almanya ile bir gümrük birliğine gitme mecburiyeti doğdu (19 Mart 1931). Fakat başta Fransa olmak üzere Çekoslovakya, İngiltere ve İtalya ile Milletlerarası Adalet Divanı bu gümrük birliğine karşı çıktılar. Saint-Germain Antlaşması’nın Almanya ile ilişkileri ileri götürmesine imkân vermemesi, Avusturya’yı İtalya ile ilişkileri geliştirmeye yöneltti ve 1930’da iki devlet arasında bir dostluk antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile İtalya’nın bu ülkedeki nüfuzu artarken Avusturya faşistleri de İtalya’dan yardım gördüler. Öte yandan Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesinden (1933) sonra Avusturya nazileri de faaliyetlerini arttırarak Almanya ile birleşme fikrine taraftar topladılar. 1932’de şansölye (başbakan) olan E. Dollfuss sosyalistlere ve nazilere karşı savaş açarak Nazi Partisi’ni yasakladı (1933). Sosyalistlerin silâha sarılması ile patlak veren iç savaş, Dollfuss’un parlamentoyu feshedip diktatörlüğünü ilân etmesine imkân verdi. Dollfuss’un nazilerin gerçekleştirdiği hükümet darbesinde öldürülmesi (1934) üzerine yerine K. Schuschnigg şansölye oldu. Schuschnigg de nazilere karşı savaş açtıysa da Hitler’in desteği Avusturya nazilerinin güçlenmesini sağladı. Özellikle Almanya’nın Avusturya’yı ilhak (Anschluss) konusunda kendisinden çekindiği bir devlet olan İtalya’nın Habeşistan’ı işgal etmesi (1935), Uzakdoğu’da Japonya’nın yayılmacı faaliyetleri karşısında Milletler Cemiyeti’nin hiçbir şey yapamaması, Hitler’i ilhak konusunda cesaretlendirdi ve 1937’den itibaren Avusturya nazileri faaliyetlerini daha da arttırarak yeni bir hükümet darbesi teşebbüsünde bulundular.
Hitler barışçı yollarla Avusturya’nın ilhakını gerçekleştirmek için baskıya yöneldi ve Schuschnigg’i ülkesine davet ederek kendisine yedi maddelik bir ültimatom verdi. Avusturya şansölyesi çaresizlik içinde, Hitler’in, Avusturya nazilerinin lideri Seyss-Inquart’in İçişleri bakanlığına getirilmesi isteğini kabul etmek zorunda kaldı. Schuschnigg’in, ülkesine dönünce halkın ilhakı isteyip istemediğini belirlemek için 13 Mart 1938’de plebisit yapılacağını açıklaması Hitler’i askerî müdahaleye yöneltti ve 11 Mart günü Hitler bir nota ile şansölyenin çekilmesini ve yerine Seyss-Inquart’in tayin edilmesini istedi. Schuschnigg çaresizlik içinde Hitler’in isteğine boyun eğdi ve Cumhurbaşkanı Wilhelm Miklas da Seyss-Inquart’i şansölyeliğe tayin etti. Alman orduları bu sırada Avusturya sınırını geçerek ülkeyi işgal etti. 12 Mart günü Avusturya Alman işgali altına girmiş ve bundan böyle Almanya’nın (III. Reich) Ostmark adıyla yeni bir eyaleti haline getirilmiş oldu. Bu ilhak karşısında bütün dünya ciddi bir tepki göstermezken İtalya da sesini çıkarmadı. Hitler 10 Nisan 1938’de Avusturya’da Almanya ile birleşme konusunda göstermelik bir plebisit yaptırdı ve sonuçta oyların % 99’dan fazlası ilhaktan yana çıktı.
1938’den 1945’e kadar Almanya’nın işgali altında kalan Avusturya’da Sovyet ordularının Viyana’ya girmesinden (Nisan 1945) sonra 27 Nisan 1945’te yeniden cumhuriyet kuruldu ve siyasî partilerin teşkilâtlanmasına izin verildi. 1945’ten 1955’e kadar müttefik devletlerin (Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa) denetiminde kalan Avusturya’nın siyasî hayatına Sosyalist Parti (Sosyalistische Partei Österreichs) ile Halk Partisi (Österreiche Volkspartei) hâkim oldular. Kasım 1945’te yapılan seçimler sonunda Sosyalist Parti’den K. Renner cumhurbaşkanı olurken Halk Partisi’nden Leopold Filg de koalisyon hükümetini kurdu. 1920 anayasası 1929’da yapılan değişikliklerle birlikte yürürlüğe kondu. 1946-1952 yılları arasında ülkede ekonomik kriz yaşandı. Ağır sanayi ve bankacılık sektörleri millîleştirildi. 1948’de Amerika Birleşik Devletleri’nin yürürlüğe koyduğu Marshall Planı’ndan Avusturya da faydalandı; ayrıca Birleşmiş Milletler Yardım ve Rehabilitasyon İdaresi’nden (UNRRA) yardım aldı. 1953’ten sonra şansölye J. Raab’ın uyguladığı piyasa ekonomisi sayesinde ekonomi düzelme yoluna girdi ve büyük bir hamle gerçekleştirildi.
15 Mayıs 1955’te Viyana’da dört müttefik devletle imzalanan Devlet Antlaşması (Staatsvertrag) ile Avusturya dış politikasında sürekli tarafsızlık çizgisinde bağımsız bir devlet oldu. Antlaşma ile dört müttefik devlet Avusturya topraklarından çekilmeyi, egemenliğini ve ilhak öncesi sınırlarını tanımayı kabul ediyorlardı. Ayrıca antlaşma Avusturya’nın herhangi bir siyasî ve askerî pakta girmesini, Almanya ile siyasî ve ekonomik birlik oluşturmasını, Habsburglar’ın geri dönüşünü ve nazi teşkilâtlarının kurulmasını yasaklıyordu. Bu antlaşmanın imzalanmasından sonra işgal kuvvetleri ülkeden ayrıldılar (Ekim 1955) ve sürekli tarafsızlık ilkesi anayasa hükmü haline getirildi.
Avusturya Cumhuriyeti bugün Birleşmiş Milletler’in (1955), Avrupa Konseyi’nin (1956) ve Avrupa Serbest Mübadele Birliği’nin (1960) üyesidir.
Federal yapıda parlamenter bir cumhuriyet olan Avusturya Cumhuriyeti (Republik Österreich) geniş yetkilere sahip dokuz federe devletten (Viyana, Aşağı Avusturya, Yukarı Avusturya, Burgenland, Kärnten, Salzburg, Steiermark, Tirol, Vorarlberg) meydana gelmektedir. Devletin başında bulunan cumhurbaşkanı altı yılda bir halk tarafından seçilmektedir. İki meclisli yasama organına (Bundesversammlung) sahip devletin 165 üyeli millet meclisi (Nationalrat) genel oyla dört yıllığına seçilen üyelerden oluşur. Federal konsey (Bundesrat) ise federe devletlerin eyalet meclislerince (diyet) seçilen elli üyeden teşekkül eder. Yürütme gücünü federal şansölye ile federal hükümeti oluşturan bakanlar temsil ederler. Bugünkü cumhurbaşkanı 1986’da seçilen Kurt Waldheim’dır.
BİBLİYOGRAFYA
M. Mac Donald, The Republic Austria 1918-1934, New York 1946.
S. C. Easton, The Western Heritage from 1500 to the Present, New York 1966, s. 82-83, 453, 503-504.
Fahir Armaoğlu, Siyasi Tarih 1789-1960, Ankara 1975, s. 458-459, 463, 490-492, 592-597.
E. C. Helmrich, “Austria”, EAm., II, 794-796.
TA, IV, 336-338.
K. A. S., “Austria”, EBr., II, 816-820.
EUn., II, 914-919.
Encyclopédie géographique, Milan 1980, s. 310-314.
https://islamansiklopedisi.org.tr/avusturya#4-ulkede-islamiyet
III. ÜLKEDE İSLÂMİYET
Avusturya’nın İslâm dünyası ve kültürü ile münasebetleri çok eskilere kadar gider. Habsburg hânedanı döneminde gerek Osmanlılar’la gerekse Mağrib’deki müslüman Araplar’la meydana gelen savaşlarda Avusturyalılar müslümanları az da olsa tanıma fırsatı buldular. Avrupa’daki Osmanlı üstünlüğü çeşitli alanlarda Avusturya kültürünü etkilemiş olduğu gibi barış dönemlerinde kurulan ticarî ve kültürel ilişkiler de Avusturya toplumunu müslümanlarla karşılaştırmıştır. 1674’lerde Viyana Üniversitesi’nde Şark dilleri öğretiminin başlaması ile saray kütüphanesine İslâm dünyasından yazma eser temini için bazı kişilerin görevlendirilmesi, İslâm kültürünün tanınması yönünde atılan ilk adımları teşkil etmektedir. Avusturya ile İslâm dünyası arasında ticarî münasebetlerin gelişmesinin bir sonucu olarak 1730’da Viyana’da bir “müslüman tüccarlar kolonisi”nin kurulması, bu asrın sonlarına doğru İmparator II. Joseph’in müslümanlar için bir “müsamaha fermanı” yayımlayıp (1782) İslâm dinine hukukî bir statü kazandırması, müslümanların Avusturya’da hem tanınması hem de münasebetlerinin gelişmesi yönünde etkili olmuştur. Berlin Kongresi (1878) ile Bosna-Hersek’in Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bırakılması, Avusturya-müslüman münasebetlerinde bir dönüm noktası oluşturmuştur. Böylece Avusturya-Macaristan İmparatorluğu sınırları içinde ilk defa müslüman nüfusa sahip bir eyalet ve onun yönetimi için farklı bir dinî-adlî düzenleme yapma ihtiyacı ortaya çıkıyordu. Bu amaçla imparatorluk Osmanlılar’ın eğitim ve adlî düzeniyle yakından ilgilenmeye başlamış ve buna göre, Bosna-Hersek eyaletinin başşehri olan Saraybosna’daki mahallî yönetimin girişimi ve desteğiyle buradaki eğitim sistemini yeniden organize etmiştir. 1883’te Viyana’da devlet matbaasında “Hanefî mezhebine göre İslâm’da evlilik hukuku”, “İslâm’da aile hukuku” ve “İslâm’da veraset hukuku” gibi konularda bazı kitapların basımı sağlandı; böylece Avusturyalı hukukçular ve bilim adamları İslâm hukukunu inceleme imkânı buldular. 1893’te Avusturya yönetiminin desteğiyle Saraybosna’da din dersi öğretmenlerinin yetiştirildiği bir “dârülmuallimîn”, kadıları yetiştirmek için bir “mekteb-i nüvvâb” ve 1918’de de “şeriat lisesi” açıldı. Bu okulda normal lise programında bulunan derslerden başka Arapça, İslâm kültürü ve İslâm tarihi gibi dersler okutuluyordu. Ayrıca Bosna-Hersek liselerinde okutulmak üzere İbn Hişâm’ın es-Sîretü’n-nebeviyye adlı eserinden seçmeler (Izbor iz Kitabu Sireti Resulillahi, Viyana 1913) ve bir Arapça sözlüğün basımı gerçekleştirildi. Bu arada, Bosna-Hersek’te 1930’lara kadar yürürlükte kalmış olan Mecelle de Almanca ve Sırpça’ya tercüme edildi (Öztürk, s. 95). I. Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı Devleti’nde okutulan bütün ders kitaplarının, neşredilen bütün gazete ve dergilerin ve bunların yanı sıra 1918’e kadar İstanbul ve Bulak’ta basılan Arapça, Türkçe, Farsça eserlerin büyük bir özenle toplanarak Viyana Saray Kütüphanesi’nde (bugün Millî Kütüphane) saklanması, Avusturya yönetiminin İslâm kültürüne olan ilgisini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Bugün bu eser ve koleksiyonların hepsi Avusturya Millî Kütüphanesi’nde mevcuttur. Viyana’da 1918’e kadar bir müftü oturuyor ve şehirde müslüman askerler için yaptırılmış bir cami bulunuyordu.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra Avusturya’da yaşayan müslümanlar İslâm Kültür Cemiyeti adıyla bir dernek kurarak ortak problemlerine çözüm aradılar; ancak dernek Alman hâkimiyetinin başlamasından sonra kapanmak zorunda kaldı (1939). II. Dünya Savaşı’ndan sonra bu derneğin devamı niteliğinde olan Avusturya İslâm Cemiyeti kuruldu (1950), fakat bu da uzun ömürlü olamadı ve 1962’de kapandı. Aynı yıl müslümanları bir çatı altında toplamak amacıyla İslâmî Sosyal Hizmet Cemiyeti (Moslimischer Sozialdienst) kuruldu. Daha sonra üyeleri arasında Türk işçi ve öğrencilerinin de bulunduğu pek çok kuruluş bu derneğe katıldı. 1960’lardan itibaren Avusturya’nın Türkiye ve Kuzey Afrika ülkelerinden işçi kabul etmesi ve İslâm ülkelerinden buraya okumak için öğrencilerin gelmesi üzerine özellikle Viyana’da yaşayan müslümanların sayısı hızlı bir artış göstermiş ve günümüzde bu ülkedeki müslüman nüfus 100.000’e ulaşmıştır. 1968’lerde müslüman ülkelerin büyükelçileri sosyal ihtiyaçların karşılanması ve çocukların dinî eğitimlerinin yapılabilmesi gayesiyle bir İslâm merkezi tesis edilmesi için yoğun bir çalışma başlattılar ve Suudi Arabistan’ın büyük maddî desteğiyle inşa edilen Viyana İslâm Merkezi 1979’da hizmete girdi. Bu merkezde konferans salonları, mescid, kütüphane, çocukların din eğitimi gördükleri sınıflar, kadınlar için özel bir bölüm ve çeşitli sosyal hizmetlere ayrılan bürolar bulunmaktadır. Viyana İslâm Merkezi eğitim öğretim ve sosyal hizmetlerin yanı sıra İslâmî konularda kitap ve dergi yayımını da gerçekleştirmektedir; al-Islam (Almanca) dergisi bu merkezin yayınıdır. Ayrıca ülkede Türkler tarafından açılmış seksen civarında cami ve mescid bulunmaktadır.
İslâmiyet Avusturya’da resmen tanınan bir dindir. İlk defa 15 Temmuz 1912’de devlet tarafından resmen kabul edilmişse de savaş sonunda imparatorluğun dağılması bu tanımayı anlamsız hale getirmiştir. İslâmî Sosyal Hizmet Cemiyeti’nin 1962’den itibaren Avusturya hükümeti nezdinde sürdürdüğü teşebbüsler sonunda İslâmiyet ancak 1979’da resmî din olarak kabul edilmiştir. Bu tanıma ile radyo ve televizyonda yılda sekiz defa dinî konuşma yapma, çocukların okullarda haftada iki saat din dersi almaları, müslümanların İslâm cemaati adı altında örgütlenmeleri, müslüman ölüler için müstakil bir mezarlık ayrılması gibi çeşitli haklar sağlanmıştır.
Avusturya’da çeşitli zamanlarda İslâmî muhtevalı bazı dergiler çıkarılmıştır. Bunlar arasında İslâmî Sosyal Hizmet Cemiyeti tarafından dört ayda bir Almanca, Boşnakça ve Türkçe olarak yayımlanan Der gerade Weg, Dr. İsmail Baliç tarafından yine Almanca, Boşnakça, bazan da Türkçe ve İngilizce olarak üç ayda bir çıkarılan Islam und der Westen, 1975’ten beri yayın hayatını sürdüren ve Avusturya ile Arap ülkeleri arasındaki ekonomik ve kültürel ilişkileri konu alan Arapça Merḥabâ, 1951-1955 yılları arasında çıkarılan Vox Orientis ve 1958-1972 arasında üç ayda bir çıkarılan Bustan adlı dergileri anmak gerekir. 1952-1979 yılları arasında Viyana’da “Muslimische Bibliothek” adlı seri içinde birçok İslâmî kitap yayımlanmıştır. Ayrıca Viyana’daki müslüman öğrenci dernekleri tarafından da küçük İslâmî kitaplar yayımlanmaktadır.
Avusturya’da pek çok enstitü ve dernek İslâm kültürüyle yakından ilgilenmektedir. Viyana Üniversitesi’ne bağlı olarak Şarkiyat Enstitüsü (Orientalisches Institut, 1886), Purgstal Derneği (Purgstall Gesellschaft, 1958) ve 1851-1948 yılları arasında faaliyette bulunan Şark Dilleri Öğretim Kurumu (Öffentliche Lehranstalt für orientalische Sprachen) ve sonradan bu görevi üstlenen Diplomasi Akademisi (Diplomatische Akademi, 1962), aynı zamanda İslâmî ilimlerle de ilgilenen kuruluşlardır.
Avusturya’da şarkiyatla ilgili başlıca yayınlar ise şunlardır: Vienna Orient Journal (1886; daha sonra bu dergi yerini Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes’e [1915] bıraktı): Archiv für Orientforschung (Viyana 1923-, yılda bir cilt); Wiener Beiträge zur Kunst- und Kulturgeschichte Asiens (1925-); Wiener Beiträge zur Kultur, Geschichte und Linguistik (1930-); Wiener Völkerkundlich Mitteilungen (1953-).
BİBLİYOGRAFYA
H. Leobenstein, Katalog der arabischen Handschriften der Österreichischen Nationalbibliothek, Wien 1970, I.
Die Muslims im Donouraum, Österreich und der Islam, Wien 1971, s. 106.
Osman Öztürk, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, İstanbul 1973, s. 95.
Necîb el-Akīkī, el-Müsteşriḳūn, Kahire 1980, II, 270-272.
B. Jelavich, History of the Balkans, Cambridge 1985, I, 300-327, 348-352.
M. Ali Kettani, Muslim Minorities in the World Today, London 1986, s. 46.
G. Wagner, “Das Osmanenreich und Österreich”, TAD, V/8-9 (1970), s. 213-239.
Abdülmün‘im et-Tûnicî, “el-Merkezü’l-İslâmî fî Fiyenâ”, el-Fayṣal, XXXVI, Riyad 1980, s. 107-112.
“The Islamic Centre in Vienna: an Example of Religious Pluralism in Austria”, The Muslim World League Journal, XII/1, Mekke 1984, s. 48-49.
K. Arat, “Der Islam in Österreich”, Cibedo, I/4, Frankfurt am Main 1987, s. 97-128.
https://islamansiklopedisi.org.tr/avusturya#5-islam-arastirmalari
IV. İSLÂM ARAŞTIRMALARI
Avusturya’da şarkiyat ve İslâmiyat çalışmaları XVI. yüzyılın ortalarında I. Ferdinand’ın, Viyana Üniversitesi’nde Arapça dersleri vermesi için Fransız müsteşrik Guillaume Postel’i (ö. 1581) davet etmesiyle başlar. Yine I. Ferdinand tarafından İstanbul’a elçi olarak gönderilen Busbecq (ö. 1592), İstanbul’dan ülkesine dönüşünde beraberinde getirdiği 240 adet el yazması eserle ilim adamlarının ilgisini çekmiştir. Viyana Üniversitesi’ne Arapça öğretmeleri amacıyla çeşitli ülkelerden başka uzmanlar da davet edilmiştir. Önce Viyana Üniversitesi bünyesinde başlayan İslâmiyat çalışmaları, ardından Graz (1586) ve Innsbruck (1667) üniversitelerinde kurulan şarkiyat bölümleriyle daha da canlanmış, 1674 yılında ise Viyana Üniversitesi’nde Türkçe öğretimi başlatılmıştır.
Avusturya’da İslâmiyet’le ilgili çalışmaların başlaması siyasî sebepler dolayısıyla olmuştur. İstanbul’da diplomatik temaslarda bulunan Avusturya temsilcileri, önceleri Osmanlı Devleti’ndeki hıristiyan tercümanlardan faydalanırken bunların casuslukla itham edilmeleri üzerine Avusturyalı tercümanlar yetiştirilmesine ihtiyaç duyulmuş, böylece Viyana’da Türkçe, Arapça ve Farsça ile ilgili incelemelere başlanmış ve özellikle François à Mesgnien Meninski bu tür çalışmalarda önemli rol oynamıştır. Meninski İstanbul’daki Avusturya büyükelçiliğinde görev yaptığı yıllarda (1661-1668) çalışmalarını sürdürmüş ve Viyana’ya döndüğünde bir basımevi kurarak Türkçe, Arapça ve Farsça’dan Latince’ye üç ciltlik büyük bir sözlük (Thesaurus Linguarum Orientalium Turcicae, Arabicae, Persicae, 1680) ile bir Türkçe gramer (Linguarum Orientalium Turcicae, Arabicae, Persicae Institutiones seu Grammatica Turcicae) yayımlamıştır. Kraliçe Maria Theresia’nın elçiler, konsoloslar, tüccarlar ve bilginler için Viyana’da Şarkiyat Akademisi’ni (Wiener Orientalischen Akademie) faaliyete geçirmesiyle (1754) ilk defa İslâmiyat’la ilgili çalışmalar ve Türkçe öğretimi sistemli bir şekilde başlamış oldu. Bu akademide birçok ünlü kişi ders vermiş ve buradan yetişen şarkiyatçılar İslâm kültürü ile ilgili pek çok eser yayımlamışlardır. Akademide yetişen ünlü ilim adamlarından J. von Hammer-Purgstall (ö. 1856) İstanbul’daki Avusturya büyükelçiliğinde uzun yıllar tercüman olarak çalışmış, topladığı bilgi ve belgelerle de Geschichte des osmanischen Reiches (I-X, Wien 1827-1835); Constantinopolis und der Bosporos (I-II, Pesth 1822); Geschichte der Osmanischen Dichtkunst (I-IV, Pesth 1836-1838); Die Staatsverfassung und Staatsverwaltung des Osmanischen Reiches (I-II, Wien 1814-1816) gibi birçok önemli eser yazmıştır. Diğer İslâm ülkeleri ve edebiyatları üzerinde de pek çok yazı ve eseri olan Hammer’in en kalıcı eserleri bunlar olmuştur. XVIII. yüzyılın sonları ile XIX. yüzyılın başlarında İslâm dünyasıyla ilgilenmiş ve bu alanda eser vermiş bir diğer âlim de Fr. de Dombay’dır (ö. 1810). Dombay, İbn Ebû Zerr’in el-Enîsü’l-muṭrib adlı Mağrib tarihini metni ve Almanca tercümesiyle (Geschichte der mauritanischen Könige, Agram 1794-1797), Ebû Medyen el-Fâsî’nin Tuḥfeti’l-erîb’inin ihtisarını da yine metinle birlikte Latince tercümesiyle neşretmiş (Viyana 1805), ayrıca Mağrib-i Aksâ emîrleri ve Arap sikkeleri üzerindeki çeşitli çalışmalarını yayımlamıştır.
Şarkiyat Akademisi, XIX. yüzyılın ortalarında Şark Dilleri Akademisi ve Federal Öğretim Kurumu’na (Konsular-Akademie und Bundeslehranstalt für Orientalische Sprachen) dönüştürülerek Doğu’ya gidecekler için pratik öğrenim vermeye başladı (1851). Bu kurumu Viyana Üniversitesi’nde açılan Şarkiyat Enstitüsü (Universität Wien-Orientalisches Institut) takip etti (1886); XX. yüzyılın başlarında yetişen ve eser veren şarkiyatçılarla İslâmiyatçılar’ın çoğu buradan yetişmiştir.
XIX. yüzyıl Batı’da şarkiyat ve İslâmiyat’la ilgili çalışmaların giderek yoğunluk kazandığı bir dönem olmuştur. Önceleri siyasî sebeplerle başlatılan bu çalışmaların önemi Batı ülkelerinin sömürgeciliğe yönelmeleri üzerine daha da artmış ve hükümetler İslâm kültürüyle ilgili inceleme ve araştırmalara destek vermişlerdir. Bu arada Viyana bu tür çalışmaların yapıldığı en önemli merkezlerden biri haline gelmiştir. Bu yüzyılda yetişen ve eser veren Avusturya asıllı ilim adamlarından A. Sprenger (ö. 1893), İslâm kültürüyle ilgili çok sayıda eserin yayımını gerçekleştirmiştir. Sprenger’in yayımladığı başlıca eserler arasından şunlar gösterilebilir: Kâşânî’nin Iṣṭılâḥâtü’ṣ-ṣûfiyye’si (Kalküta 1845); İbn Hacer’in el-İṣâbe’si (Kalküta 1856-1873); Tehânevî’nin Keşşâfü ıṣṭılâḥâti’l-fünûn’u (W. N. Lees ile birlikte, 1862); Süyûtî’nin el-İtḳān fî ʿulûmi’l-Ḳurʾân’ı (Kalküta 1852-1854); Ebû Nasr el-Utbî’nin Târîḫu’l-Yemînî’si (Dehli 1848). Hz. Muhammed hakkındaki Das Leben und die Lehre des Moḥammad nach bisher grösstentheils unbenutzten Quellen (I-III, Berlin 1861-1865) adlı biyografisi en önemli eserleri arasında yer alır. Aynı dönemde eser verenlerden A. von Kremer (ö. 1889), el-İstibṣâr fî ʿacâʾibi’l-emṣâr’ı (Description de l’Afrique par un géographe arabe anonyme du 6e siècle de l’hégire, Vienne 1852) ile Vâkıdî’nin el-Meġāzî adlı eserinin üçte bire yakın kısmını (History of Mohammad’s Campaigns, Kalküta 1856) yayımlamış, ayrıca İslâm kültür ve tarihiyle ilgili değişik mecmualarda çok sayıda makale neşretmiştir. Kremer’ın Culturgeschichte des Orients unter den Chalifen (I-II, Wien 1875-1877) ve Geschichte der herrschenden Ideen des Islams (Leipzig 1868) adlı iki kitabı en ilgi çeken eserlerindendir. Yine bu dönemde Viyana İslâmiyatçıları arasında en önemli isimlerden biri olan J. von Karabacek (ö. 1918) sanat tarihi, nümismatik ve epigrafi çalışmaları ile tanınmıştır. Arşidük Rainer’in zengin koleksiyonu Karabacek’e çok faydalı bir araştırma malzemesi olmuş, bu koleksiyondaki çiniler, Kûfe sikkeleri, Arapça yazılı papirüsler üzerine ve İslâm tarihi hakkında çeşitli kitaplar yazmıştır. D. H. Müller de (ö. 1912) Sâmî diller üzerinde çalışmış ve Asmaî’nin Kitâbü’l-Farḳ’ını şerhiyle birlikte bir fihrist ekleyerek (Viyana 1876-1891), İbnü’l-Hâik el-Hemdânî’nin Kitâbü’l-İklîl’ini de notlarla açıklanmış metni ve Almanca tercümesiyle birlikte yayımlamıştır (Leipzig 1879). Güney Arabistan’a da ilgi duyan Müller, bu bölge ile ilgili çalışmalarını muhtelif tarihlerde yayımlama imkânı bulmuştur. Filolojide güçlü bir isim olan Müller’in yetiştirdiği öğrenciler özellikle şarkiyat alanında ciddi çalışmalar yapmışlardır. Onun halefi olan R. Geyer (ö. 1929), çalışmalarına Asmaî’nin Kitâbü’l-Vuḥûş’u (Viyana 1988) ile başlayarak özellikle Arap edebiyatı sahasında eserler vermiştir. El yazması ve matbu çok sayıda eser toplamış, Meymûn b. Kays el-A‘şâ ile ilgilenmiş ve onun iki kasidesini metin ve Almanca tercümeleriyle birlikte neşretmiştir (Zwei Gedichte von al-Aʿšā, Leipzig 1905, 1919). Ayrıca Accâc, Rü’be, Zürrumme, Cesîrî ve Şemmah gibi şairlerin urcûzelerini de toplayarak Almanca notlarla birlikte yayımlamıştır (Altarabische Diiamben, Leipzig, New York 1908). Geyer bu çalışmaların yanında Tayâlisî’nin Kitâbü’l-Mükâs̱ere ʿinde’l-müẕâkere’sini de neşretmiştir (1927). Müller’in öğrencilerinden olan B. Geiger, S. Gandz ve Polonyalı T. Kowalski Arap edebiyatı ve İraniyat alanlarında çalışmışlardır. A. Haffner de (ö. 1914) Asmaî’nin önce Kitâbü’l-Ḫayl’ini (Viyana 1895), sonra Kitâbü’ş-Şâʾını (Beyrut 1896) ve Kitâbü’n-Nebât ve’ş-şecer (Beyrut 1898) ile diğer bazı kitaplarının yayımını gerçekleştirmiştir. N. Rhodokanakis ise (ö. 1945) Arap edebiyatının ilk dönemleriyle ilgilenerek bu alanda çeşitli gramer ve sözlüklerin neşrine muvaffak olmuş ve çalışmalarıyla Avusturya’da eski Arap kültürünün tanınmasında önemli rol oynamıştır. E. von Zambaur’un (ö. 1949) hazırladığı İslâm devletleri ve hânedanlarının halifeleri, vezirleri ve valileriyle ilgili kronolojik el kitabı (Manuel de généalogie et de chronologie pour l’histoire de l’Islam, Hannover 1927), kendi alanında temel bir başvuru eseri olmuştur. Bu ilim adamlarının yanı sıra XX. yüzyılın başlarında şarkiyat ve İslâmiyat alanındaki çalışmalarıyla adını duyuran M. Bittner (ö. 1918) ve Osmanlı vesikaları üzerinde önemli çalışmalar ortaya koyması yanında Mitteilungen zur osmanischen Geschichte adlı Osmanlı araştırmaları dergisinin (1921-1922) kurucusu olan Friedrich von Kraelitz-Greifenhorst ile Türk dili ve tarihi sahalarında çalışmalarıyla tanınan Herbert Wilhelm Duda’yı da (ö. 1975) anmak gerekir. Çok kullanışlı bir Almanca-Türkçe lugat düzenleyen Herbert Jansky, Evliya Çelebi seyahatnâmesi üzerindeki çalışmaların yanı sıra Avusturya-Osmanlı münasebetleri ve Viyana ile ilgili çeşitli Osmanlı eserlerinin tercümelerini yayımlayan R. Kreutel (ö. 1981) ve Türk gemici dili üzerinde H. R. Kahane ile birlikte The Lingua Franca in the Levant (Urbana 1958) adlı mühim bir lugat meydana getiren, tarihçi Âlî’nin Hâlâtü’l-Kāhire (Wien 1975) ile Nushatü’s-selâtîn’in (I-II, Wien 1979-1982) ilmî yayın ve tercümesini ortaya koyan A. Tietze, Avusturya şarkiyat ve Türkolojisinin daha yeni simalarıdır. Viyana Şarkiyat Enstitüsü’nce, A. Tietze’nin idaresinde, 1975’ten bu yana Batı’da ve Doğu’da Osmanlı ve Türkiye tarihi ile ilgili tarih, dil, sanat ve edebiyat sahasındaki yeni yayınların Turkologischer Anzeiger adı altında sistematik ve zengin bibliyografyası akademinin kendi mecmuası WZKM’nin ek kısmı halinde ilim âlemine sunulmaktadır.
Avusturya’da İslâmiyat alanındaki çalışmalar geçmişte olduğu gibi günümüzde de önemini korumakta ve pek çok enstitü, dernek ve kuruluş İslâm kültürüyle yakından ilgilenmektedir. Viyana Üniversitesi bünyesinde bulunan Orientalisches Institut (1886) ile Orient-Akademie der Hammer-Purgstall Gesellschaft (1962), Afro-Asiatisches Institut in Wien (1953) ve 1851-1948 yılları arasında faaliyet gösteren Şark Dilleri Akademisi ve Federal Öğretim Kurumu’nun yerine kurulan Diplomatische Akademie (1962) gibi kuruluşlar İslâm ilimleri ve şarkiyatla ilgilenmektedirler.
Avusturya’da şarkiyatla ilgili başlıca süreli yayınlar ise şunlardır: Vienna Orient Journal (Viyana şarkiyat dergisi, 1886); daha sonra bu dergi yerini Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes’e (Avusturya Şark araştırmaları dergisi, 1915) bıraktı. Archiv für Orientforschung (şarkiyat araştırmaları arşivi [dergisi], Viyana 1923-); Wiener Beiträge zur Kunst- und Kulturgeschichte Asiens (Viyana Asya sanat ve kültür tarihi dergisi, 1925-); Wiener Beiträge zur Kultur, Geschichte und Linguistik (Viyana kültür, tarih ve dil bilimi dergisi, 1930-); Wiener Völkerkundlich Mitteilungen (Viyana etnoloji araştırmaları dergisi, 1953-). Ayrıca Hammer-Purgstall Gesellschaft tarafından 1950’den beri Bustan adlı bir dergi de çıkarılmaktadır.
Avusturya kütüphaneleri İslâmî yazmalar bakımından çok zengindir. Avusturya şarkiyatçıları gördükleri destekle saray kütüphanesine değerli bir Şark yazmaları hazinesi kazandırmışlardır. Hammer’in şahsî kütüphanesindekilerin katılmasıyla bu koleksiyon daha da zenginleşmiştir. Bugün Avusturya Millî Kütüphanesi’nde bulunan saray kütüphanesine ait Arapça, Farsça ve Türkçe yazmaların katalogu G. Flügel tarafından (Die arabischen, persischen und türkischen handschriften der Kaiserlich-Königlichen Hofbibliothek zu Wien, I-III, Wien 1865-1867), Arapça yazmaların katalogu da Helene Leobenstein tarafından (Katalog der arabischen Handschriften der österreichischen Nationalbibliothek, Wien 1970) neşredilmiştir (Avusturya kütüphanelerindeki yazmalarla ilgili diğer kataloglar için bk. Huisman, s. 8-9).
BİBLİYOGRAFYA
G. Pfannmüller, Handbuch der Islam-Literatur, Berlin-Leipzig 1923.
J. Fück, Die Arabischen Studien in Europa, Leipzig 1955, s. 254-260.
A. J. W. Huisman, Les manuscrits arabes dans le monde: une bibliographie des catalogues, Leiden 1967.
İsmail Soysal – Mihin Eren, Türk İncelemeleri Yapan Kuruluşlar, Ankara 1977, s. 94-101.
Necîb el-Akīkī, el-Müsteşriḳūn, Kahire 1980, II, 270-293.
Franz Sauer, “Hammer-Purgstall” (trc. Sezer Duru), TTK Belleten, XXXVI/141 (1972), s. 79-83.